21 Ekim 2023

Gençlerle Söyleşi-77

KONU: MENFAAT


(Bursa/Görükle Gençlik Merkezi 

3.Aralık.2021 tarihli söyleşiden kesitler)


-Biz niye menfaatçileri kötü biliyoruz, çıkarıcıları kötü biliyoruz? Çıkarının peşinde olmak, menfaatini kovalamak, hakikaten bizim dilimizde olduğu kadar Allah Azze ve Celle'nin katında da böyle kötü görülen bir hadise mi? Veya kötü olan tarafı varsa, kötü olan çeşitleri hangisi? 


-Kur'an'da hiçbir âyette Cenâb-ı Hakk “menfaatçi” diye birilerini kınamadı, yermedi. Hiçbir âyette “fayda peşinde koşuyor, yararını düşünüyor” diye hiç kimseyi kınadığını bilmiyoruz. Tam tersi Allah, âyetlerde insanları kendilerine yararlı olanla, zararlı olanı ayırt edememekle. Yararlı olandan vazgeçip kendilerine zarar verecek şeylere yönelmekle onları kınadı.


Hatta o bazan zararı faydasından daha çok olan şeylere yalvarıp yakarır.” (Hac-13)

Diyor ki Cenâb-ı Hakk; öylesine kulluk ediyor ki kendisine zararı dokunması yararından daha yakın yani zarar dokuma ihtimali daha yüksek olan, yararı olması söz konusu değil. 

 “Bize hiçbir yarar ve zarar sağlamayacak şeylere mi kulluk edelim?” (Enam-71)


  Kulun yarar ve zarar hesabı içerisinde olması ve yarar beklentisi, anormal bir şey değildir. Allah Azze ve Celle kullarına nice âyetlerde onlara yarar sağladığı bir ortam yarattığını söylüyor. Faydamızı ve yararımızı doğru dürüst bilmemizi istiyor. Zararımıza, kendi zararımıza çalışmamamızı istiyor. Hele hele hayat planında bakarsak, koca bir hayatı zarara dönüştürmememizi istiyor. Onu iyi bir yatırıma dönüştürmemizi istiyor. Ondan, bir yararlı sonuca hele hele onun betimlediği ve sonsuz bir kazanım dediği, sonsuz gelecekte mutluluğa kavuşabilmeyi bize vaat ediyor ve buna çağırıyor.


-“Doğru yola karşılık sapıklığı satın alanlar işte onlardır. Bu sebeple ticâretleri kâr etmemiş ve doğru yolu da bulamamışlardır.” (Bakara-16)


-Kötüleri Cenâb-ı Hakk tarif ederken; “Hem dünyasını kaybetmiş hem ahiretini kaybetmiş kimseler...”

Olarak tarif ediyor. Dolayısıyla yararını hem dünya planında gözetememiş, yararını hem de ahiret planında gözetememiş kimse demek, faydasını gözetememiş kimse demek. Ziyan etmiş. 


-Değer büyüklükleri arasındaki karmaşada değerli olanı, değersiz olanla değişmek; kötü olan budur.


-Kendi menfaat hesaplamasını doğru yapamayan bir kimse, zaten elinde kalmayacak olan dünyaya yatırım yapan kimsedir. 


-Cenâb-ı Hakk, Kur'an-ı Kerim'de; “Akletmez misiniz?” Diyerek bunun geçici ve sınırlı olan menfaat boyutunu, kalıcı olanla ayırt etmemizi istiyor. Bu çok önemli bir ayrım. Bu arada şunu da demiyor Yani “geçici olan menfaatinizi terk edin, onu asla ilgilenmeyin, ondan yararlanmaya bakmayın. Dişinizi sıkarsanız, ona hiç elinizi sürmezseniz Ben, size kalıcı olanını vereceğim.” Böyle de acımasız bir kural yok aslında, Cenâb-ı Hakk;

Dünyadan nasibini unutma”, dedi. (Kasas-77) Bu âyet Karun’la ilgili âyette geçer. Dolayısıyla dünyayı yaşamak, dünyadaki zevkleri tatmak, büsbütün yasak olan bir mecra değil. Belli sınırlarda istisnai yasaklarla karşılaşıyoruz,


 -Her nimet Sahibin adıyla başlanırsa zevk yaşanır, mutluluk yaşanır, hoşnutluk yaşanır. Eğer sahibe rağmen, bu fayda ile aramızdaki ilişkiyi, kendimizce mutlaklaştırırsak Allah Azze ve Celle, bunun faydasını da bize dünya’da da yaşatmayacağını söylüyor.

  Mevlâ'nın şöyle bir haber verdiği bir gerçeklik var; “Ben’i hiç hesaba katmadan ve vaadimi hiç umursamadan dünyayı yaşamaya odaklanırsanız; Biz size o dünyayı yar etmeyiz.” Bu, şu demek değil; “Elinizde imkânlar geçmez...” Demek değil, imkânlar geçiyor elimize ama o elimize geçen imkânlardan, beklediğimiz, beklenen yararı sağlayamıyoruz. Yarar içimizde oluşacak bir şey. 


-Allah'ı “geride bırakıp” O’nun olmadığı bir dünyaya ilerlemek gibi bir şansımız olmadığını; faydayı, yararı kendi kendimize sağlamak gibi bir imkânımızın bulunmadığını; O’na sırtımızı dönünce hayatımızın aslında büsbütün zehir olduğunu görüyoruz. 

Onların ne malları ne de evlatları sakın seni imrendirmesin! Çünkü Allah, onları daha dünya hayatında bunlar yüzünden sıkıntılara düşürmeyi ve neticede kâfir olarak can vermelerini istemektedir.” (Tevbe-55)

Sen buna o kadar çok imrenme çünkü o düşündüğün şeyi Biz, onlara yaşatmıyoruz.


-Cenâb-ı Hak, dünyadaki imtihanda kullarını tek seferlik yanlış üzere işini bitirmiyor. O, halîmdir. Halîm ne demek? Kulun düşe kalka öğrenmesine, kulun yanlış yapa yapa sonuçlarını göre göre akledip değerlendirmesine Allah Azze ve Celle'nin fırsat açtığı bir hayat yaşıyoruz. Yeter ki o ibret almaya müsait olsun ama kul ibret almaksızın ilerliyorsa bu, geri dönüşü olmayan bir ilerleme olabilir. Ama ibret alıyorsa bu, bir süre sonra fren etkisini oluşturacaktır. Ya ‘’şuyum’’ olsun dedim, oldu. Ee “şuyum da olsun” dedim, o da oldu. Ama bak ben hala her çizdiğim hedeften sonrasına “daha şunum da olsun” diyorum ve iyice uzaklaşıyorum. Baştan “şu kadarı olsaydı çok iyi hissedeceğim”i düşündüğüm yerde değilim.

Yani emtia olarak çok menfaat sağladım ama hoşnutluk olarak sanki geriledim gibi. Veya onunla orantılı böyle hani doğrusal bir gelişme olmuyor. O zaman ibret dediğimiz şey devreye giriyor. Üst bir kudret, benim hesabıma başka bir şey sokuyor.  Mesela “Allah, malı artırdığı sanılan faize bereket vermez ve onu eksilte eksilte sonunda mahveder. Buna karşılık malı eksilttiği sanılan zekât ve sadakaları bereketlendirir.” Ayetini düşünün (Bakara-276)


-Cenâb-ı Hakk'la barışık bir hayata dönen mi daha menfaatini düşünüyor yoksa Cenâb-ı Hakk ile gittikçe uzaklaşan, bu arada O’nun, sonsuz vaad ettiği geleceği, zaten denklemin dışına atmış, sadece bu dünyadaki menfaatine odaklanmış kimse mi gerçek bir matematik yapıyor, sahici bir hesap ve menfaat yapıyor?

Şu hâlde Allah Azze ve Celle'nin Kur'an'ın başından sonuna kadar hiçbir yerde kâfirleri “menfaatçi” diye kınamamış olması, onların gerçekten bir menfaatçi olamadıkları içindir. Menfaat, kulun yararı, Tanrısının, O Yaradan, Yegâne İlah’ın katındadır. Bu ona hem dünya’da hoş bir hayatı hem de ahirette sonsuz bir saadeti getirecek çifte kazanca dönüşür.


-“Biz sizi Allah rızâsı için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.” (İnsan-9)

  Biz sizi Allah'ın yüzünü yani Cemalullah’ı görebilmek, Cenâb-ı Hakk'ın hoşnutluğunu, rızasını kazanabilmek için doyuruyoruz, diyorlar. Dolayısıyla bu kullar bir menfaat beklentisinin içerisinde. Karşılıksız yapıyorlar. Kullardan bir şey beklemiyorlar. Çünkü onlardan sağlayacakları şeyleri zaten gözlerinde küçültmüşler yani teşekküre dahi Gerek yok, biz sizden teşekkür beklemiyoruz, diyorlar. Biz onları da istemiyoruz. Yiyeceklerini böyle paylaşıyorlar Cenâb-ı Hakk'ın sevgisi uğuruna bunu yapıyorlar. Allah'a duydukları sevgi, onları motive ediyor. O kadar üstün, bir başka menfaate angaje olmuş ki; Yaradan, Var Eden Kudret’in sevgisini, Var Eden Kudret’in cemalini umuyor. O’nun rızasına yolculuk ediyor. Bu üst menfaat hesabı, büyük menfaat hesabı. Şu ezanlarımıza bakar mısınız? Bizi nasıl çağırıyor; Haydin salâta, namaza... Hemen sonra ne diyor? Haydin kurtuluşa.. Felâh dediği Cenâb-ı Hakk'ın bize vaat ettiği şu kısıtlı boyutları demo örneği ile sınırlı bu dünyadan, ölüm sarmalı, doğum ve ölüm gibi başı sonu belli bir çerçeveye sıkışmış bu hayattan; sonsuz bir gelecekteki Cenâb-ı Hakk'ın kullarına vaat ettiği mutluluğa çağırıyor bizi, bu hesapla gidiyoruz camiye.. 


-“Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı vakarlıdırlar; Allah yolunda cihad ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar.” (Maide-54) 


Âlemlerin Rabb’i olan Allah Azze ve Celle'nin sevgisine yönelmiş, dolayısıyla bu beklentiyle hayata Rabb’i ile iyi bir ilişki kurmak, onu sevmek ve saymak gibi bir faydayı, yararı ummak, en büyük menfaatçi hesaptır ve bu menfaati, Cenâb-ı Hak: “Diğerleri size hiçbir yarar sağlayamaz. Sizin Allah'tan gayrı taptıklarınız size bir yarar sağlayamazlar. Onlar kendilerine bile yarar sağlayamazlar hatta zarar da sağlayamazlar.” Diyor. 


  Allah'tan gayrı bir şeylere kulluk ediyorlar.Kimi, patrona kulluk ediyor...

Kimi, ekmeğini kendisinden elde ettiğini düşündüğü bir başkasına...

Kimi, sevdiğine kulluk ediyor, bütün mutluluğunu ondan biliyor... Kimi, bir başka kankasına, arkadaşına, çevresine, bir bazı nesnelere varlıklara; onlardan sağladığı yarar karşılığında hayatını, onlar adına adıyor. Cenâb-ı Hakk da hep bizi orjine çekmeye çalışıyor.. “Bak bakalım kulum; Bu hayatını sana sağlayanlar onlar değil. Bu yiyip içip zevkine vardığın gıdalar, yiyecekler, içecekler de onların sana sağladığı bir şey değil. Şöyle bir doğru baksan hayata, bunların bu tür şeyleri, kendilerine bile sağlayacak güçleri yok. Senin çok muktedir saydığın bu adam var ya, patronun, -veya her kimse- o adamın şu sağlığını korunması bile kendi elinde değil. Yediği yemekten, içtiği şeyden zevk alması, bunları elde etmesi; Biz ona da bunları Biz sağladık. Dolayısıyla kendine bile yarar ve zarar sağlayamayacak birini, sana yarar sağlıyormuş ve ekmeğini ­-neyse- mutluluğunu ondan temin ediyormuşçasına ona kulluğa yönelmen, onu böyle üstün görüp artık ona... Onun altında bir konuma kendini konumlandırman senin açından büyük bir yanlış. Çünkü hepiniz, benim kullarımsınız, hepinizin ihtiyaçlarını Ben sağlıyorum ve Ben bir şeyi sağlamak istersem kimse engel olamaz.”


-Ben merkezli yarar hesabımızı hem dünya hem ahiret odağında yapmamızı gayet makul, doğru ve yerinde bulan, bizatihi Allah Azze ve Celle’dir. Ve buna en iyi karşılığı Kendisi vereceği için hem dünya’da hem ahirette yarara ve sonuca davet eden de Allah Azze ve Celle’dir. Kendisi dışında, Zât-ı dışındaki bütün vaat sahiplerini; “Size bir şey sağlayamazlar, boşuna heveslenmeyin, inceleyin, bakın!” Diyen de Allah Azze ve Celle’dir.


Prof. Dr. Hfz. Halis AYDEMİR 


https://www.youtube.com/live/_oG-xbQU-ME?si=xrl7WtPmhv7bSsFZ

Hiç yorum yok: