KONU: VARLIĞIMIZ FARKINDALIĞIMIZ
(Bursa/Görükle Gençlik Merkezi 18.Ekim.2019 tarihli söyleşiden kesitler)
-Cenabı Hakk’ın yaratıp hayata gönderdiği varlığımız.. Bu süreçte elbette bir taraftan sürekli maruz kalınan büyüleyici bir dünyanın etkisi söz konusu. Kendisini adeta sürekli var olacakmış ve sürekli kalıcı olacakmış gibi bir havada propaganda ediyor ve kendisini öyle davet ediyor. Halbuki genel büyüklüklerine baktığınız zaman, ömrün zaten sınırlı olduğu açık; üç günlük... Kısa olduğu zaten belli ama buna rağmen hayat bu ayıbını yenebiliyor. Hayat bu ayıbını yenerek bizi kendisine davet ederken sürekli kalıcı bir davetiye çıkarabiliyor. Ve biz zaman zaman onun bu propagandasına ve kampanyasına prim verebiliyoruz ve kapılabiliyoruz. Bu kapılmayı önlemek adına Cenab-ı Hak ‘’tefekkür’’ dediğimiz, kendi içimizde bize bir dünya oluşturmuş. Biz o dünyamızda zaman zaman yalnızlaşıyoruz.
-Kendi kendimizle baş başa kaldığımız zamanlarda tercihimizi ne yanda kullanacağız? Hayatta kaldığımız zamanları değerlendirecek miyiz, kıymetlendirecek miyiz? Gidişatımıza, istikametimize, geleceğimize dair düşüncelerimize sahip çıkacak mıyız? Yoksa bu bizi rahatsız mı ediyor? Farkındalığımız bize eziyet mi oluyor? Gerçekler mutluluğumuzu yerle bir ediyor ve cehaleti tercih ediyoruz çünkü bilincimiz bizi rahatsız ediyor. Dolayısıyla bilinçsiz ama sahte ve geçici de olsa mutlu kalmayı tercih ediyoruz...
-“Eee... Sonra ne olacak?” sorusu aslında çok hayati.
Annemin tipik bir sorusudur. Hayatı hep bununla tüketir; “Eeee ne olacak?’’ Neyin önüne getirirseniz getirin, bu iki kelimelik sorusu ile adeta bütün heyecanı da yok eder, öldürür.
Siz bir şeyler hesaplıyor planlıyorsunuzdur şöyle üç, beş, on yıllık kariyer planları mesela. Annem hemen sonrasında sorar ‘’Eee, ne olacak?’’ der. Siz bir-iki belki bir şeyler söylerseniz; aynı soru kendisini tekrar eder ‘’Eee? Ne olacak?’’
Sonrası... Sonrası yok işte. Hayatın bittiği, anlamsızlaştığı andır o an.
Sonrası yok işte, hepsi bu kadar..
Sonra herhalde öleceğiz, diyerek o ‘yok oluşu’ ifade ettiğimizdir. Eğer hayatı bütün ağırlığıyla -ki çok fazla bir şey etmiyor bu soru karşısında bile tükeniyor- bu şekilde hızlıca tüketmez isek ve sonrasında da anlamlı bir gelecek aramaz isek; biz bilinçten korkuyoruz demektir!!!
-O zaman varlığın manasını ne? Varlık anlamsız olabilir mi? Kendi içinde baktığımızda bir anlam bulamadık; çünkü tükeniyor, karşılıksız kalıyor.
O zaman ötede bir anlam ve karşılık olmalı dediğimiz zaman göklerin ve yerin yaradılışını tefekkür edip sonra Yaratıcı’ya yöneliriz: “Rabbimiz; Ey var eden Kudret, Sen bunları boş yere yaratmadın!.. Gökleri,yeri, bizi boş yere yaratmadın...” (Âl-i İmrân-191)
-Dünya ölçeğindeki kahredici ve yok edici düşünceden, Âhiret ölçeğindeki kalıcı ve var edici düşünceye geçiş yapabiliriz ve ancak öyle bir farkındalıkla varlığımızı, üst düşünceye ve kalıcı bir varlığa dönüştürebiliriz. En önemlisi bunun arayışı içerisinde bir ufka sahip olabiliriz. Artık ondan sonra bizi ne Dünya ne de Dünyadakiler kandırmaz! Kandırmaz yani doyurmaz.
-Artık farkındalığı oluşan bir insan beyni makro planda bir düşünceye geçer. Bu çok az insanın yöneldiği bir düşünce biçimi;
Gökler niçin var!
Yer ve yerin üzerindeki ben niçin varım? Eğer diyorsak ki BUNLAR ANLAMSIZ OLAMAZ...
O zaman anlamın peşine düşmüşüz ve Yaratıcı’ya anlam hususunda bize yol göstermesini istemişiz demek. Bu da hidâyet beklentisine dönüşüyor ve bu çok önemli bir basamak... Kişinin varlık temelinde bir düşünceye ve sonrasında önemli bir farkındalığa gelip bu farkındalıkla varlığın Sahibi’ne hidâyet talebi ile yönelmesi... Bu çok önemli bir aşama.
-Bizim her namazda durup Cenab-ı Hakk’a:
“Bu farkındalık ile bize yolumuzu göster... Birazdan hayata gireceğim, önüme onlarca seçenek açılacak. Sen bana benim yolumu göster. Benden istediğini... O seçeneklerden hangisi Seni memnun edecekse onu bana göster. Çünkü ben artık hayatı Senin adına yaşamam gerektiğini ve Seni memnun etmem gerektiğini sezdim. Hayatın Sahibi!.. Sen!.. Her kimsen!.. Her nerede ve nasıl isen!.. Ben vâr edici olarak tanıdım seni... Gökten suyu indiren, insanları yaratmış olan, gezegenleri var etmiş olan, şu an bana nefes aldıran, soluduğum havayı, içtiğim suyu, yediğim yemekleri, kendileriyle ünsiyet oluşturduğum etrafımdaki insanları, doğduğumda annemi, annem üzerinden emdiğim sütü, hepsini.... Bu süreçte bana hazırlamış olan ey Kudret!..’’
-Bir şey çok küçük diye anlamsız olmaz! Kendimizi fezâdaki çok küçük bir gezegende ve gezegenin üzerindeki çok küçük bir varlık olarak düşünüp sonrasında da; “Rahat olalım arkadaşlar, bir anlamımız yok! Öylesine devineceğiz, tepineceğiz, bir şekilde yaşayacağız ve yine öyle anlamsız bir şekilde yok olacağız!
Dolayısıyla ‘bir sorumluluğumuz yok!”diye bizi sorumluluğa sevk eden düşüncelerden ve sorulardan kurtulamayız. Farkındalığımızı böyle öldürerek veya öldürmeye çalışarak kendimizi kandıramayız. Yaratıcı’nın oluşturduğu varlık sistemindeki farkındalığımızın sinir uçları dış dünyadan beslendikçe bizi rahatsız ediyor. Bu varlık içerisinde gördüğümüz her şeyden nem kapan bu akleden yanımız bize, Yaratıcı’ya karşı sorumluluğumuzu ve Kendisi’ni gündeme getiriyor.
-İnsan varlığın farkındalığa dönüşmesi gereken kısmı ihmal ederse, Yüce Yaratıcı’nın sisteminde cezalandırılıyor.
Bir kimsenin akletme nimetini hoyratça tepip kullanmayarak, hayatın hep sonlu döngüsü içerisinde kendisini harcaması, çok önemli bir suç!
-Akletmeyen kimseler, yani farkındalığını yok etmek için gözlerini kapatmış, ilgi duyduğu yemek, ilgi duyduğu şeyler, her ne ise zevk aldıkları, hayatın zahirine dair olan şeylerin dışındaki hiçbir şeye bakmaz, hiçbir şeye kulak vermez.. Onun haricinde eğlendiği ve zevk aldığı işte, hayatın o kısıtlı döngüsünde, o sarmalın dışında kendisini uyandıracak, farkındalığıyla ışık tutacak hiçbir şeye yönelmeyen bu kör, sağır tipler...
Cenab-ı Allah diyor ki; ‘’Benim katımda bunlardan daha beteri yok’’
En mücrim bunlar, en suçlu bunlar, en zalim bunlar! Akletmemek, Allah'ın nazarında en büyük suç ve bunları kalıcı bir Cehennem azabıyla cezalandırılacağını söylüyor Cenab-ı Hak. Ne büyük bir nimetmiş...
Bazen insan diyor ki; “Böyle bir nimet olmayaydı da hayvanlar gibi yiyip içip...”
Öyle ya bu nimetin sorumluluğu ne kadar ağır! Böyle bir nimet ve böyle bir potansiyel ile Yüce Yaratıcı’yı tanıyıp sevebilmek ve alemlerin Yaratıcısı ile sevgili olabilmek hayali ve imkanı ki çok üstün bir şey! Siz öyle bir zengin ile öyle bir güçlü dostluk kuruyorsunuz ki, O’ndan ötesi yok!
-Allah’ın büyüklüğünü, gücünü, kudretini, azametini tanıdıkça kişinin kendisini ancak O’na taparak, yani secdeye vararak kendisini önünde yerle bir etmesi; ki bu farkındalığın tavana çıktığı bir andır!... Bütün gücü ve kudretiyle alemlerin Rabbine öyle bir yöneliyorsunuz ki; “Ben Sen’in ilmini düşündüm, şöyle bir inceledim, araştırdım; fezaya baktım, bulutlara vs...” Yeni doğan çocuğa baktın, yavrulayan bir canlıya ya da ne bileyim etrafınızdaki herhangi başka bir şeye... Etrafta hep Yüce Yaratıcının bilgi ve kudreti işliyor.
Eğer farkındalığı ile Yaratıcı varlıktan var ediciye aklederek o köprüyü kurmaya başladığında insan;
Yüce Yaratıcının esirgeyişini...Yüce Yaratıcının rahmetini...Yüce Yaratıcının ilmini, kibriyasını, büyüklüğünü keşfettikçe; O’na sığınmak... O’na yakın olabilmek... O’na olan hayranlığını ifade edebilmek için yapabileceğimiz en güzel şeyin TAPMAK olduğunu anlıyorsunuz.
-Bu kadar büyük bir zenginlik, bu kadar büyük bir ilim, güç, kudret sahibi bir Yarartıcı ki..
Güç; O’ndan gayrı hiç kimsede yok...
İlim; O’ndan gayrı hiç kimsede yok, bütün ilim O’nda...
Bütün güç, bütün bilgi ve tüm kudret O’nda... Rahmet’in ve esirgemenin kaynağı, Rahman ve Rahim!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder