01 Ekim 2023

Gençlerle Söyleşi-19

KONU: NİYET


(Bursa/Görükle Gençlik Merkezi 13.Mart.2020 tarihli söyleşiden kesitler)

 

 Sıkıntılar bizi uyandırır, bir miktar kendimize gelmemizi sağlar ama sıkıntılar ortadan kalktıkça da hemencecik yine tekrar kulağımızın üstüne yatıp hayatı uçsuz bucaksız sorunsuz bir alan olarak görmeye yelteniriz. Cenâb-ı Hak bu durumdan Kur'an'da sıklıkla söz ediyor.

  Bizim bu yeltenişimizi bugün konuşacağız. Neden bu biçimde hayatı algılamaya meylediyoruz? Neden sorumluluklara sahip çıkmaktan uzak duruyoruz, imtina ediyoruz..

  Kişiler niyetlerini olumlu yahut olumsuz istikamette gerçekleştirebilirler. Cenâb-ı Hak bunu dilemiş, buyuruyor ki; “Dileyen iman etsin, dileyen de küfür etsin.”

Cenâb-ı Hakk'ın dileği bu şekildedir. Alternatifleri ne olabilirdi? Cenâb-ı Hak şöyle dileyebilirdi; ‘’Herkes iman etsin’’ o zaman kimse açısından bir iradeden söz edemezdik. Çünkü artık yüce Yaradan’ın meşieti insanlara irade bahşetmek yerine insanları belli bir kulvarda cebretmek şeklinde olurdu. O zaman bizler iradi varlıklar olarak gerçek kimliklerle değil de sürüler olarak mecbur olurduk. Bunun da bizim açımızdan iyiyse de iyiliğinden bizim bir hissemiz yok kötüyse de kötülüğünden bir hissemiz yok. Çünkü zorunlu bir senaryoyu herkes yaşamak zorunda kalırdı. Cenâb-ı Hak böyle dilemediğini söyledi. 

  Etrafımızdaki mevcut bütün koşullar,durumlar, ortamlar kişinin alacağı kararın şekillenmesine hizmet ediyor. Yani Cenâb-ı Hakk'ın bu yarattığı ortamda ki çeşitlilik de bu yarattığı ortamdaki imkanlar da bu yarattığı ortamdaki hareketlilik de günden güne gelişen ve değişen durumlarda hepsi bizim bunların karşısında bunları görüp de nasıl bir karar oluşturacağımıza hizmet eden bir ortam şekillenmesi. 

 İçimizdeki dışa bakan yüzü ile mahrem bize bakan yüzü ile kendi kendimize kaldığımız, kendi kendimize konuştuğumuz hatta kendi kendimize hesaplaştığımız anlar var. Fıtratımızın bize seslenen iyi yanları eksik değil Cenâb-ı Hak onları da yaratmış, kişinin kötüyü karara bağlaması için içinde epeyce aşması gereken merhaleler var. Yani onu almak üzere olduğu yanlış kararın yanlışlığını onun yüzüne vuran: 

—Böyle yapma bu yaptığın şey yanlış... diyen içte bir hesaplaşma süreci de yaşanıyor. Kişi kötüyü karara bağlarken arzuları istekleri hevesleri ve duyguları ile buna karşı onu bundan caydıracak bir karşı istikamet üzere tutacak taraf da var. Onu iyiliğe davet edecek taraf da var.

 

-Bak ki ne kadar hain. Bak ki ne kadar Cenâb-ı Hakk’a karşı fırsat bulduğu her mecrada sırt dönmeye, onu itiraf etmemeye ona saygı duymamak için kaçış noktası aramayana kadar meftun. Çünkü büyüklenmeye, kendisini ilahi edinmeye kendi beklentilerini kendi ifadesiyle ‘’özgürlüğünü’’ yaşamaya ve Cenâb-ı Hakk’a saygı duymamaya o kadar istekli ki bu yönde bu yönelimde olan kimseler.

 

  Cenâb-ı Hakk diyor ki; İstikametinizi Cenâb-ı Hakk’a yöneltin, O’na teslim olun. (Zümer-54)

  İrademiz en büyük sermayemiz. Yani bizim irademizi şekillendirmemiz hayattaki en büyük sermayemiz. Eğer irademizi yaşayabileceğimiz serbestlik ortamı kalktığı anda biz o sermayemizi o imkânı kaybetmiş oluyoruz. O imkânı kaybettiğimizde; 

—Ah keşke yapsaydım, ah keşke şöyle etseydim… diye geçmişe dönük nedamet ifadeleri hiçbir işe yaramıyor.

Niyet barındırdığı zaman davranışlar anlamlı. Niyetin ortaya çıkabilmesi için gerekli olan koşullar o kadar önemli ki. Cenâb-ı Hakk'ın meleklerinin görünmediği Cenâb-ı Hakk'ın gücünün kudretinin baskısının hegemonyasının her şey olan kahrının, doğrudan gözle görülür olmadığı bir ortamdayız, doğrudan tesiri cebreder bir biçimde değil... ‘’Sadece düşünülürse tefekkür edilirse keşfedilebilir aklederek keşfedilebilir’’ bir biçimdedir. Dolayısıyla iradeyi baskılamıyor, iradeyi doğrudan cebr etmiyor. Demek ki; Allah azze ve celle niyet ortaya koyabilelim diye, iyi yahut kötü yönde istediğimiz kararı alabilmeyi bize bırakmak için ‘’gayben’’ bir ortam oluşturmuş. O yüzden iman bu ‘’bilgayb’’ dediğimiz ortamda gerçekleşirse anlamlı. ‘’Gayb’’ ortamında iman edenler. Allah azze ve cellenin doğrudan zorlamadığı, meleklerin baskısının doğrudan hissedilmediği insanların iman etmeme tercihini de yaşayabildikleri bir ortam bu...


 Cenâb-ı Hakk'ın bizlere oluşturduğu bu ortamı, bazı kimseler O’nun kudretinin doğrudan görünür olmadığı, insanların eğer aklederek keşfetmezlerse kendilerini başıboş hissedip istedikleri her bir şeyi yapabileceklerini sandıkları sorunsuz bir alan gibi telakki edebiliyorlar.

 

  Kulun Cenâb-ı Hakk’la bu anlamda kurduğu saygı ilişkisinin ardında bu irade aranıyor ki işin esası sevgiye dayalı olsun. ‘’Çünkü hiçbir sevgi baskı ile oluşmaz!’’ kişinin kendi isteğiyle Cenâb-ı Hakk’a karşı yönelimi O’na karşı hayranlığı, O’nu tanıması, O’nu sevmesi ve saygı duyması sürecin doğal mecrasıdır.. Eğer burada tanıma, sevme, tanıdıkça sevme ve sevdikçe de saygı duyma kişinin kendi yaşadığı bir süreç değil de zoraki baskı ile oluyorsa, burada sevmediği ama sevmediği halde mecburen saygı duyduğu, eğer kendi haline bırakılsa sevmeyecek ve saygı duymayacak bir durumdan bahsediliyor demektir. Bunu kul bile kabul etmiyor ki Cenâb-ı Hak kabul etsin. Yani eğer bir kimseye derseniz ki; ‘’o iradesiyle seninle evlenmedi malından ötürü seninle evlendi’’ bu ne kadar onu yaralayıcı olur veya ‘’ailesi baskı kurdu o yüzden evlendi’’ dense ne kadar yaralayıcı olur yani seni sen olduğun için sevdiğinden ve saydığında tanıyıp hayran kaldığından değil...

Yüce Allah azze ve cellenin Zâtı; mutlak surette hiçbir baskı unsuru olmaksızın, sadece Kendisi’ni tanıyıp sevdikleri için, hayranlık duydukları için saygı duyan kimseleri bu süreçte ortaya çıkarıyor. Doğal olarak diğerlerini de tek tek eliyor!..

 

https://www.youtube.com/live/h387xLNNCuo?feature=share

Hiç yorum yok: