KONU: AŞK
(Bursa/Görükle Gençlik Merkezi
13.Ocak.2023 tarihli söyleşiden kesitler)
-Aşk.. Diğer duygular gibi bu duyguyu da dünya hayatında önümüze çıkan sınav etkenlerinden bir tanesi olarak görebiliriz. Dolayısıyla aşk sınav faktörlerinden bir tanesi ise her sınav faktöründe olduğu gibi bir defa yönetilebilir olması lazım. En çok da aşkla ilgili olan yaygın iddia bunun yönetilemez olduğudur. Çeşitli dillerde, milletlerde buna dair söylemler var. Bizim dilimizde de şöyle söyleniyor: “Gönül ferman dinlemez” Dolayısıyla yani denmek isteniyor ki: ‘’Aşk kişinin iradesi dışında üzerine kurulan bir baskıdır. O kimse, bunu yönetemez, aşkın emrindedir. Onu kara sevda yönlendirir.’’ Kendisini o diğer sevdalı olduğu kişiye ram edebilir. Yani kölelik gibi, esaret gibi bir bağlantı bu. Onun tutkusu içerisinde kendisini feda edecek, heder edecek kadar peşine sürüklenebilir. Dahası etrafında buna dair bir engel olursa, engel çıkaran olursa, eşyadan, insandan, bunları aşmaya dair çok ciddi bir kararlılık gösterebilir. Eğer bunu böyle takdim ettikleri şekliyle kabul edecek olursak, o zaman kişinin iradesini baskılıyorsa, ona irade bırakmıyorsa o zaman sınav faktörlerinden biri denemezdi. Çünkü sınavda hangi sınav sahnesi olursa olsun, o sınav sahnesinde hangi duygu üzerinden kişi sınava tabi tutuluyor olursa olsun, bu duyguyu yönetebilmesi, aşabilmesi, kendisini zapt edebilmesine dair imkanı olması lazım. Eğer böyle bir imkanı yoksa sınanmıyor demektir. Prangalar eşliğinde yani mahkum edilmiş bir şey için sonuç zaten belli demektir. Kazanabilme ihtimali olmadığı bir sınav düşünebiliyor musunuz? Hangi sınav olursa olsun, sınanan kimsenin istediği takdirde, çabasını, gayretini belli ölçüde ortaya koyduğu takdirde, bundan başarıyla çıkabilmesi esastır. Diğer türlüsüne sınav denmez.Yani bir labirentin içine sokmuşsunuz, çıkışı yok. Her halükarda ne kadar uğraşırsa uğraşsın, ne kadar farklı yolları denerse denesin mümkün değil, kısılmış durumda. Böyle bir şeye sınav denmez. Bizi dünya hayatında irademizle yaratan ve evet bizde parazit duygular var eden Cenab-ı Hak ama bize bu duygulara karşı kendimizi sevk ve idare edebileceğimiz belli cevherler de verdi. Dolayısıyla ilk olarak gerek böyle bir duygunun içerisine düşmüş bir kimseye vereceğimiz telkinde, gerek o duygunun içersine biz düşmüş isek veya gün gelir de düşer isek kişinin böyle bir durumda doğrudan, esasen bilmesi gereken şey, bunun yönetilebilir bir durum olduğudur. Yönetilemez olduğuna dair düşünce biçimleri sadece bir kandırmacadır, kişinin bunun üstesinden gelmesi gerekir. Peki duyguların üstesinden nasıl gelinir? Elbette analiz edilerek, durum incelenerek. Kişinin durumu düşünmesi… Çünkü düşünme becerisi ve yetisi, kişinin akletme donanımı bütün duygularının fevkindedir. Dipte bir yerde ayak altında değil. Kişi akletme düşüncesiyle hepsinin üzerine çıkabilir. Yani en köklü alışkanlıkların, en yerleşik tutkuların bile üzerindedir kişinin düşünme becerisi, akletme yetisi. Durumu değerlendirip durumun eğer karar verirse gereksizliğine, kötülüğüne, yararsızlığına ne kadar onda güçlü bir yer edinmiş olsa bile bundan çıkabilir. Yani öyle alışkanlıklar var ki mesela sigara,alkol gibi. Ne diyorlar; “kafada bitiyor” Kişi durumu değerlendirip “Ben buradan artık çıkmalıyım” kararını verdiğinde, bunun kendisine zarar verdiğini artık iyice değerlendirip bu odaktan çıkıp meseleye yaklaştığında bir karar ile bunu aşabiliyor. ‘’Aşk’’ konusunda beyin ve kalp ikilemi de söz konusu. Yani bilindiği şekliyle insanlar, mantıklı olan tarafını daha beyine dair süreçler olarak görüyorlar. Kalbe dair tarafı da daha duygusal süreçler olarak görüyorlar. Bu yaygın kanaat böyle. O yüzden “aklını dinle” dediğiniz zaman bir aşığa, yani sevda duygusunun etkisinden çık daha mantıklı düşün, bu kişi sana uygun birisi değil, demiş gibi oluyoruz. Ama o bize ‘’yok, kalbimi dinleyeceğim’’ derse o zaman da şunu demiş oluyor; “Yani evet bu birlikteliğin bana uygun olmadığını, zararlı olduğunu beynimle kestirebiliyorum ama kalbimle duyduğum o cazibeye karşı duramıyorum veya kalbimi yeğliyorum, onu tercih ediyorum.’’ Çoğunlukla kullanıldığı şekli böyle. Halbuki biz Cenab-ı Hakk’ın yani bizi Yaratanın, bize anlattığı, bize bizi anlattığı yerde görüyoruz ki esasen akletme kalp tarafına bakan bir şey. Yani kişinin daha ‘’mantıklı düşünme’’ dediğimiz, meseleyi daha serin kanlı ele alma dediğimiz, konuya daha objektif bakabilme dediğimiz tarafı aslında kalple olan yaptığı değerlendirme. Beyin daha sistematik çalışan,daha fonksiyonel ve ruhsuz bir yapı gibidir. Sözgelimi gördüğü bir güzellik karşısında diğer güzeli daha güzel bulabilir, karşılaştırabilir. Daha estetik,hoş bulabilir. Elinde bazı ölçütler ile bunları yapabilir. Bir hard diskteki işlevler gibi işlemler gibi. Ama neticede bunca verinin üzerine daha bütüncül bir anlam kurulacaksa buna karar veren odakta bizim ruhsal merkezimiz, kalbimiz var. O bakımdan muhtemelen tam tersi, tutkuyla bağlanan ve gördüğü o güzele gördüğü bir fizik üzerinden adanan taraf daha ziyade insanın akletmediği, kalbine indirmediği, heva ve arzularının etkisiyle, duygularının etkisiyle kısaca sonuçlandırdığı bir şey. Peki bir insan böyle bir duruma girdiği zaman kalbiyle bu meseleyi nasıl ele almalı? Cenab-ı Hakk'ın dediğine göre insanlardan öyleleri var ki: “Allah'tan başka varlıkları O'na denk tutar da, Allah'ı sever gibi onları severler. Gerçek mü'minlerin Allah'a olan sevgileri ise, her şeyden daha sağlam ve daha kuvvetlidir.” (Bakara-165)
İnsanlardan öylesi var ki bazı şeyleri sevip Cenab-ı Hakk’a denk görüp seviyorlar ve onları Allah'ı sever gibi seviyorlar.
“Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır.” (Âli İmran-14)
Bunlara dair kişinin belli bir sevgisi vardır ve bu sevgiyle onlara bağlanır, bu sevgileriyle mutlu olur veya bu sevgilerin eksilmesinden ötürü hüzne boğulur.. Hepsinin yokluğunda insana belli ölçüde depresif etkileri vardır. Ama irademiz, akleden yanımız bunların hepsinin üzerindedir. Akleden yanımızı işletirsek, irademizi devrede tutarsak hepsini yönetebiliriz ve sevgimizin istikametini de istediğimiz yöne çevirebiliriz. Eğer bunu yapmazsak ne olur? O zaman güdülenen bir varlığa döneriz, bu bizi köleleştirir. Gün gelir bir erkeğin yahut kızın kölesi, gün gelir bir işin, malın, arkadaşın kölesi, gün gelir başka bir sevdanın, tutkunun kölesi halinde yol alırız ki hiçbir zaman kendimiz olamayız.
İnsan pek çoklarını beğenebilir ama aşık olduğunu söylediklerinde o kişiyi bir miktar eşsiz ve benzersiz yani özgün, tekil görme düşüncesi kişide hakim oluyor. Yani “Onu ben kaybedersem başka benzerini bulamam’’ düşüncesi. O yüzden bu bağlantıya yol açıyor. Eğer “Daha iyisi, daha güzelleri de vardır tabii ki’’ diyen bir kimsenin böyle bir tutkuyla kara bir sevdaya girmesi söz konusu olmayabilir. Dolayısıyla belli bir biçimde onu eşsiz algılıyor ve o eşsizliği hemen mantıksal olarak vazgeçilmezliğine dönüşüyor. Çünkü onunla yenişecek, ondan daha güzel birini bulamayacağına kendini kandırdığında o zaman bütün hisleriyle onunla bağlantıya geçiyor ve o vazgeçilmez hale geliyor. İşte yönetilmesi en zor olan duygu bu.
Dolayısıyla kilidi düğümlendiği yerden çözmek lazım. Kilit nerede düğümlendi? “Ondan daha güzeli yok, bunun benzerini bulamam, bundan daha iyisi yok, hayatımda bir kere karşıma çıktı, onu da kaçırmamalıyım’’ düşüncesi içerisinde olunca o zaman ona öyle bir bağlantıyla bağlanıyor ki çıkamıyor o bağlantıdan. Ta ki bu blokajı kırana kadar. Cenab-ı Hak hiçbirimizi, etraftaki hiçbir ilginin mutlak surette mahkumu etmemiştir. Ne malın, ne mülkün ne aşkın ne sevdanın, ne dostun ne arkadaşın ne arabanın bineğin ne kariyerin. Hepsini aşabilecek bir biçimde bize hem akleden bir potansiyel verdi, hem de bunlara dair deneyimler verdi. Bize rağmen deneyimler verdi.
-“O’na benzer hiçbir şey yoktur.” (Şura-11)
O (cc) asla etrafımızdaki benzerlerimizden birisi değil. Belki öyle birine doğru giden sevgiyi, koşut bir biçimde yaşayabiliriz etrafımızdaki sevgiler eşliğinde. Bu güzel bir çıkış noktası, kişi çocuklarıyla koşut bir sevgiyi, o mutlak sevgiye doğru yolculukta kendisine destek kılabilir. Bunun adı; ‘’Allah (cc) için sevmek, Allah'tan (cc) ötürü.’’ Hani “Yaratılanı Yaratandan ötürü sevmek’’ gibi ve bu kapsamın içerisine her türlü, eş sevgisi de, arkadaş sevgisi de, anne sevgisi de, baba sevgisi de girebilir ve bu o büyük sevginin gölgesinde O’ndan (cc) ötürüdür ve her türlü ve çeşidiyle O’nu (cc) hatırlatır. Bütün herkesle birlikte yolculuk O’na (cc) doğrudur. Ama bunlar içerisinde O’nunla (cc) karşıt bir sevgi türü bizi zorlarsa, bizi kendisine çekmeye çalışırsa orada yollar ayrılır. Çünkü O’na (cc) duyulan o mutlak sevgi vazgeçilmezdir. Sebep? Çünkü O (cc) eşsiz ve benzersizdir, O’nu (cc) dengeleyecek, bulunca ‘’Evet, iyi ki onu kaybetmişiz’’ dedirtecek başka hiçbir sevgi yoktur. Halbuki insanlar içerisinde hepsinin yeri dolar hatta bazen daha iyi dolar. Hepsi aşılabilir, geçilebilir, hiçbirimiz vazgeçilmez bir biçimde bir başkasının hayatında yer tutamayız, tutmak da istememeliyiz. Tutmak istersek kendimize tuzak kurarız. Çünkü hiç kimse bunu karşılayamaz. Bize hiç kimse ram olamaz. Çünkü biz de onun o beklediği eşsiz ve benzersizliği ona sağlayamayız. BEĞENDİĞİMİZ BEDENLERİN İÇERİSİNE, HAYALİNİ KURDUĞUMUZ RUHLARI YERLEŞTİRE YERLEŞTİRE KARA SEVDALAR YAŞADIK. Hepsi sonra çöktü, ne bedenler uzun süre bunu kaldırabildi yani güzellik kayboldu, ne de zaten o hayalini kurduğumuz ruhları o bedenlerde bulamadık. Herkes bizim gibi kusurlu çıktı. Birbirinizin kusurlu halleriyle gerçeğe ayna tutup kusursuz olana doğru yol almayı denediğimizde, sahici bir aşkın içerisine giriyoruz.
Cenab-ı Hakk'ın bizimle sevgi ilişkisinin kapısını aralamış olması bile çok heyecan vericidir. Bütün sevgileri yaratan Kudret’in, Zatına (cc) dönük sevginin bunlardan ne kadar üstün olduğunu hayal bile edemeyiz. O yüzden ‘’Kur'an'da böyle bir ayet var’’ dediğimizde, bu ayette Cenab-ı Hakk’ın ‘’Benim kadar seviyorlar’’ demesi olağanüstü. Bize bir fırsattan söz ediyor. Allah (cc) ile sevgi ilişkisinin kurulabilmesi, eşsiz ve benzersiz Kudret. Güzelliği, Kudreti her açıdan, hiçbir karşılığı, benzeri, dengi olmayan ve görüp bildiğiniz bütün güzelliklerin de tek tek Yaratıcısı. Bütün insanları anne karınlarında şekil ve suret vererek O (cc) yarattı.
-Bütün sevgiler O’ndandır (cc), kaynağı O’dur (cc).
-Ya Rabbi! Zatın sevgiyi yaratan, sevgiyi Kendisinden (cc) bütün güzelliklere bahşeden, bunun kaynağı Sen’sin (cc). Bende de bunu var ettin, muhataplarımda da var ettin, aramızdakileri köprüledin, hepsini gördüm. Kul bu yolculuğu yaşadığı zaman akleden yanıyla, o zaman duygularını daha üstün bir duygunun etkisinde yönetebilmeye başlar. Diğer türlü eğer o sarmalın içerisinde kalır ise, eğer onu eşsiz benzersiz düşünmeye devam eder ise: ‘’Bunu kaybedersem mahvolurum, bir daha asla mutlu olmam’’ diye düşünürse, resmi en net karşısındaki görür. Yani maşuk olunan görür oradaki takıntıyı. İşte takıntı dediğimiz şey bu. Dolayısıyla ‘’aşk’’ denilen ve en çok etrafta tedavülde olan şeyin aslında gerçek adı takıntıdır çünkü gerçeği yok. Formüle itiraz etmiyorum, formül eşleşmiyor yani bu yaklaşımını giydirdiği kişi de o yok. O yüzden takıntı diyorum. Yani onu eşsiz görüyor, benzersiz görüyor, onsuz hayatının kararacağını, asla mutlu olamayacağını düşünüyor. Vazgeçilmez olarak değerlendiriyor, bu takıntıdır. Böyle bir kimseden korkulur. Çünkü bu onsuz hayatının çekilmez olacağını düşündüğü için o zaman ‘’ya olacak ya da olacak’’ diye, hani ‘’ya benimsin ya toprağın’’ misali bir körelmeden söz ediyoruz. Buradan cinayetler çıkabilir. Çünkü adam: ‘’Madem ben bundan sonra artık hep bu acıyı, bu karanlığı yaşayacağım… Bu ölüm gibi bir şey. O zaman şimdiden öleyim hani o da ölsün ben de öleyim. Böylece bu iş bitsin’’ gibi bakıyor. Dolayısıyla şeytanın çekmeye çalıştığı kıskaç hep bunu düşündürmek: “Onun gibisi yok, onun gibisi yok, o çok harikulade. O sana denk geldi, senin ruh ikizin, sakın onun elinden çıkarma!’’ Bu denli dominant bir yaklaşım karşı tarafta baskıladığı için çoğunlukla ona da itici geliyor. Bir de Cenab-ı Hakk'ın sınavda bir ilkesi var: Kendisi’ne (cc) atfetmen gerekeni başka neye atfedersen çekiyor elinden alıyor. Çünkü bu kadar düzeni kuran Kendisi (cc) hatırına kurmuş, bizi çok önemsiyor. Duyduğumuz sevgi büyük bir kıymet, bunu yönetebilme potansiyelimiz önemli bir potansiyel bizden başka canlılara verdiği bir şey değil. Akledip O’nun (cc) en üstün mutlak sevgiye layık olduğunu görebilmek ve O’nu (cc) tanıyabilmek olağanüstü bir fırsat. Dolayısıyla labirentte yanlış tarafa gittiyse Cenab-ı Hak kulundan hemen vazgeçmiyor. O çok önem atfettiğini ya elinden alıyor ya onun öyle olmadığını bir zaman sonra ona gösteriyor yani o deneyimden doğru çıkmasını sağlıyor. Dönüp geçmişe, yıllara baktığında: ‘’Ya körkütük aşıktık ya, ne bileyim ya, öyle düşünüyordum.’’ O deneyimi doğru değerlendirmesini sağlıyor. Ne hatırına? Formül mü yanlıştı? Hayır, formül yanlış değil, eşsiz ve benzersiz olan her şeyden vazgeçilerek sevilir, bu formül doğru.
“İnsanlardan öylesi de vardır ki, kendisini Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya adamıştır. Allah, kullarına çok şefkatlidir.” (Bakara-207)
İnsanlar içerisinde öylesi var ki Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak yani O (cc) memnun olsun diye her şeyini, kendisini harcar, satar. Yani ölesiye, varlığını heder eder. ‘’Yeter ki O (cc) benden hoşnut olsun, razı olsun.’’
Dolayısıyla doğru yerde kullanıldığında formül çalışıyor, eşsiz ve benzersiz olana bu tutkuyla bağlanıldığında sonuç güzel oluyor. Allah (cc ) o kendini heder edeni, helak etmiyor, katına alıyor. Kendi (cc) uğrunda, O’na (cc) duyduğu sevgiyle bütün diğer sevgileri bu uğurda harcayan kimse içinde öz sevgi de var. Öz sevgi ne? Kişinin kendi varlığına duyduğu sevgi. Ama Allah'a (cc) duyulan sevgi, Var Eden’e (cc) duyulan sevgi öz sevgiyi de baskılıyor. Özü de varlığı da hatta sevebilmeyi de Yaratmış. Kulun Rabbini tanıyarak O’na (cc) sevdalanması ve buluşma gününe… Çünkü bütün sevdalar vuslata gebedir. En azından vuslat ihtimaline gebedir. Çünkü dünyadaki sevdaların çoğu demin söyledik ya Cenab-ı Hakk, vuslat ihtimalini zora sokar. Vuslata getirse bile vuslatmış gibi yapar ama hiçbir zaman onlardan o beklenen sonuç ortaya çıkmaz. Yani o sonsuz eşsiz ve benzersiz beklenti karşılığını bulmaz. Cenab-ı Hak hepsini çürütür, buluşturarak da çürütür buluşturmadan da çürütür.
-Neyi, nerede, nasıl harcıyoruz? Bütün ölçütler, birimler aslında sevgi üzerinden ölçülebilirmiş demek ki. Bu kez Cenab-ı Hakk’a duyduğu sevgi uğrunda mala duyduğu sevgiden vazgeçebiliyor. Cenab-ı Hak her neye sevgi duyarsanız duyun, bunları Bana (cc) duyduğunuz sevgiyle yarıştırır hale gelir iseniz ve bunlarla yenişirseniz, bunlar sizi yenerse, baskılarsa; kaybedersiniz. O yüzden karşı karşıya gelirse yollar ayrılır, doğal olarak.
-Allah’a (cc) duyulan sevgiyle hayatta karşı karşıya geldiğimiz her yerde, vazgeçilebilir olarak hangisini tayin ediyorsak diğerinin lehinde karar alıyoruz demektir. Çocuğumuzu vazgeçilemez görüyorsak; Allah (cc) tarafından vazgeçiyoruz demektir. Çocuğun dediği oluyor demektir. Eşi, sevgiliyi vazgeçilmez görüyorsak, Allah'ın (cc) dediklerinden vazgeçiyoruz demektir. Çünkü Cenab-ı Hakk modeli hep böyle uygular. Bizim sevgi ile neye bağlanıyorsak hemen o piyonlarını karşı unsurları hemen onun etrafına dizer. Cenab-ı Hakk'ın ‘’hayır’’ dediği şeyler oracıktadır çünkü biz sınanmak üzereyiz. Burada ideal bir ortam oluşturulmuş, mutlu olalım diye var edilmiş değiliz. Dolayısıyla en keskince bakış açısı ve en doğru durumu hani hemencecik çözen bakış açısı, konuya sınav merkezli bakan bakış açısıdır. ‘’Gönlüm buna bu kadar aktığına göre, ne büyük sınavlar yaşayacağım demek ki bunun üzerinden’’ diyebiliyorsak doğru görüyoruz önümüzü demektir.
-Duyduğumuz çeşitli çeşitli sevgilerin etkileri üzerimizde işliyor bu doğru ama bu etkilere karşı kendimizi muhafaza edip bundan çıkabilecek bir potansiyelimiz var. Alternatifsiz, eşsiz, benzersiz, güzel bir sevgilimiz var. Şairin dediği gibi: ‘’Uzatma dünya sürgünümü benim ey Sevgili.’’ Eğer onu göz ardı edeceksek inanın, bizi en basit sevgiler bile kolayca avlar.
Prof. Dr. Hfz. Halis AYDEMİR
https://www.youtube.com/live/UrQhFty8EF8?si=4rbpUOv8dWsWtNJT
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder