KONU: CEHALET MUTLULUK MU?
(Bursa/Görükle Gençlik Merkezi 15.Kasım.2019 tarihli söyleşiden kesitler)
-“Biz de isteseydik ezberlerdik ama istedik ki yapabileceğimiz kadarını öğrenelim. Fazlasını yapamazsak hakkını veremezsek diye, öğrenmedik.”
Bu şahsın bu ifadesindeki ‘’bilgiye yaklaşmaktan doğacak sorumluluk hissi” onun için ürkütücü şey. Az öğrenelim istiyor çünkü fazlası sorumluluk. Mesuliyet hissi biliyorsunuz ağırdır. Yani bilmeyelim, farkına varmayalım, böylece mesuliyetimiz de az olsun, rahat yaşayalım, yani cehaletin mutluluğuna sığınalım.
-Biz anlamdan kaçarak, kurtulamayız!
Anlamın sahibi olan Allah azze ve celle anlamı bizim peşinizden koşturacaktır ve sorumluluğumuzu tamamıyla keskin gözlerle, fark edinceye kadar, dolayısıyla da tercihimizi tam bir bilinçle gerçekleştirinceye kadar, peşimizi kovalayacaktır!..
Yaradan kulundan vazgeçmez!
Allah azze ve celle, onlar görmek istemezlerse biz gösteririz, diyor.
(Neml Sûresi-93)
-“Kur’an’ın gerçek olduğu kendileri için apaçık belli oluncaya kadar onlara çevrelerinde ve kendilerinde bulunan kanıtlarımızı hep göstereceğiz.” (Fussilet Sûresi-53)
-Tefekkür edenleri, düşünenleri ve anlamlandıranları Cenâb-ı Hâk ayette şöyle konu etti:
“Onlar ki göklerin ve yerin yaratılışını düşündüler. Sonra dediler ki, Rabbimiz!
Sen bunları boş yere yaratmadın”
(Âl-i İmrân-191)
Cenâb-ı Hâk boş yere yaratmış olamaz! Bu kadar hazırlık, bu kadar ortam, bu kadar imkan, bu kadar düzen, bu kadar varlık... Bunun bir anlamı var. Bu batıl değil. İnsanın yeryüzündeki yaşamı ve yaşam serüveninin ucunun bir hiçe çıktığını varsayarak yaşamak, insana en yakışmayan bir şey.
-Arapça’da din kelimesinin kökünde borçlanma vardır. Kişi hayatı yaşadığı Sahib’e karşı borçluluğunu sezdiği ve fark ettiği oranda dindardır. Hayatının malikinin kendisi olmadığını bilirse çok büyük bir gerçeğe uyanmış demektir.
-Nimetin farkında olup Sahib’le iletişime geçmek, akleden insanın şükreden yanını temsil ediyor. Ama siz “akletmek istemiyoruz, istemiyorum” derseniz nimetler zaten sizinmiş gibi davranınca yüce Yaradan belli kavşaklarda nimetin asıl sahibinin kendisi olduğunu fark ettirecek değişikliklere gidiyor. Hayatımızın içerisindeki bir parametreyi değiştiriyor ve bakıyoruz, o andan itibaren biz o nimetin farkına varıyoruz. Sabah kalktığında ayağı ağrıyan, sabah kalktığında “boğazımda benim bir batma var” diyen kimse bir önceki gün boğazı batmadığı günlerin ne kadar nimet dolu olduğunu fark ediyor.
Allah azze ve celle biz fark eden insanlara nimetin farkındalığını öğretirken, aslında şükrü öğretirken, mutluluğu da öğretti. Çünkü mutluluk, nimeti fark etmek ile eşdeğerdir. Sahip olduğu binlerce nimetin farkında olmayan insan, kaybettiğinde neden eski günlerde o nimetlere sahipken mutlu olmadım ki diye hayıflanır, yakınır.
-Allah’ın nimetlerini hatırlayın. Hatırda tutun. Yad edin. Bilin. Allah’ın halihazırda var ettiği nimetlerin farkında olmak ve ‘’günbegün bunları yaşarken, bunları mutluluğa dönüştürmek’’ olağanüstü bir beceridir. Bunu arada kaybedip ‘’SIRADANLAŞTIRMAMASI’’ olağanüstü bir beceridir.
Bu mutluluğu paralar kazanarak edinemezsiniz. Çünkü elinize her geçeni sıradanlaştıracaksanız, şablonunuz buysa elinize trilyonlar da geçtiğinde sıradanlaştıracak ve yine mutsuz olacaksınızdır!
-Sadece yaşattığı nimetlerden ötürü değil, yarın yaşatmaması için Allah’a yalvarabilirsiniz. (Unutma, üzerinde bulunduğun ortam ve yaşadığın hayat sana ait değil)
-Hepimiz aynı süreçteyiz ve hangimizin ne denli farkındalık hususunda çaba gösterip, gerçeğe uyandığımızı Allah biliyor, bunu biz bilemeyiz. Ama şunu biliyoruz ki Cenâb-ı Hâk; “Uğrumuzda çaba gösterenlere, göstereceğiz.” diyor.
(Ankebut Sûresi-69)
Çaba daha fazla uyanmaya, farkındalığa dönüşecektir Allah'ın sünnetinde. Bunun tam tersi olarak,
Cenâb-ı Hâkk’ın onlara gösterip sorumluluklarını yüklemesine rağmen onlar hala kapanmak istiyorlarsa bir yerden sonra Cenâb-ı Hâk kapatıyor. Bu da Allah'ın sünneti, yani farkındalık her zaman da kalıcı olan bir nimet değil.
-“Din inanç meselesidir, öyle kabul edersin ve ona güvenirsin” mi? Çoğu batıl dinlerde bu böyledir. İslamda ise durum böyle değildir, hatta İslam bir insanın farkında olmadan bir inancı benimsemesini, kendi insanlığına aykırı bulur.
-“Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra Sûresi-36)
Öyle bir ilim ki, farkındalığın kesinleşmiş hali; yani kesin bilgiye ilim diyoruz. Eğer bir ilim sahibi değilsen kimsenin ardına düşme diyen, Allah'ın kendisidir. Yaradan diyor ki: ‘’İlim sahibi olmadığın, yani sende bilgisi olmayan doğruluğuna ikna olmadığın bir sürecin ardına düşme. Kimseyi böyle izleyemezsin”
Neden? Çünkü işitmek, görmek ve gönül.. Bunların hepsinden sorumlusun!
-Hiçbirimiz, hiç kimsenin arkasına takılmamalı hatta atalarımızın bile... Çünkü müşrikler atalarının peşine düştüler. Cenâb-ı Hâk onlara, biz atalarımızın ardına düşüyoruz dedikleri zaman dedi ki neden akletmiyorlar? Ataları akletmemiş, ataları yolun doğrusunu yanlışını ayırt etmemişse, bunlar da körü körüne onların peşine mi gidecekler?
-Allah azze ve celle hiçbir insanı bulunduğu ortamın koşullarına mahkum olacak şekilde yaratmamıştır ve kesinlikle ona ortamda bulunan yanlışları fark ettirir. Ta ki fark ettiği gerçeğin ardına düşüp desin ki: “Bunlar yanlış. Benim annemde babamda da olsa yanlış, ailemde de olsa yanlış. Ben gerçeğin peşindeyim.” diyebilmek insanın yolculuğunun en önemli tarafı.
-Bizi akletme donanımıyla var eden Yüce Kudret’in bizi zayi etmeyeceği düşüncesinde olmalıyız. O’nun hakkında iyi düşüncede olmalıyız. Bu, İslam dininde çok önemli bir temel.
Yani Yaradanın, bizi kötü bir süreçte mahvetmek isteyen, bize kötü bir gelecek tasarlayan ve bizi bir labirentte debelendirip, sonra da üzerimize çullanıp, yok etmek isteyen kötü biri değil de; tam tersi, önümüze mesajları koyan, anlamamız için bizde o donanımı var eden ve bizi iyiye çağıran, güzele yönlendirecek olan, ‘’bizim için iyiyi planlayan.’’ Bu ifadeyi çok seviyorum. Beklediğimiz bir şey olmayınca, senin için O’nun daha iyi bir planı olduğundandır. Bu, ‘’Allah hakkında Hüsn-ü Zan’nın adı.’’
-Allah, yarattığı kulundan, onu neyi nasıl anladığından gafil kalacak birisi değildir.
-Kalbimize, fark eden yanımıza güvenmemiz, aslında Allah'a güvenmemizle eşdeğer. Çünkü o fark eden yanımızı, bize emanet eden Allah azze ve celle! Ve o bize sağ gösterip, soldan vuracak birisi değil!
-Toplumun sunduğu dini, uzaktan uzağa ne olduğunu hiç bilmeden, sıfır farkındalık ile baş tacı etmiş kimseler; TAKLİTÇİLER!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder