KONU: İRADE
(Bursa/Görükle Gençlik Merkezi 4.Haziran.2021 tarihli söyleşiden kesitler)
-İnsan iradesini ortaya koyar, sorumluluğuna kendisi girer, sonuçlarına da kendisi katlanır.
-İnsanlar iradeyi sevdiler ama iradenin eşliğinde kendilerine yüklenen sorumluluğundan hoşlanmadılar. Biz insanlar istedik ki sonuçları olmasın, iyi ya da kötü tercihlerimizi herhangi bir biçimde yapsak da hiçbir şekilde sonuçlarına muhatap olmayalım. “Niçin böyle yaptın, neden böyle yaptın, kötüyü niçin tercih ettin, yanlışı niçin tercih ettin?” Böyle bir muhasebe ile karşılaşmayalım. Bu, insanın âdeta ilahlaşma arzusu.. Çünkü her istediğini yapmak ve hiçbir istediğinden ötürü sorumlu tutulmamak; Allah Azze ve Celleye ait bir şey.
-Biz insanlarda, Allah Azze ve Celle’nin bize açtığı bu alanda iradeyi kullanmayı bize nasip ettiği zaman Cenâb-ı Hak, bizim yanlış yapma potansiyelimiz olduğu için bize rahmetiyle bunu zapt edebileceğimiz, bunu kontrol edebileceğimiz bir başka yan verdi. O da akıl eden yanımız. Yani yaptıklarımızı gözden geçirip bir sonrakinde, yanlışlarımızı elimine ederek daha doğrusunu yapmak... Böylece daha doğrusuna, daha iyisine, daha doğrusuna, daha iyisine... Allah Azze ve Celle’nin beğeneceği bir kıvama kadar bir ömür yaşamak. Bu irade dediğimiz anahtarın bizi nasıl iyileştirebileceğini gösteriyor.Ama aynı anahtar, eğer kontrolü kaybedersek bu kez hep kötü şeyler yapan ve kötü şeyler yaptıkça daha kötüsünü yapan, kötüsünü yaptıkça daha daha dorukları zorlamak isteyen, daha kötüsüne meyleden... Bu da insanın esfel-i sâfilin’e, en aşağıların aşağısına yani hiç irade sahibi olmayan, hiç kontrol sahibi olmayan; hayvanlardan daha beter, daha kötüyü bu kez üstelik isteyerek yapan; kötüyü özellikle amaçlayan birine dönüşmesine yol açar. Dolayısıyla irade Allah Azze ve Celle’nin bize sağladığı en önemli nimet; bizi biz yapan, bizi müstakil, kendi başımıza ayrı, kendi kararını alabilen biri yapan..
-“Allah dilemeseydi, siz dileyemezdiniz.” (Tekvir-29)
Allah sizin dileyebilmenizi diledi, siz de dileyebildiniz. “Kulum, dileyebilmeni diliyorum. İster öyle dile, ister böyle dile. Bunu sana bu imkânı sana açıyorum.” Bu Allah’ın meşietinin bizde oluşturduğu bir irade.
-“Sen beni bana bıraktın öyle mi? Şimdi istersem Sana saygı gösteririm yahut Sana saygısız davranabiliyorum öyle mi? O zaman al Sana benden saygısızlık...” Diye Allah'a O’nu tanımayan, reddeden hatta O’na sövüp sayan insan varlığı, iradesini bu kadar aksi bir istikamette kullanabiliyor. Allah Azze ve Celle’yi yok saymak, iradenin kullanılabildiği en kötü biçim!
-İstersek Cenâb-ı Hakk’ın kudreti son derece görünür bir halde. Ama istemezsek; hiçbirini görmek istemediğimizde de hiçbiri görünmez halde. Bu tamamen kişinin iradesine bağlı olarak değişiyor. Akledip görmek isteyen, Cenâb-ı Hakk’ın varlıktan, Var Eden kudretine doğrudan tanık olabiliyor ve hemen şehadet ediyor.
-Yanlışı teşvik edecek buna dair parazit bir etki olmalı ki kul, yanlışa yönelimi ile doğruya yönelimi arasında iradesini oluştursun ve iradesi ona ait bir şey olsun. Eğer yanlışa dair hiçbir süreç olmasaydı, o zaman doğru, mecburi istikamet olurdu. Böyle bir durumda da bizim iradeden söz etmemiz, mümkün olmazdı.
-Âlemlerin Rabb’ine saygısızlık etmek, kimsenin haddine değil!
-Cehennemi boylayanlar, Cenâb-ı Hakk’ın büyüklüğünü, azametini, kudretini, bile bile inkâr edenlerdir. İnatla,ısrarla inkâr edenlerdir.
Sakın ha! Aklımızdan “Birilerinin farkında olmayarak, yanlışlıkla bir hayat yaşayıp sonra da birdenbire cehennemlik olduğunu...” geçirirsek o zaman iradesiz bir varlık tasavvur etmiş oluruz.
-Yaptığımız yanlış bir tercihten sonra kendimizle baş başa kaldığımızda neredeyse üzerimize dağ yıkılıyor. İşte bu yanlış tercihin iradeyi kötü kullanmanın insanın üzerine yıkılan suçluluğu... Bu da Allah’ın bir rahmeti ki bir sonrakinde doğru kullansın diye. Cenâb-ı Hak kuluna her iki istikameti de açmış, iradeyi de eline vermişken kulunu, doğru istikamette olabildikçe onu destekler. Kötü istikamete yöneldikçe de onu köstekler. Yani Allah Azze ve Celle, iyi istikamette yürüdüğümüzde rüzgârı arkamıza verir.Kötü istikamette yürüdüğümüzde, rüzgârı karşımızdan verir ki yavaşlayalım, gitmeyelim diye.Buna rağmen ilerler, inatlaşır, özellikle kötü yönde irademizi kullanırsak Allah Azze ve Celle, bu sefer, önümüzde çukur çıkarır, çukura düşürür. Ayağımıza taş değdirip çeldirip düşürür ki ilerleyişimizde duralım, bir durup düşünelim, yanlış yönde daha fazla ilerlemeyelim, diye. İrade sahibiyiz ama Cenâb-ı Hakk, iradeyi, irademizi doğru yönde kullanmamızı destekliyor.
-“Eğer inkâr ederseniz, bu sizin aleyhinizedir; çünkü Allah’ın sizin hiçbir şeyinize ihtiyacı yoktur. Fakat O, kullarının inkârına da râzı olmaz. Şâyet inanıp şükrederseniz, bu davranışınızdan hoşnut olur.” (Zümer-7)
Küfür tercihi de kullanabilirsiniz ama kullanırsanız Allah, bundan memnun olmaz. Ve vazgeçsin diye kuluna çeşitli engeller vesaireler çıkararak, yavaşlatarak, yolunu yokuş kılarak dönmesini ister.
-“Sen ancak zikrin ardına düşeni uyarabilirsin.” (Yasin-11j
Yani hakikatin ardına düşen, onu bulmaya çalışan ve yüreğinde, yaratıcısına,Rahman'a karşı saygıyı ve sevgiyi taşıyan kimseyi uyarabilirsin. Başka türlüsünü uyaramazsın.
O zaman kişi, kendisi adım atmaz ise başına hocaları getirip diksek, o iradesini kullanmaya yanaşmaz ise zinhar sonuç alamayız. Allah Azze ve Celle buna müsaade etmez. Kişinin kendi iradesi mühim.
Bazıları diyorlar ki: “Çevresel etkiler iyi yönde oldu mu o kişi de iyi oluyor. Çevresel etkiler kötü oldu mu o kişi kötü oluyor.” Yani kişi bu söylemlerle kişiye irade bırakmıyor. O zaman demek istiyor ki: “Kişi irade sahibi değil, çevresine mahkûm, kişinin iradesi diye bir şey yok, çevresindeki etkilerle o, öyle sonuçlanır.”
Hayır, Allah Azze ve Celle kişide bir fıtrat var eder. Kişi bu fıtratla doğar, çevresel etkiler kişiyi sağa sola oraya buraya çekmeye çalışır ama kişi, iradesi ile bunları aşacak bir fıtrata sahiptir. Herkes fıtrat üzerine doğar, hakkı fark edebilecek, anlayabilecek, kavrayabilecek, görebilecek yanımızla hayata geliyoruz. Hepimiz aynı fırsatla geldik. Dolayısıyla önümüze örülen bütün ağları aşabiliriz. Hakikatin önüne örülen bütün ağları kişi, fıtratıyla, Cenâb-ı Hakk’ın ona nasip ettiği hakkı inceleyecek, görecek, araştıracak, bulacak yanıyla buna muvaffak olur. Bu asla engellenemez. Ne yaparsanız yapın engellenemez.
Evet, çevre bir etki oluşturmaya çalışır ama kişinin iradesini gasp edemez, elinden alamaz. Kimse çevresel etkilerin rehinesi değildir. O yüzden Cenâb-ı Hakk: “Kişi ancak kendi iradesinin rehinesidir” dedi. (Tur-21)
-İRADE tek başına anlamlı değil, üstüne çabayı koymamız gerekiyor. Dolayısıyla sadece dilemek yetmez, dilemeye eşlik eden bir çaba olması gerekir. Olmazsa gerçekten dilememişsiniz demektir. İrade çaba ile eşleştiğinde gerçek bir iradedir.
-Kişi kazancının rehinesidir. Kesinlikle doğduğu ortamın rehinesi değil, çevresel etkilerin rehinesi değil, şunun bunun rehinesi değil... Kişi kazancının rehinesidir. Yani ne olmak istediğimize, biz karar veriyoruz demektir. Sonsuz gelecekte ne olmak istediğimize biz karar veriyoruz demektir. Allah Azze ve Celle’nin sünneti, hidayeti böyle işletiyor ve akıbeti de buna göre tecelli ettiriyor.
-Yalancı, düzenbaz, hilekâr, müsrif... Allah Azze ve Celle, böylelerine hidayet etmez. Biz irademizi olumlu yahut olumsuz yönde kullanıyoruz. Cenâb-ı Hakk da bize hidayet ediyor veya bizi, hidayetinden uzaklaştırıp dalâlete sevk ediyor. Kişi iradesini olumlu yönde kullanmak isterse, en uzak coğrafyada en aykırı yerde de olsa hidayete muvaffak olur. O balta girmemiş ormanlar misalindeki gibi... Kişi hidayetini olumlu yönde kullanmak istemese hidayetin dibinde de olsa kimse ona bir şey yapamaz.
-Kişinin kendisinde irade yok ise bir başkası ona hiçbir şey yapamaz. Bizi biz yapan irademiz.
-Cenâb-ı Hakk’ın atom içinde dahi izni ve iradesi olmadan, hiçbir şeye, hiçbir keyfiyet bırakmadığı bir âlemin içerisinde biz irade kullanıyoruz. Bu, bu kadar özel, istisnai açılmış bir alan. Bu alan bize, Cenâb-ı Hakk'a olan sevgi iddiamızı yaşayabilmemiz için açıldı. Bunu tersine kullanır, Âlemlerin Rabb’ini hayatımızı, her türlü nimeti bize bahşettiği halde sırtımızı dönerek, O’nu umursamayarak, hatta yok sayarak, hoyratça kötüye kullanırsak bu da benzer şekilde sonsuz bir cezaya dönüşür.
Prof. Dr. Hfz. Halis AYDEMİR
https://www.youtube.com/live/cHpRnDKfzTE?si=PUAcRPg7oOWyFnop
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder