21 Kasım 2024

Modern Dünyada Yaşamak

Modern Dünyada Müslümanca Yaşamak | 8.5.2021 | Kanada


Dersten Kısa Notlar: 


Soru: Bugünün çıkmazları nelerdir? Bu modern çağda nasıl bir hayat yaşamalıyız? 


-Bizler bu modern zamanlarda nasıl bir Müslümanlık yaşıyorsak, bu Müslümanlığımız düşmanlarımızda herhangi bir tedirginlik oluşturmuyor. Eskiden ecdadımız Cenâb-ı Hakk’ın emirlerini yerine getirerek Müslümanca yaşıyorlardı. Kişi Cenâb-ı Hakk’ı tanıdıkça O’na karşı sevgisi, saygısı ve hayranlığı artacak. Sonra Allah azze ve celleyi memnun edebilmek, O’nun da sevgisini kazanabilmek için emir ve yasakları hususunda saygılı yaşayabilmenin yolunu arayacak. Bu süreç işte bizim Müslümanlığımız. Cenâb-ı Hak bana ne emrediyor neleri yasaklıyor, bu refleksin kişide meleke haline gelmesi yani Allah azze ve cellenin emirlerine râm olması…


-Cenâb-ı Hak bizlere irade vermiş ki teslimiyeti yaşayabiliyoruz. 


-“Allah’ın ve sizin düşmanlarınızı korkutup caydırmak üzere, onlara karşı elinizden geldiği kadar güç ve savaş atları hazırlayın.” (Enfal-60)


Allah azze ve cellenin bizden istediği Müslümanlığı yaşamadığımız o kadar belli ki bizler Allah azze ve cellenin bazı emirlerine teslim olmayı, bazı emirlerini dikkate almamayı, böyle seçici bir dindarlığı modern zamanlarda kendimize ihdas ettik. Bazıları “tarihsel” diye bir kelime uydurup,bu hükümler geçmişte kaldı bizi bağlamaz demeye getiriyor. Oysa Allah azze ve celle zamandan zamana, mekandan mekana parametreleri değiştire değiştire bizi sınıyor. Bizler ise güdük, sınırlı, belli bir zamana hapsedilmiş seçici bir Müslümanlık sergiliyoruz. Bu da bizi yeryüzünde olanca çok sayımıza rağmen rezillik rüsvaylığa itiyor. 


“Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? İçinizden bu şekilde davranan birinin dünya hayatındaki cezası ancak rezil rüsvâ olmaktır; kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine itilirler.” (Bakara-85)


-Düşmanlarımız, bizim İslam’daki zaafiyeti çok iyi bildiğinden tedirginlik hissetmiyor. Onlar Mü’minlere karşı birlik beraberlik içindeler. Aynı birlik ve beraberliği biz oluşturmazsak o zaman yeryüzünde büyük fitne olur, fesat olur, diyor Cenâb-ı Hak. Değerlerinin küçük görülüp karikatürize edildiği, peygamberlerine hakaret edildiği bir ümmet coğrafyası içindeyiz. 


-İmanımıza salih amelleri eklemezsek teslimiyetimizi yaşayamayız. 


-Eğer kul önüne açılan her sahnenin Allah azze ve celle tarafından özellikle ve bilerek açıldığını bilmez ise bunlara vereceği tepki teslimiyet üzere olmuyor. 


-Kimisi var ki yediğini içtiğini bile patronundan biliyor, teslimiyetini de bu kez gidip ona yaşıyor. Minnet hisleriyle patronu ne derse onu yapıyor. Önce akleden yanımızla alemleri yaratan Kudretin aynı zamanda alemleri yaşatan Kudret olduğunu bilmek suretiyle teslimiyete adım atabiliriz. Bu teslimiyetin ardında öyle bir iman var ki yaşadığı sıkıntıyı “Bunu Rabbim bana yaşatıyor” dedirtiyor ve sabırla karşılıyor. 


-Cenâb-ı Hakk’ın lütfettiklerini kul veya kendi gibi varlıklardan mı biliyor? Elimize iyi şeyler geçtiğinde ya Allah azze ve celleden bilip şükrederiz ya da kendimizden bilip küfre düşeriz yani nankörlük ederiz. Kötü şeyler geldiğinde de bu kez ya sabrederiz ya da isyan ederiz. 


-Cenâb-ı Hak kullarını dünyaya yöneldikleri zaman, dünyanın içinde bocalar halde yormaya başlıyor. 


“Biz ona âyetlerimizi vermiştik. Fakat o, gurura kapılarak, âyetlerimizden sıyrılıp çıktı. Böylece şeytan onu kandırıp peşine taktı. Böylede azgınlardan oldu.” (Araf-175)


  Bu ayeti kerimede kişiyi Cenâb-ı Hakk’ın ayetlerinden koparıp dünyaya yönelten bir heva var. Cenâb-ı Hakk’ın olur ve olmaz dediklerini dikkate alarak yaşayan Mü’mine Cenâb-ı Hak hoş bir hayat yaşatıyor. Bu demek değil ki zengin bir hayat yaşatıyor. Allah azze ve celle dilerse kuluna az imkanların olduğu bir hayat ortamını da hoş olarak yaşatabilir. Elimize geçen az şeylerle mutlu olabildiğimiz, elimize geçen çok şeylerle mutlu olamadığımız deneyimlerimiz buna şâhittir. 


 “Kim inanmış bir insan olarak dünya ve âhirete yararlı işler yaparsa kesinlikle ona hoş bir hayat yaşatacağız.” (Nahl-97)


-Müslümanlığımızdan ödün verdikçe rezil rüsvaylığımız artacaktır. Teslimiyet bütüncül bir kavramdır, yani istisna kabul etmez. Cenâb-ı Hak demişse akan sular durmalı. 


Prof. Dr. Hfz. Halis AYDEMİR 

👇🏻👇🏻👇🏻

https://www.youtube.com/live/wcyXQrLywhw?si=vjvX3rFw62mHrdQR

Şeytanın DavetçiyeKarşı Hileleri

Şeytanın İslam Davetçisine Karşı Kullandığı Hileler | 26.06.2024 | Davet Eğitim Platformları


Dersten Kısa Notlar:


-Muhataplarımızla İlişki Kurmak: Bilgi Alışverişi

Muhataplarımızla ilişki oluşturmak, bir bilgi alışverişidir. Bu konuda dikkatli olmalıyız. Çünkü bilgi alışverişini sekteye uğratmak isteyen, işi bozmak isteyen bir düşman var: Cenab'ı Hakk'ın "amansız düşman" olarak tanımladığı şeytan.


-Şeytanın Erişim Yolu: Vesvese

Şeytan bize nasıl erişiyor? Vesvese dediğimiz bir ara yüz üzerinden erişimi var. Nitekim, Hz. Adem ve Hz. Havva'ya da aynı arayüzle ulaşmıştı:


"Nihayet şeytan ona vesvese verdi..." (Taha 120)

Şeytanın sesini, kendi iç sesimiz gibi hissediyoruz. O, aynı iç sesimizi kullanıyor. Cenab'ı Hakk'ın içimize koyduğu ve "nutk" dediği bu ses, en çok güvendiğimiz gerçeğimizdir.


-Gerçekle Bağlantı: Nutk

İç sesimizde gerçeği hissederiz. Cenab'ı Hakk da vaadini teyit ederken:


"Gök ve yerin Rabbine andolsun ki, size edilen o vaat, herhalde haktır. O, tıpkı sizin nutkunuz gibi gerçektir." (Zariyat 23)

Nutkumuz rüyada bile çalışmaya devam eder, ölümde de bizimle kalır. Cenab'ı Hakk:

"O'dur ki, geceleyin sizi öldürür (gibi uyutur)..." (En'am 60) demiştir.


-Şeytanın Hedefi: İlişkileri Fesada Uğratmak

Nutkumuz bizim öz gerçeğimizdir. Ancak, aynı ses tonunu kullanarak bizimle iletişim kuran, hiçbir hayırlı işe razı olmayan, her şeyin Cenab'ı Hakk'a düşmanlık haline gelmesini isteyen bir düşmanımız var. Biz, Cenab'ı Hakk'ı hatırlatırken ve insanları O'na davet ederken, şeytan asla geri durmaz. Bu yüzden Cenab'ı Hakk şöyle buyurur:


"Benim kullarıma söyle ki: Konuşacakları zaman en güzelini söylesinler, çünkü şeytan aralarına fesat sokar." (İsra 53)


-İlişkilerde Fesat: Aile, Ulema, Ticaret

Şeytan, karı-koca arasında, ulema arasında, ticaret esnasında ilişkileri bozup: "Bunları bana üstün tuttun ama işe yaramadı!" diyecek bir düşmandır. Nitekim Cenab'ı Hakk:

"Şu benden üstün kıldığına bak!" (İsra 61) diyerek şeytanın kıskançlığını belirtmiştir.


-Şeytanın Yaldızlı Sözleri

Cenab'ı Hakk şöyle buyurur:


"Şeytanlar birbirlerine yaldızlı laflar fısıldarlar..." Eğer Müslümanlar, şeytanların bu sözlerine kulak verirse bu sadece bir yol kazası değildir. Cenab'ı Hakk şöyle der:

"Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız, şüphesiz siz de Allah'a ortak koşanlar olursunuz." (En'am 121)

Şeytanlara itaat etmek, Allah'ın emrine karşı çıkmak anlamına gelir ve bu, kişiyi şirke kadar götürebilir (Allah korusun)


-Davetin Önceliği: Allah'ı Tanıtmak

Allah'a davet ederken öncelik Allah'ın varlığına ve O'nu tanımaya yönelik olmalıdır. Peygamber Efendimiz (sav), Ehli Kitap'a gönderdiği Muaz bin Cebel'e (ra) şöyle demiştir:


"Onları başka konuya geçmeden önce Allah'ın varlığına davet et."

Bu yüzden davetin öncelik sırası çok önemlidir. Eğer bu temel kabul edilirse, diğer detaylara geçilebilir. Batı'da kullanılan "şeytan ayrıntıda gizlidir" ifadesi de aslında bu duruma işaret eder.


-Günahları Üzerinden Hüküm Vermek

Karşı tarafın günahları üzerinden bir şeyler davet eden kişi, şeytanın kendisidir. Biz, insanların günahlarının veya iradelerinin başında bekçi değiliz, sadece davetçiyiz. Cenab'ı Hakk neticeye değil, bizim çabamıza bakacaktır. Davette heyecan yapmamalıyız. Şeytan asla yılmaz ve her an bizimle meşguldür. Bu yüzden her davet girişiminde Allah'a sığınmalıyız:


"Allah'ım, Sen kolaylaştırmazsan, hiçbir şey kolay olmaz."

"Benim başarım ancak Allah'ın yardımıyladır."


-Davetin Zorluklarına Karşı Sabır

Davet ettiğimiz kişiler bize kötü sözler söylese dahi, onlara iyiliklerini istediğimizi hissettireceğiz. Bu, peygamberlerin dilinden gelen şu ifadeye benzer:


"Muhakkak ki ben sizin için endişeleniyorum."

Eğer davet iyi ilerlemiyorsa, Musab bin Umeyr (ra) gibi, "Hoşuna giderse kabul edersin." deriz.


-Hidayet Kişinin Kendisine Aittir

Hidayetin kabulü kişiye aittir. Bizler, Allah'ın zayıf ve çaresiz kullarıyız. Ancak O'nun rahmetiyle cennete girebiliriz. Rasulullah (sav) da böyleydi. Ne kadar günahınız olursa olsun, Rabbinize dönmeye çalışın; Allah, bu dönüşünüze sevinir.


Prof. Dr. Hfz. Halis AYDEMİR

👇🏻👇🏻👇🏻

https://youtu.be/Y8wfSRlpxd8?si=ZUm21c7EddJoVaZi

İnsanın Varlık Nedeni

İnsanın Dünyadaki Varlık Nedeni Nedir? I 24.10.2024 I Avrasya Kuran Halkaları


Dersten Kısa Notlar:


-Dünya: Bir Dolup Boşalt Alanı

Dünya, gelenlerin bir yerden gelip geri gideceği bir dolup boşalt ortamıdır. Geliş anında narkozlu bir haldeyiz; öncesine dair hiçbir şey hatırlamıyoruz.


-Kendimize Tanıklık

Kendimizden emin olduğumuz kadar, çevremizdekilerle de belirli bir irtibatımız var. Bu yüzden en iyi referansımız yine kendimizdir. Biz varız. 


-Varlığımızın Kaynağı

Kendimizi biz var etmedik. Bir sonuç iken, başlangıçta kendimizi var ettiğimizi düşünmek doğru değildir. İçimizdeki etkileşimlerden anlıyoruz ki, diğer canlılardan farklıyız.


-Sorgulayan Bir Varlık

Düşünme ihtiyacı hisseden bir varlığız ve soruyoruz: “Niçin bir süreliğine buradayız?"


-Fırsat Eşitliği ve Bilgi

Hayatımıza başlarken sıfır bilgiyle ve narkozlu olarak geliyoruz. Bu, fırsat eşitliğinin bir parçasıdır; kimse önceden bir şey bilerek gelmez!


-İşitmenin Önemi

Allah (cc), bizi annelerimizin karnından çıkarıp kulak, göz ve kalp vermiştir ki şükredelim. İşitme, dışarıdan veri akışını sağlar; bilgi ses üzerinden yayılır ve en temel irtibat noktasıdır.


-Anlamın Ardına Düşmek

Yaratıcımız, önden bir şey bilmemizi değil, verilerin anlamını araştırmamızı istemiştir. Ortamla irtibatımız ses ve görüntü üzerinden kurulur, böylece kendimizi okuruz.


İrade ve Tercihlerimiz

“Öncekilerin yolundan farklı bir tercihe yöneliyorum, başka bir doğruluğa yöneliyorum" diyebilmek, irademizin bir göstergesidir. Anne karnından dünyaya geldiğimizde ve hiçbir şey bilmezken, kulağımıza ve gözümüze dolan her şey muallaktır.


-Hakikate Şahitlik

Kalbimizden geçtiğinde, onu içselleştirip "İşte doğrusu bu" dediğimizde, tanıklığımız başlar ve böylece dünyaya gelmiş oluruz. Kendi varlığımızı yaşamaya başlarız.


-Ortamın Rehineleri Olmamak

Eğer irademizle kendi varlığımızı yaşamıyorsak, bulunduğumuz ortamın rehinesi oluruz.


-Peygamberlerin Mesajı

Peygamberler, etrafındakilere "Hakikate kendiniz tanık olun, sorumluluğunuzu birey olarak üstlenin" demiştir.


-Hayat ve Hakikat Yolculuğu

Anne karnında yaşadığımız ilk yalnızlığımızla Allah’a (cc) tanık olma sorumluluğumuz eşdeğerdir. Kulakla duyduklarımızı ayırt edebildiğimiz yol göstericimiz ise kalbimizdir.

"Sizi ilk defa yarattığımız gibi, size verdiklerimizi ardınızda bırakarak bize birer birer geldiniz..." (Enam 94)

“Her biri kıyamet günü O’na tek başına gelecektir." (Meryem 95)


-Mutmain Kalbin Yolculuğu

Mutmain kalbe kavuşacağımız bu yolculukta hep baş başayız.


Prof. Dr. Hfz. Halis AYDEMİR 

👇🏻👇🏻👇🏻

https://www.youtube.com/live/VZ_5xvlXmUg?si=3Wpw1qYmshT_0OWi

Gazze İman Mektebi

Gazze İman Mektebi ve Direniş Modeli | 22.08.2024 | İnsan ve Değer Şurası 2024


Dersten Kısa Notlar:


-El-Halil ve Yahudilerin İddiası

M.Ö. Hz. İbrâhim'den (as) beri Yahudiler ve Siyonistler El-Halil kentini sahiplenmişlerdir. "Biz İbrahim'in çocuklarıyız" diyorlar. Onlar için mesele, soy ve soyun yurdu üzerindendir.


Siyonist fikre sahip olanlar ve Batılılar, 1900'lerde yersiz yurtsuz bir halkı Filistin coğrafyasına getirerek "yerlerine ve yurtlarına yerleştiriyoruz" dediler. Bu düşünce aslında Hristiyanlığın bir düşüncesidir.


-Mesele Toprak mı?

Olaylara İslamî bakış açısıyla baktığımızda, mesele gerçekten bir coğrafya, bir halk, bir halkın yurdu, "burası senin yerin, burası benim yerim" meselesi mi?

Bazı gençler meseleyi şu topraklar şu milletlere, bu topraklar bu milletlere diye tapulanmış bir şekilde görüyorlar. Topraklara başka milletleri sokmama ve savunma gerektiği yönünden bakıyorlar.


İslamî perspektife baktığımızda mesele asla böyle değildir. 

Bu bir soy meselesi değildir. 


-Arz Allah’ındır: İlahi Miras

Bizim Hz. İbrahim (as) ile ilişkimiz neyse olayın püf noktası odur. Meseleye toprak meselesi olmadığından farklı bir cihetten bakıyoruz:


"Muhakkak ki toprak, arz Allah'ındır”

Hak Teâlâ, kendi arazisinde bizleri yaşatıyor. Ve "... Ona (arza), kullarından dilediğini mirasçı kılar" (A'râf / 128).

Biz meseleyi bir toprak ya da soy meselesi olarak görmedik ki, onlarla öyle bir kavgamız, bir hesabımız var diyelim. 


-Gazze’den Öğrendiğimiz Tek Gerçek

Gazze'nin bize ve âlemin bütün çocuklarına öğrettiği şey, Hz. İbrahim'i (as) memleketi Harran'dan hicrete zorlayan şeyle aynıdır:


Cenâb-ı Hakk'tan başka tapacak ilah yoktur. Biz yalnızca o yegâne ilaha, sahibimize, var edicimize, yegâne tek bir ilah olarak O'na taparız. Bütün mesele esasında budur!


-Şeytanın Savaşları: Siyonizmden Faşizme

Şeytanın asıl kavgası Allah'a (cc) ibadet eden insanlara yöneliktir. Şeytan bugün siyonizmi, yarın faşizmi, ötesi gün başka bir "-izm"i kullanır. İşte şeytanların asıl kavgaları, Allah'a (cc) kulluk eden ve O'ndan gayrısına kulluk etmeyen, özgürleşmiş yüreklerdir.


Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:

"... Şeytanlar kendi adamlarına, size karşı mücadele oluştursunlar diye vahyediyorlar" (En'âm / 121).

Onların tarih boyunca tek düşmanları, kula, maddeye, toprağa, etnik kökene, kariyere kulluğu reddetmiş kimselerdir.

Hayır! Yegâne kulluğumuz Allah'a (cc)'dır.

Dünyadaki savaşların, her şeyin özeti budur; diğerleri teferruat olarak kalır.

"İşte biz böylece her peygamber için suçlulardan düşmanlar var ettik..." (Furkan / 31).


-İmtihan: Müslümanların Sınavı

Bizi karşımıza çıkardığı düşmanlar üzerinden yoklayan Cenâb-ı Hakk'tır. İçinden geçtiğimiz sürecin tüm unsurlarıyla Yaratıcısı Cenâb-ı Hakk'tır. O zaman bu zalimlerin bize ne yaptığına dair dersimizi Cenâb-ı Hakk'tan öğrenmeliyiz. Karşımızdaki düşman bloğu, varlığımızın nedeni olarak sınandığımız sürecin olmazsa olmaz bir parçasıdır.


Bir kimse bu dünya sürecinden, bu imtihandan "Ayağıma toz değmesin, elim sıcaktan soğuğa geçmesin, kâfirler gibi dünyayı güzel yaşayayım, sonunda da cennetlere ulaşayım" diye bir plan yaparsa, bu yanlış bir plandır. Bu plan, dünyanın gerçeğine uymaz.

Bu kişi, eninde sonunda ya dünyadaki mutluluğunu, güzelliğini, hoş yaşamını önceleyip ahiret sevdasından kopacaktır; ya da Cenâb-ı Hakk'ın onu sürecin içinde sınadığı noktada dünyayı gözden çıkaracaktır. "Ya Rabbim, dünyadaki vaadini istiyorum, bu dünya nedir ki?" diyecektir. Başka yolu yok!


-Gazze’de İnsanlık: Hümanizmin Sonu

Gazze'deki olaylarla birlikte hümanist dünyanın tanınmaz hâle gelmesine şaşırdık mı? Bebeklerin, çocukların, kadınların katledilmesine, her türlü vahşete tanık olduk.


İnsanın aslında bu dünyada hiçbir şeyinin garantisi yokmuş dediğimiz noktaya geldik; orman kanunlarına!

Şeytanın aslında hiçbir karakteri yokmuş. 


-İman ve Fitne: Zorlu Yoldan Geçmek

Bu dünya hayatını hak ile batılın kavgasını görmek üzere kendi düşüncelerimizi Gazze üzerinden resetlemek zorundayız. Gerçek mümin isek, Hak Teâlâ bizi de benzer şekilde, illa ki benzer süreçlerden geçirecektir.


İman, dünyada bir kavganın, bir mücadelenin; dürüstlük, dünyada bir zorlanmanın ve zorlu yolculuğun adıdır. Başkası asla düşünülemez!

İnsanlar sandılar mı ki "iman ettik" diyecekler ve ondan sonra hiçbir fitneye uğratılmayacaklar? (Ankebût / 2).

İlk şehidemiz Sümeyye (rha) "İman ettim" dedi ve çok geçmeden, düne kadar kendisiyle hiçbir problemi olmayan Ebu Cehil, baş düşmanı olarak kapısında belirdi.

Çünkü "Âlemlerin Rabbi'nden başka ilah tanımıyorum" dedi!


Prof. Dr. Hfz. Halis AYDEMİR 

👇🏻👇🏻👇🏻

https://youtu.be/NIOKQ59Y9ss?si=qtSEJWSNsvlCSzUn