31 Ekim 2023

Gençlerle Söyleşi-98

KONU: CENNET


(Bursa/Görükle Gençlik Merkezi 

25.Kasım.2022 tarihli söyleşiden kesitler)


-Gelip geçici bir hayat yaşıyoruz, her şeyi bitiyor. Hiçbir şeyin kalıcı bir tarafı yok. Dolayısıyla kalıcılığı bize hiçbir zaman hayattaki hiçbir şey vaad etmedi. Ne şeytan ne şeytanın aracılık ettiği hiçbir düzen, hiçbir sistem bize bu vaadi veremedi. Bakın bütün “izm”lere hepsi “yokluk” diyor. “Daha baştan söyleyeyim; karbon olacaksın çünkü yoktan geliyorsun, yok olacaksın. Hepsi kazara bir hikayeydi, sen bir vehim görüyorsun üzgünüm ama işin doğrusu bu” diyor ve hiçbir geleceğe dair vaadi yok. Çünkü senin vaadini bile, varlığını bile itiraf etmiyor. “Varlığın da yok aslında” diyor.


-“Melekleri görecekleri gün, işte o zaman, günahlara boğulmuş olanlar için hiçbir iyi haber olmayacak ve onlar (meleklere), ‘Her şeyden mahrum olduk!’ diyecekler.”(Furkan-22)

  Mücrimlere o gün müjdeden söz edilmez. Onlar kenarından, kıyısından uğraşıp yoklasalar bile; “Yani hiç mi bir yolu yok, huzuruna çıktığımızda yalvarsak yere vursak kendimizi?” Deseler de onlara müjde yok. 

  Bu hayata girerken iradeyle “sen olsan ne yapardın?” iddiasıyla girmişlerin hayatta iradeyle baş başa kaldıkları sürede Yaratıcıya karşı başkaldırıyla geçirdikleri koca bir ömrü, varlığı ve varlığın esasını Var Eden Kudret’i yok sayıp hayatı orta yerdeki bir ganimet gibi değerlendirmiş ve öylece hep hoyratça tüketmiş olanların huzura döndükleri sahne bu. Olayın ciddi bir başlangıcı ve olayın ciddi bir sonucu var. Dolayısıyla cennet aslında anlamın kendisi. 

  Bir oyundan değil, gerçek bir süreçten ilerliyoruz. Yaratılışımız, ortamımız her şey son derece itinalı ve büyük bir ilim ve irade gerektiriyor. Bunların hepsi sağlanmış. Bundan sonrası irademize bakıyor, iyi mi davranacağız, kötü mü davranacağız… İrademizi sergileyebilmemiz için koşullar düzenlenmiş, doğru ve yanlış istikametin fark edilmesi, ayırt edilmesi sağlanmış. Cenâb-ı Hak sonucu itibariyle sistem içerisinden iyi olarak çıkanlara sevgisini ve hoşnutluğunu vaad etti.

  “O günahkârları rablerinin huzurunda başlarını önlerine eğmiş halde şöyle derlerken bir görsen: ‘Rabbimiz! Gördük ve işittik; bizi geri gönder de rızâna uygun işler yapalım, artık kesin olarak inandık!’ Derler” (Secde-12)

  “Ya Rabbi! Bizi geri döndür. Tekrar sistemin içerisine al. Bu kez salih ameller işleyeceğiz. Bu kez doğrusunu yapacağız.” Onlar böyle yalvara duruyorlar. Öyle bir sürecin içerisinde yoklanmışlar ki her boyutuyla, her yönüyle. Cenâb-ı Hak onların bu yalvarır yakarır durumlarına aldanmamamızı söyledi. Dedi ki: “Yalan konuşuyorlar. Biz içeri tekrar göndersek de aynı şeyleri yaparlar.” Biz yani öyle bir geçiriyoruz. Öyle bir elekten, öyle bir her boyutuyla ele alıyoruz, üst üste imkanları zaten hayatın içerisinde veriyoruz. O kadar önüne fırsatlar açıyoruz ki. İyilerin hepsi iyi oluyor ,azıcık bir iyi olma iradesi olanlar bile iyileşiyor. Bile isteye kötü olanlar kötü olarak kalıyorlar. Bunları da hepsini bir daha hayata soksak bir tanesi bile fire vermez, hepsi kötülüğe geri dönerler. Dolayısıyla ciddi, sağlam ve sağlıklı bir yoklama sürecinden geçiriliyoruz. İçten ve dıştan sürekli bilincimiz yenileniyor ve farkındalığımız sürekli üzerimize: ‘’Bak bunu yanlış yapıyorsun. Bunu doğru yapıyorsun. Yarın öleceksin huzura çıkacaksın.’’ Sürecin akışı içerisinde farkındayız. Farkındalığımız var ve irademizi kullanıyoruz. En iyi bildiğimiz şey irademizi kullanıyoruz. Bizi irademizi doğru kullanmamıza etki edecek araçlar var. 


-Herhangi bir ortamda. Konu dünya ile ilgili beklentilerin karşılık bulmadığı bir anda şöyle deyin mesela: “Allah'tan (cc) ki cennet var yani burası isteklerimizi karşılamıyor. Oraya gideriz.” Sadece bu kadarcık demenizde bile; “Cennet mi dedin? Bu dünyadan ümidi kestin herhalde, o kadar mı dibe vurdun?” diye bunu o kişinin basitliğine, gülünçliğüne, zafiyetine belki de dengesizliğine yorabilirler. Hayatta bu konunun konuşulduğuna pek tanık olmadım. Dünyaya düşen en büyük müjde olmasına rağmen müjdenin tam da yerinde en az konuşulduğu bir hayatı yaşıyoruz. Bunu kendiniz de kendinizde yoklayabilirsiniz. Son bir hafta içerisinde hangi sıkıntınızı cennet beklentisiyle aştınız. Ki bunu sıklıkla yapıyoruz. Eğer önümüzde bir zorluk varsa onun da bir adım ötesinde hayalini kurduğumuz bir şey varsa... Hafta sonu memlekete gideceğim. Bir hafta sonra şu var, şu olacak. Yani ucuna heyecan bağladığımız en küçük şey satın alıp da iki gün sonra kapımızı çalacak kargo bile bizde onu yaşatıyor bize ve belli bir mutluluk veriyor, sıkıntımızı aşıyoruz. Evin anahtarlarını teslim alacağım. Arabayı teslim edecekler. Bina bitiyor. Okul bitiyor. Diplomayı alıyorum. Tezi veriyorum. İmar çıkıyor, arsalar artıyor. Her ne varsa bu gibi şeyler ile ucuna ümit ve heyecan bağladığımız şeyler var olan önümüze çıkan tümsekleri bize kolay kılıyor. Ama aynı şablonun içerisinde aynı heyecanı belli ki Cenâb-ı Hakk'ın vaad ettiği müjde olarak haber verdiği o cennet üzerinde aynı denklemi çalıştıramıyoruz. Bilinç dünyamızda onu bu denli bir etki ile kullanamıyoruz. Gülünç geliyor çoğumuza. Dolayısıyla da hiçbirimiz bunun ayrıntısına dair bilgileri merak etmiyoruz yani ne var cennette, bir yerde böyle sorsak “ya gidince görürüz, ya şimdi yani bunun muhabbetini mi yapacağız? Vaktimiz şu anda dar. Şimdi burayı yaşayalım, buraya bakalım. Oraya gidince de bakar görürüz” misali. Halbuki bir kooperatife girdiğinde veya almak istediği bir evde, bir yalıda, herhangi bir projede sonuca dair bilgileri en ince ayrıntısına kadar iki saat inceleyebilir. Bir buzdolabını bile kaç gün araştırabilir. Şu özelliği var, böyle var. Almak istediği bir koltukta, bir evde, binada bize heyecan veren her şeyde ona dair en küçük bilgi kırıntısı bile önemlidir ve  “şöylesi de varmış biliyor musun aldığım telefonun bir de şöyle bir özelliği varmış, şöyleymiş..” diye bununla mutlu oluruz ve bunun bilgisine meftun oluruz. Fakat en büyük müjdeye dair hususları ne öğrenmişizdir çoğu zaman, ne bunu hayatımızda bir motivasyon olarak yaşarız. Yaşamadığınız için de doğal olarak başkalarıyla paylaşmayız. Çünkü bizim denklemimiz varsa yoksa dünya ile kısır bir döngü içerisindedir. O yüzden motor yakarız, o yüzden sinir bozarız, o yüzden sürekli bu döngü bizi hep aynı yere çıkarır. Elde var sıfır yine sıfır, yeni bir başlangıç her sonu yeni bir sonu başlangıç ile kendimizi avuturuz. Sonsuza ufuk açmayız, sonsuzun beklentisine girmeyiz çünkü hayatı tüketmeye yanaşmıyoruz. Hayatın tükenen gerçeğini kabullenmeye de yanaşıyoruz. Halbuki ne hayatı yaşamaktan vazgeçmemiz bekleniyor ne hayat sürecinde ilerlemekten. Tersine hayatı biten yanıyla ele alıp gerçekçi yaşamak. Kazanımlarınızı öteye yatırıma dönüştürerek heyecanımızı cennete beklentiye dair bir hayale ama bu gerçek hayal. İlahi bir vaadten söz ediyoruz. Şeytan gelip diyor ki “yani nereden çıkarıyorsun” en çok da böyle dediler yani bu ilahi vaadin cennet vaadine tarih boyunca hep şöyle karşı çıktılar. “Öldükten sonra nasıl dirileceğiz ki?..


-“Muhakkak cennet yüz derecedir. Onlardan her bir derece (nin yüksekliği) gök İle yer arasındaki mesafe kadardır. Şüphesiz o derecelerin en yücesi Firdevs’tir, en fazîletliside Firdevs’tir. Arş, muhakkak Firdevs’in üstündedir. Cennetin ırmakları da Firdevs’ten çıkıp akar. Bu itibarla siz Allah’tan (cennet) dilemek istediğiniz zaman O’ndan Firdevs’İ isteyiniz.”

(İbni Mace/Sünen-4331)

    Gerek ayetlerde, gerek hadislerde cennetle ilgili anlatılan bazı bilgiler var. Firdevs Cenneti; orası hem ortası, hem de en yüksek noktası. Bıkkınlığın olmadığı, yorgunluğun olmadığı…Heyecanın sürprizlerle her defasında ilerlediği, arttığı cennet bahçeleri!


Prof. Dr. Hfz. Halis AYDEMİR 


https://www.youtube.com/live/44p-Fv1ZaLI?si=YqV8plzYcg5U8jvn

Hiç yorum yok: