KONU: KİBİR
(Bursa/Görükle Gençlik Merkezi
6.Ocak.2023 tarihli söyleşiden kesitler)
-Kibir konusu içinde büyüklenmenin veya büyüklüğün yer aldığı kişinin etrafında diğer kimselere karşı üstünlük sağlamaya çalıştığı bir duygu. Büyüklenme dediğimiz diklenme dediğimiz kişinin benlik merkezinde olan bir üstünlük arzusu beklentisi ve buna dair bir güven hâli. Basite almamamız gereken bir duygu biçimi çünkü sadece bir insanın bir başka insana üstünlük kurduğu yerde karşımıza çıkmıyor bir de Allah’a (cc) karşı kişinin O’nunla (cc) boy ölçüştüğü Cenâb-ı Hakk ile kendisini büyüklenecek düzeyde abarttığı dolayısıyla da Allah’ı (cc) takmadığı umursamadığı, saymadığı kişiyi bu düzeyde kışkırtacak kişiye bu düzeyde gereksiz bir özgüven sağlayacak ve onu böylece heder edecek bir duygu. O bakımdan Kur’an-ı Kerîm’de güçlü bir biçimde vurgulanan duygulardan bir tanesi büyüklenme duygusu, kendini yüksekçe üstün görme duygusu. Allah’ı (cc) yalanlamanın ayetleri yalanlamanın, Cenâb-ı Hakk’ı umursamamanın, kulun kendisini bir bakıma özerk, bağımsız görme arzusunun kayıtların dışına taşmanın beklentisi. Hâlâ bugün insanlığın yürüdüğü yolculukta bir gün elde etmek istediği bir beklenti aslında. Cenâb-ı Hak bunun karşılık bulmayacağını söyledi.
-İçinde bulunduğumuz ortamda Cenâb-ı Hak var ettiği kısıtlar ile en çok da bu duygumuzu önleyecek bir boyutta bizi yaratmış. Şu an içinde bulunduğumuz ortamda kendimizi o kadar çaresiz hissediyoruz ki bir defa tavan bulamıyoruz, o kadar mı küçüğüz biz? Yaratılış şöyle tavanlı olsaydı hani yukarıda bir yerlerde bir tavan, gidip tavanı bulursun en azından ortamı etraflıca kuşatmış önünü arkasını görmüş olursun. Fakat Cenâb-ı Hak böylesine geniş bir ortamda bizi yaratmış ki yani kendimizi, baktığımız bu ortamda yol alacak olsak bile şu ana kadar keşfettiğimiz kadarıyla ucunu bucağını ömrümüz yetmiyor. Hani ışık hızına kavuşsak bile en yakın galaksiye gitmeye bile ömrümüz yetmiyor. Binlerce,yüzbinlerce yıl ışık hızına bile ulaşsanız bulunduğunuz galaksinin dışına bile çıkamıyorsunuz, bulunduğunuz ortamda ömrünüz ve bulunduğunuz ortamda mekân itibariyle çok kısıtlı bir alanda mahpus durumdasınız… Hepimiz hapsedilmiş durumdayız. Cenâb-ı Hak bizi bu denli geniş,büyük bir ortamda kendimizi küçücük ihmâl edilebilir hissedecek düzeyde yaratmış, Var Eden böyle var etmiş. Acaba içimizdeki büyüklenmeye dönük korkunç potansiyelimizi mi bize zapt etmemiz için elimize araç veriyor? Bazıları bunu ‘’ihmal edilebilir düzeyde basit bir ortamdayız, varsın kendimizi ihmal edelim çok da önemli değiliz çünkü ortam çok büyük biz de o kadar mini minnacığız’’ diyor ama şunu da biliyor aynı zamanda biz öyle bir rüyanın peşindeyiz ki insanlık ilk defa gezegenler arası bir nesle dönüşmek istiyor. Yakındaki bir gezegene sıçramanın neredeyse arefesindeyiz, uzayda bir istasyon kurabilmiş durumdayız. Dolayısıyla bugün yakında bir gezegen olur yarın paradigma değişir, teknoloji daha da ilerler. Sonrasında başka bir gezegene sonra başka bakmışsın galaksiye de uzanabiliriz. Dolayısıyla biz yayılmaya çoğalmaya başladığımızda o zaman ortam bayağı geniş, ilerde herkese bir gezegen düşecek yahut herkese belki bir galaksi düşecek kadar geniş bir ortamdayız dediğimiz hayali kurabiliyoruz. Dolayısıyla büyümek isteyen, yayılmak isteyen, daha fazlasına sahip olmak isteyen yanımız henüz buna dair makûl gerekçelere, araçlara kavuşmasa bile içimizdeki o tutkun sahip olma ele geçirme ve yönetme arzusu, kullanıp tüketme arzusu, içinde bulunduğumuz gezegeni iflah olmaz bir şekilde neredeyse fesada uğrattı. Çokları ‘’artık bu gezegeni yeterince ifsad ettik, geri dönülmez bir biçimde neredeyse heder ettik, yeni şeyler aramalıyız’’ diyor.
Dolayısıyla içimizdeki açlığın farkındayız, içimizdeki sahiplenme dürtüsünün farkındayız. İçimizdeki had bilmez hudut sınır bilmez tutkuyu hissediyoruz. Dolayısıyla bu denli uçsuz bucaksız alemde, içimizdeki insandaki bu hisler büyüklenme, sahip olma arzusu. Taa Hz. Adem’de (a.s) bile ki ona dilediğine kavuşabildiği bir cennet ortamında şeytanın gelip buna sahip olabilmek ve böylece sonsuzlaşabilmekten söz ettiği yerde buna kendi içinde yönelecek bir taraf buldu ve bu suçu (Cenâb-ı Hak ‘’isyan’’ diyor) işleyebilecek bir adım attı. O bakımdan biz kendi varlığımızı eşya üzerinde en büyük tehdit olarak görebiliriz. Bazıları ‘’evrendeki en büyük tehdit biziz’’ diyor. Çünkü bulunduğu ortamı sürekli değiştirip dönüştüren ve bunu kendisi uğrunda ucu nereye varacak olursa olsun tüketen bir varlıktan söz ediyoruz. Ortama bile saygısı yok, kendi üstünlüğünü her şeye dikte ediyor. Çevreye de dikte ediyor, havayı kirletmeyi, sonucu kendisine dönecek olsa bile bugün için sanayileşmeyi daha çok ürüne kavuşabilmeyi daha ucuz mamüller elde edebilmeyi eğer sağlıyorsa bir hudut tanımıyor. Kendisine bunu ‘’Hayır yapamazsın’’ diyecek bir kudrete de boyun eğmek istemiyor. Dolayısıyla insan ferman dinlemeyen, hudut dinlemeyen yanıyla müstekbir bir varlıktır. Cenâb- ı Hak içimizde var olan bu istikbar ile baş edebilmemiz için bize güçlü araçlar verdi. Başta Hz. Adem’in (as) ve şeytanın kıssasını anlattığında söz dinlemeyen, büyüklenen, diklenen iblisten söz ederken ona niçin böyle yaptın?
“Allah, ‘Ey İblîs’ dedi, ‘Kendi ellerimle yarattığım şu varlığın önünde secde etmekten seni alıkoyan nedir? Büyüklük mü taslıyorsun yoksa ululardan mısın?’” (Sad-75)
Cenâb-ı Hakk’a, Yaratanın buyruğuna karşı emredileni yapmamak hususunda emirden kaçındı, emredileni yapmadı ve sonra büyüklendi ve sonra kafirlerden oldu.
-Büyüklenme dediğimiz şey daha büyük makama karşı işlendikçe cürüm daha da abartılı hâle geliyor. Yani evde annesine babasına yapıyor, sonra okulda öğretmenine yapıyor, sonra sokakta bakmışsın kolluk kuvvetlerine yapıyor. Sonra belli makamlarda insanlara yapıyor, sonra devlet otoritesine yapıyor, sonra da her şeyin sahibi ve Maliki Allah’a (cc) karşı dikleniyor, büyükleniyor. İnsanın böyle bir yanından söz ediyoruz. Cenâb-ı Hakk buyurdu ki: “İçinde ebedî olarak kalacağınız cehennemin kapılarından girin! Ululuk taslayanların yeri ne kötü!” (Nahl-29)
İşte mütekebbirlerin büyüklenenlerin yatacağı,kalacağı ne kötü bir yerdir orası.
-Kuşkusuz büyüklenme yani diklenme insanlarda gözlemlediğimizde en irite edici, en rahatsız edici duygudur. Trafikte görürsün mesela hiç kural tanımıyor, bakmışsın hani ufacık uyaracak olursanız duruyor, arabanıza geliyor vuruyor, kendisini ne sanıyor bilemezsiniz. Niçin böyle yapıyor, diğer insanları aşağılıyor, kendisini üstün görüyor, büyükleniyor, toplum olarak bazıları ırklarını üstün görüyorlar, kendilerini böylece diğer insanlara dayatıyorlar, dikte ediyorlar. Başkaları kendi servetlerinden ötürü kendilerini üstün görüyor diğer insanlara kural tanımıyor, arabasını başka türlü park ediyor, önümde yürüyemezsin, benim oturduğum yerde oturamazsın, bana yaklaşamazsın diyerek insanları eziyor. İstikbar,büyüklenme duygusu en çok da yatayda kendi aramızda yapıyoruz. Cenâb-ı Hakk'ın haber verdiğine göre hayattaki yolculuğumuzda en çok da bunu yapıyoruz.
“Bilin ki dünya hayatı, bir oyun, bir eğlence, bir gösteriş, aranızda bir övünme, mal ve evlâtta bir çokluk yarışından ibarettir.” (Hadid-20)
Aranızda bir üstünlük yarışı, dünyada biraz daha imkâna kavuşuyor geliyor arkadaşına caka satıyor, onu küçümsemeye başlıyor... Kardeş bile bunu kardeşine yapıyor, biri daha güzel okul kazanırsa ‘’ee ben kazanırım’’ diyor. “Sen yapamazsın, sen oldu bitti şöylesin,böylesin” demekten zevk alan,diğer insanlara karşı bunu tatbik etmekten kendisini iyi hisseden bir varlıktan söz ediyoruz. Cenâb-ı Hakk diyor ki:“Onların göğüslerinde hiçbir zaman tatmin edemeyecekleri bir kibirden, hiçbir zaman ulaşamayacakları sana üstün gelme duygusundan başka bir şey yoktur.” (Mümin-56)
-Ele geçen imkânlar ile kişi kibir duygusuyla baş edebilmek hususunda belli bir sınavın içerisine çekiliyor. Koşullarımız değişiyor, bu kez o büyüklenme potansiyelimizle baş etmemiz bekleniyor. Kendimizi diğer insanların üzerinde hükümran, onları aşağılayan mı göreceğiz? Çok mal mülk sahibi olduk diye diğer insanlara lüks araçlarımızın penceresinden böyle yarı insanımsı varlıklar gibi mi göreceğiz? Aşağılayıp onları küçük mü göreceğiz yoksa “Ya dün de biz onlar gibiydik, Cenâb-ı Hak bize lütfetti ve şimdi biz onları dünkü biz olarak aynı şeyleri onlarla paylaşan kimseler mi olacağız?
-Kibir dediğimiz duygudan Cenâb-ı Hak kendimizi kurtarabileceğimiz, buna kendimizi bırakmayacağımız kadar bizi kendimizi yönetebileceğimiz ve zapt edebileceğimiz araçlar verdi. Başta akleden yanımız, düşünen tefekkür eden yanımız. Cenâb-ı Hak, hepinizi bir insandan yarattık, ondan eşini ve ikisinden erkekler kadınlar çoğalttık. Dolayısıyla siz aynı ailenin çocuklarısınız, bakın birbirinize. Buluşup hangi renkten olursa olsun evlilik yapsanız çocuklarınız oluyor, aynı türdenseniz.
-“Kuşku yok ki iman edenlerin, insanlar içinde en amansız düşmanlarının yahudiler ve şirk koşanlar olduğunu göreceksin. Yine, onlar arasında iman edenlere sevgi bakımından en yakın olanların da, “Biz hıristiyanız” diyenler olduğunu göreceksin. Çünkü bunların içinde (insaflı) keşişler ve rahipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar.” (Maide-82)
İman edenlere karşı en güçlü adaveti, düşmanlığı sergileyenlerin Yahudiler olduğunu göreceksin. Niçin dersiniz? En çok istikbar onlarda, en çok kendilerini insan üstü gören düşünce…
“Yahudiler ve hıristiyanlar, “Biz Allah’ın oğulları ve sevgili kullarıyız” (Maide-18)
Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz, özeliz biz dolayısıyla biz sizden üstünüz, esasız, merkeziz biz. Sizler etrafımızda bize yardım etmesi, kulluk kölelik yapması beklenen ikinci sınıf, üçüncü sınıf varlıklarsınız. Dolayısıyla istikbar diğerlerini adavete, düşmanlığa dönüştüren ve bunu da işin ilginç yanı aklayan bir düşünce çünkü eğer müstekbir olmasa kendisini üstün görmese bu cürmü aklıyamıyor.
-Ne zaman müstekbirlerle, büyüklenip diklenenlerle karşılaşsam o zaman cehennem dediğimiz yer beni onlara karşı olan öfkeme karşı biraz sakinleştiriyor. Hani ‘’yaşasın cehennem’’ dediğimiz var ya ancak müstekbirleri gördüğünüzde ‘’işte böyleleri hak ediyor’’ dedirtiyor. Bu duygunun kişiyi iflah olmaz bir biçimde Cenâb-ı Hak ile boy ölçüşecek yere kadar götürmesinden söz ediyoruz ama bu duygudan sıyrılırsa, haddini bilirse, kendini yönetirse böylelerinin akıbetlerinin iyi olacağını biliyoruz... Sözgelimi Hristiyanlar, Cenâb-ı Hakk’ı Yahudileri bu iflah olmaz tekebbür duygusuyla nasıl akıbetlerini kararttıklarını bize haber vermişken Hristiyanlara sözü çevirdi. Meveddet, sevgi duygusu açısından iman edenlere karşı en yakın olanlarını da “Biz Hristiyanız” diyenleri göreceksin. Hristiyanlar içerisinde Müminlere sempati ile bakan, onlara gönül olarak daha yakın duran kimselerden söz ediyor Cenâb-ı Hak. Niye derseniz tam da ayet öyle devam ediyor. Onlar içerisinde, bulunan hahamlar, papazlar için Cenâb-ı Hak onların da Müminlere karşı sempatiye dönüşen yanlarını söyledi, istikbar etmezler dedi. Büyüklenmezler, diklenmezler.
Demek ki Hristiyanlar içerisinde büyüklenmeyi,diklenmeyi terk etmiş, hakkı görünce duran her insan belli bir onur taşıyor. Başkasının hukukunun başladığı yerde ‘’o da benim gibi insan, bunu ona yapmaya hakkım yok’’ dediği yerde frenliyor. Bu duyguyu yönetmekten söz ediyoruz. Cenâb-ı Hakk'ın ölçüsü önüne geldiğinde yine kendisini zapt edip durabilmesi. Aşması ise tekebbür, tecavüz etmesi ise tekebbür,
hududu geçmesi ise tekebbür. Eğer kendisini yönetebiliyor hudutlar da duruyor ise böyle kimselerin akıbetinin iyi olması umulur.
-“Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri âyetlerimden mahrum edeceğim. Onlar, bütün mûcizeleri görseler de iman etmezler; doğruluk yolunu görseler onu izlemezler. Fakat eğrilik yolunu görürlerse hemen ona saparlar.” Bu durum, onların âyetlerimizi yalan saymalarından ve onlardan gafil olmalarından ileri gelmektedir.” (Araf-146)
Yalancı, hakkı yok sayan, müstekbir.. Böyleleri öyle olacak ki rüşt yolunu görseler ona tabi olmazlar, hakka hakikate rüşde ama azgınlık yolunu görse ona tabi olacaklar. Sebep ne? Tekebbür ediyorlar. Tekebbür eden büyüklenenleri Allah (cc) hidayete muvaffak kılmayacağını söylüyor.
“Onlar, kendilerine ulaşmış kesin bir kanıt olmadan Allah’ın âyetleri hakkında tartışmaya girişirler. Bu tutum, gerek Allah yanında gerekse inananlar yanında büyük bir nefrete sebep olur. Allah, kendini beğenmiş her zorbanın kalbini işte böyle mühürler.” (Mümin-35)
Allah her mütekebbir kalbi mühürler.
O cebbar, kendisini üstün sayan mütekebbir var ya Allah (cc) onların kalplerini mühürler. Bunu bazıları doğuştan zannediyor Allah (cc) doğuştan kalbini mühürlemiş sonra da acıyor ‘’Ya bunlara Cenâb-ı Hak mühürlü kalplerle yaratmış, garibim hakkı anlayamazlar hocam! Bunlara yazık değil mi?’’ Öyle doğuştan mühürlü kalple kimse doğmuyor. Doğduğumuz kalpler selim olan kalpler.. Kalpler tekebbürle,kötü davranışlarla birlikte kararıyor,
kapatılıyor, mühürleniyor.
-Anlamamız gereken şu ki eğer tekebbür varsa ve tekebbür bende ise bu beni eninde sonunda imha edecektir. Kendimi diğer insanlardan üstün görüyorsam; ırkım dolayısıyla, dilim dolayısıyla, zekam dolayısıyla, boyum posum dolayısıyla, bilgim ilmim. En çok da ilim, insanlarda üstünlüğe yol açan şeylerden bir tanesi de ilim hatta ‘’ilim mi mal mı” derseniz ilim derim.
-Büyüklenme kendini bir şey zannetme duygusu bu. Eğer kullar arası büyüklenmeyi kendi aramızda durdurabilirsek ‘’doğru olanı gördüğümde doğruya doğru diyeceğim, doğru benim aleyhime olduğunda, büyüklenip ‘Hayır hayır doğru değil o, demeyeceğim.’ Ben kim oluyorum ki bir işin doğrusu neyse o haddimi bileceğim’’ şablonumuzu değiştirip bu şablonu kullanmaya başladığımızda o zaman Allah (cc) önümüzü açıyor, bize hidayet ediyor. Hakkı hak olarak görmeye ve tanımaya başlıyoruz yoksa istikbar şablonunu kullanırsak, Cenâb-ı Hakk diyor ki ‘’Benim ayetlerim onlardan savacağım. Onlar her ayeti görseler bile iman etmeye, ayetlerime tutunmaya muvaffak olmayacaklar.’’ Önce bir istikbardan vazgeç, önce alfabenin ilk harfini bir doğru oku, önce en basit doğruları, en basit gerçekleri tanı. Etrafındaki insanlarla omuz hizasında bir ilişkiyi kur, kendini diğer insanlarla eşit gör.
Tevhitte biz “Her şey O’nun kuludur”diyoruz. Peygamberi de O’nun (cc) kuludur, Melekleri de O’nun (cc) kuludur, Ruhul Kudüs'te O’nun (cc) kuludur hepsi O’nun (cc) kuludur. Yegâne üstün olan, Yegâne Kudret ve Var Edici O’dur (cc). Kuvvetin hepsine sahip olan, her şeyi yaratmış olan, diğerleri hepsi kul, biz gibi birbirimizle aynı ligdeyiz, bir tarağın dişleri gibi. O bakımdan İslam'da Allah'tan (cc) gayrı böyle uluhiyet kesbeden, ara kademede böyle nüfuzlu Allah'ın (cc) bazı otoritesini vesaire kullanan ve böyle şeyler yok.
Prof. Dr. Hfz. Halis AYDEMİR
https://www.youtube.com/live/kZIBeFgtbms?si=UU8xsmhNJPRHP_PA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder