KONU: ALAY
(Bursa/Görükle Gençlik Merkezi
20.Mayıs.2022 tarihli söyleşiden kesitler)
-Alay edilen kişiye dışarıdan baksanız ne bir dayak yemiştir ne bir fiziksel müdahaleye uğramıştır ama söz ile kişi bazen öyle incitilir ki onun yerine bir ton dayak yese o kadar onu yaralamayabilir, o kadar onu rahatsız etmeyebilir. Alay kişide alçaltıcı bir azaba dönüşebilir.
-“Sizden önce gelip geçenlere de nice peygamberler gönderdik.Kendilerine gelen her peygamber ile alay edip durdular.” (Zuhruf-6,7)
Her ne nebi gönderdiysek illaki onunla istihza ettiler, onunla alay ettiler, onunla dalga geçtiler, onu incittiler, onurunu kıracak şekilde ona söz ile müdahalede bulundular. Bu diğer türden müdahaleleri fiziksel anlamda hatta öldürmeye varan cinsten işkenceleri yok saymıyor. Onların yanı sıra bir de ilaveten istihzaya uğradılar.
Peygamberler tarihi bir istihza (alay) tarihidir.
-Allah Azze ve Celle uğruna yaşanılan istihza kadar kutsal, Cenâb-ı Hak uğrunda istihzaya uğramak kadar değerli bir şey yok ama insanlar sadece Allah uğrunda değil normal, sıradan, günlük işlerde de birbirleriyle istihza etmeye yatkındırlar. Yeter ki kendilerini güçlü görsünler, bir başkasını ezebilecekleri, ona sözleriyle müdahale edip onurunu incitebileceklerini ve karşılığında bunun cezasına, müeyyidesine maruz kalmayacaklarını, yaptıklarının yanlarına kâr kalacağını bilsinler... Güç ve kuvvete dayandığı zaman ki istikbarın kaynağında güç ve kuvvet var, adalet anlayışı olamaz.
-İnsanların kendi aralarında dahi yaygın olarak gözüken, hiç dini bağlam olmadığı takdirde bile alay etme ve alaya uğrama konusu özellikle din konusu olunca Cenâb-ı Hak söz konusu olunca neredeyse yegâne bir tepkiye dönüşüyor yani illaki bu tepkiyi gösteriyorlar. Gerici diyerek, kıyafetiyle alay ederek, görünümüyle alay ederek, onu bağnaz, iş bilmez, hayatın gerisinde kalmış, hayatı anlamaya, değerlendirmeye muvaffak olamamış bir kimse olarak betimleyerek, karikatürize ederek, onun inançlarını, değerlerini bu anlamda istihza malzemesi yaparak yeryüzü kurulalı beri küfrün hakka karşı kullandığı en güçlü silahlardan birinden söz ediyoruz. Ve bu o kadar caydırıcıdır ki bir yerde Allah Azze ve Celle’nin hükmünü başkasıyla paylaşmak istemek, anlatmak istemek, konuşmak istemenin akla gelen ilk caydırıcı etkisi ve karşılığı ‘’acaba tepki görür müyüm, benimle alay ederler mi?’’ Bu çoğu zaman müminleri kendilerini gizlemeye, o istihzaya uğramamak için kendilerini saklı tutmaya, görünüm ve ifade, davranış, giyim, kuşam açısından ortamda kendisini kaybetmeye, silik kalmaya yöneltmiş olabilir. Çünkü istihza endişesi, alaya uğrama endişesi ciddi bir şeydir. Rasûlüllah'ın bile göğsünü daraltan bir şeyden söz ediyoruz.
-Başkasının ağzı torba değil ki büzesin misali bir başkasının bizimle istihza etmesine ve bunu önlemeye pek bir çare yoktur. Bunu yüzünüze karşı yapabildikleri gibi arkanızdan da yapıp sizi çekip çekiştirebilirler. Küçük düşünebilirler, kahkahalardan tutun tebessümlere varıncaya kadar şahsiyetinizi ağızlarında sakız gibi çiğneyebilirler.
-“(Resulüm!) Onların söylediklerinin gerçekten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar; fakat o zalimler açıkça Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar.” (Enam-33)
Bir teselli olsun diye onlar bu yalanlamayla, bu istihzalarla, o küçük görmelerle aslında doğrudan seni hedef almıyorlar. Aslında onlar Benim ayetlerimi inkâr etmek istiyorlar, onların alıp veremedikleri sen değilsin. Dolayısıyla bir bakıma çok üzerine alıp da bu kadar incinme, bu kadar bundan rahatsız olma, senin doğrudan şahsiyetini hedef alan bir şey değil. Esas rahatsızlık duydukları, tahammül göstermedikleri, Cenâb-ı Hakk’ın yani onların sahibi Rabb’i olan Allah Azze ve Celle. Sen bunu hatırlattığın için senden rahatsızlar ve Cenâb-ı Hakk’a erişemedikleri için doğrudan seni yanlarında bulunduklarından, sana bu denli istihza dolu aşağılayıcı bir yaklaşımda bulunuyorlar. Bu onların elindeki en güçlü kart. İman etmeye, artık namaz kılmaya başladığını söylemeye yahut artık Cenâb-ı Hakk’ın haram kıldığı bir davranışı, bir yiyeceği, içeceği içmeyeceğini, yemeyeceğini söylemeye... Hangi ortamda olursa olsun küfrün, nifakın ve fasıklığın bulunduğu ki yeryüzünde genel olarak bu ortam var. İnsanların çoğu akletmez, iman etmez, küfür ve nifak üzere, iman edenlerinin çoğu dahi fısk, fasıklık üzere bulunurlar. Dolayısıyla Allah Azze ve Celle’ye karşı içtenlikle bağlanmanın karşısındaki en caydırıcı etki istihza ya uğramaktır, aşağılanmak ve küçük düşürülmek. Cenâb-ı Hakk da bunu Kur’an-ı Kerim'de, bizim satın almamız gereken bir karşı hamle olarak öğretiyor yani bundan kurtuluşun bir yolu yoktur adeta. Bu öylesine, karşı bir rüzgâr olarak üzerimize gelecek ve biz bunu önden o kadar içselleştirecek ve satın alacağız ki ‘‘bu beklediğimiz bir şeydi zaten’’ diyeceğiz.
-Bazen tesettüre üstten, çirkin bir eda ile aşağılayıcı, istihza edici bir bakış atan kişileri görürüz. Tesettür onu rahatsız etmiştir. Bu aslında o yavrunun, kızcağızın yahut herhangi bir hanımefendinin kendisine yönelen bir şey değildir. Bu o hükmü emreden ve kullarına olur olmaz hudutları çizen, kullarına şunları yapın, bunlardan uzak durun, diye emir ve yasaklar koyan, Yegâne Kudret, Var Eden, hayatı yaşatan Allah Azze ve Celle’yi hatırlattığı için rahatsızlık verir. Onları Cenâb-ı Hakk’ın hatırlatılması kalplerinde karşılık bulduğu için hem dıştan gelen etki hem içten gelen tepki arasında kaldıklarından, sıkışmış ve bunalmış hissederler. O yüzden daha fazla tepkiye aşağılamaya ve istihzaya yönelirler. İstihza küfrün savruk bir halidir, istihza küfrün ileri bir versiyonudur.
-Yaradan’a karşı sorumluluğu bir hak görmeyen, batıl hak ama Hakk’a karşı sorumluluk, aşağılanmış ve küçük görülmüş bir dünyada yaşıyoruz.
Dolayısıyla ‘’ben Yaratıcımı sevip sayacağım’’ diyen bir kimsenin daha birinci madde olarak ‘’ben aşağılanabileceğim, birileri beni aşağılayacak, küçük düşürecek, üstüme gülecek ama ben bunun karşısında kendi iç manevi halimi, iç psikolojik bütünlüğümü korumayı Cenâb-ı Hakk’a sığınarak başarabilmeliyim.’’
-Kul Cenâb-ı Hakk uğrunda herhangi bir sözü bile, aşağılayıcı bir ifadeye bile tahammül etmeye yanaşmaması kendi onurunu haktan üstün bellemesine kadar gidebilir. Böylece kendi onuru, aşağılanmak, onurunun inceltilmesi adeta bir kutsalı haline gelir ve ona yönelecek herhangi bir tehdidi asla göze alamadığı için bu kez Cenâb-ı Hakk'tan ödün vermeye başlar, haktan ödün vermeye başlar. Çocuklarımızın yetişme çağında, o ilk zafiyetleri üzere bunu yönetemeyişleri, bunun altında kalmalarına ciddi destek vererek, benzeri ortamda kendileri gibi iman eden, kendileri gibi giyinen, kuşanan insanların çokluğuna, onların ortamda bulunarak bunun iç güvenlerini, özgüvenlerini diri tutabilecekleri bir şekilde dışarıdan destek sağlamalıyız. Bir çocuğun daha küçücük yaşta, kendisini bambaşka bir ortamın içerisinde hakkı savunacak kadar çelimsiz ve çaresiz kalması, onun açısından ciddi manada zorlayıcı olur. İstihzayı, aşağılamayı, küçük düşürülmeyi basit bir şeymiş gibi ‘’ha güldü geçtiler’’ umursama diyerek biz onlara telkin edemeyiz. Bulundukları ortamda istihzaya uğrayacakları türden baskın bir çevre varsa o zaman başka türlü çevrelerde okutmaya, başka türlü ortamları, mahalleleri seçip, onların kendilerini en azından o çağlarda yara almadan yetişebilecekleri ve büyüyüp artık kendi egolarını, kendi iradelerini, kendi karizmalarını, kendi psikolojilerini tahkim edip sağlamlaştırınca bu kez daha rahat tepki verecekleri, daha rahat bunu -karşı tarafa karşı- savunmada kalabilecekleri bir olgunluğa vardırmalarına imkân sağlamak. Bunu her zaman yetişme çağının bir denklemi içerisinde bunu hesaba katmamız lazım, basit bir şeyden söz etmiyoruz.
Peygamberin bile aşağılandığında, küçük düşürüldüğünde içine yara olduğu... Düşünün, secdeye varmışsınız, getirip üzerinize bir devenin bağırsaklarını bırakıyorlar. İçinde devenin dışkılarının bulunduğu o boşaltım sistemi böylece üzerinizde duruyor. Hareket etseniz, sağdan yahut soldan, içinden o pislikler üzerinize boşalacak. Öylece kala kalıyorsunuz ne yapacağınızı bilemez bir halde, Mekke'nin vadisinin şehrin ortasında, yere alnınızı serip Âlemlerin Rabb’i Allah Azze ve Celle’yi yüceltmişken insanlar tarafından en aşağılık bir durumda bırakılmışsınız. Üzerinizde dışkı bekleyeduruyor ve bu sahnede sizi göz bebeğiniz, en küçük yavrunuz,ciğerpareniz Fatıma görüyor ve koşar adım gelip sizi bundan kurtarabilmek istiyor, babasına yönelen eziyeti, bu aşağılamayı görüyor. Bir yandan onu düşünün, kendi evladı açısından nasıl bir yaralayıcı olacağını bir de Hz. Peygamberin bir baba olarak kendi yaşandığından öte kızının böyle bir görüntüye maruz kalması.. Babasının bu denli aşağılandığı bir sahneye tanık olmasından hissedecekleri ile ne kadar incineceğini düşünün. Ama söz konusu olan hakkı tutup kaldırmak ise söz konusu olan hakkı yüceltmek ise kişinin varını, yoğunu, canını, cananını, hepsini bu uğurda adamaya en azından hazır olması lazım. Allah Azze ve Celle her birimizi ne türden sınavlar ile hayatın içerisinde sınar bilmiyoruz ama bunları göze almayanların yolda kalacakları besbelli bir süreçten bahsediyoruz.
- “Ya Rabb’i bana söylenen o aşağılayıcı ifadeler, aslında hakkı savunduğum ve hakkı seslendirdiğim için” diyebilmek mümtaz, paha biçilmez değerde zirve bir noktayı temsil eder.
-“Günahkârlar (dünyada) iman edenlere gülüp dururlardı. Yanlarından geçtiklerinde birbirlerine kaş göz ederlerdi.Sonra kendi çevrelerine dönerken neşe içinde dönerlerdi. Müminleri gördüklerinde, ‘Bunlar gerçekten yollarını şaşırmış kimseler!’ derlerdi.Oysa onlar, müminleri koruyup gözetmekle görevlendirilmiş değillerdi.Ama o gün de müminler kâfirlere gülecekler.Koltuklarına kurulup, ‘Kâfirler yaptıklarının cezasını buldular mı?’ diye etrafa bakacaklar.” (Mutaffifin, 29-36)
Kafirler gerçekten dünyada yapıp ettiklerinin karşılığını, cezasını buldular mı? Nasıl bu azabın içerisinde, bu azabı nasıl yaşıyorlar diye o vaktiyle aşağılayan, küçük düşüren, istihza eden, döven işkence yapan kafirlerin karşılığını buldukları, adaletin tecelli ettiği o son sahnede son gülenler müminlerdir.
Prof. Dr. Hfz. Halis AYDEMİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder