01 Kasım 2023

Gençlerle Söyleşi-101

KONU: OKU


(Bursa/Görükle Gençlik Merkezi 

27.Ocak.2023 tarihli söyleşiden kesitler)


-Yaratan Rabbinin adıyla oku!

Bizim gerçeğimiz esasında bundan ibaret.


-Yaratılanı Var Eden (cc) gücün bize ‘’Oku!’’ dediği bir davetin sonucunda; bunu istersek Var Eden’in emrettiği şekilde O’nun (cc) adıyla okuruz. Yani sözgelimi denizler ne için var, bize sağladığı yarar nasıl? Hava ne için var, bize sağladığı yarar nasıl? Nasıl bir ilişki içerisindeyiz? Buradaki bilgi ne, ilişki ne? Havadaki oranları ne gazların? Biz bunu niçin soluyup duruyoruz, soluyunca ne oluyor? Bunların hepsini görüp merak edip peşine düşüp okuduk. Okuduklarımızı hep kayda düştük ve okudukça hep sistemle karşılaştık. Yaratan Rabbinin yarattığı ki bunların hepsine Cenâb-ı Hak ayet diyor; ayet ayet gerçekleştirdiğimiz bir okumadan ibaret… Ama yollarımız burada ikiye ayrılıyor. Bazılarımız bu okumayı seküler yapmak üzere yola devam ediyor. Yani Yaratan ile ilişkilendirmeden, O’nun (cc) adıyla okumak istemiyor. Ağacı okuyor okuyor, bir dünya malumat çıkarıyor ama Yaratan Rabbinin adıyla okumuyor. Yani karşılaştığı düzeni düzenleyici bir kudret ile yani ‘’kim yapmış bunu’’ dediğimiz basit bir soru bu, bununla ilişkilendirmek istemiyor. Denizi okuyor, denizin ne kadar tuzuyla, ısısıyla, yer üzerindeki miktarıyla, ay ile olan ilişkisi ile vesaire hepsini. Zaman geliyor, hepsini çözüyor ve ilginç olan çözdükçe bunların ne kadar hayati olduğunu da görüyor. Yani kendi yaşamsal döngüsü açısından olmazsa olmaz gibi. Çıkardığımız zaman oradan her şey batıyor, bu kadarını da anlayabilecek potansiyelde. Her şeyle alakalı okumalarımız devam ediyor. Hâlâ yeni bir canlı bulabiliyoruz yani gözlerimiz taramaya devam ediyor, yeni bir canlı bulabiliyoruz daha önce hiç görmediğimiz. Yani Hz. Adem'den (as) bu yana hâlâ bu işlem devam ediyor. Muhtemelen Hz. Adem’in (as), çocukları yani insanlar hep yeni canlılarla, yeni haşerelerle, böceklerle, yeni varlıklarla, yeni çiçeklerle vesaire karşılaştıkça ‘’bu ne, bu ne’’ dediler. Hep ona bir isim koydular, böyle bir tadına baktılar yani ne işe yarar vesaire değerlendirmeye çalıştılar, hep bir yolunu buldular. Allah (cc) bize oradaki manayı, işlevsel boyutunu, hikmetini anlayabilecek bir potansiyel verdi. Böyle bir okuma yapabilen bir tarafımız var. Etraftaki bütün canlılardan bu biçimiyle ayırt ediliyoruz. Bu biçimiyle bambaşkayız ve okuduğumuz bilgiyi kaydediyoruz. Bize has bir özellik kaydediyoruz yani bizden sonrakilere transfer ediyoruz, kümülatif biriktiriyoruz. Aynı şeyi okumak üzere aynı çabayı, gayreti bir daha boşuna harcamasın diye topluyoruz, ansiklopediler, kitaplar yazıyoruz.


-“Oku!” (Alak-1) 

Diyen Yaratan, bizi böyle yaratmış. Yaratan, bizi Kendi (cc) yarattıklarıyla, gücüyle, kudretiyle, varlığıyla, azametiyle tanık ettiği kadar ilmiyle de tanık ediyor. Çünkü muhtemelen bunlar içerisinde en değerli olanlardan birisi bilgi. Cenâb-ı Hak (cc) zatını bununla övüyor. El- Alim, ilim sahibi olan. Biz okuma yaptıkça O’nun (cc) ilminin büyüklüğü karşısında, çaresizlik yaşıyoruz. En sonunda O (cc) bize dedi ki: Sen böyle oku, oku, oku, ne kadar okursan oku

 “O’nun ilmini kuşatamazsın.” (Bakara-255)

  Okudukça sanki öğrendiklerimizin ne kadar sığ, az şeyler olduğunu,  bilebildiklerimizin bizim tahmin ettiğimizden daha çok olduğunu görürüz. Ve Cenâb-ı Hakk bize dedi ki: “Size az bir ilim verildi.” (İsra-85)


- Bazen garip şeyler yaşanıyor. Durumla alakalı etrafa bakıp anlamaya çalıştığımız benzer gizemli bir ortamdayız. Bu okumalarımızın bizi götürdüğü nokta, var olan sistemin bilgi esaslı olarak kurulduğu dolayısıyla nizam var, intizam var, buna o kadar inanmışız ki söz gelimi bir uçak düşse hiçbirimiz “ya düşer düşer, her şey rastlantısal ilerliyor” demiyoruz, ne oldu da düştü diyoruz. Bir şey olmuş olmalı. Ya bunun denge sistemlerinde bir arıza oldu, ya apayrı bir ortamdan geçti ve hava akımına uğradı, bir şey var orada gidip bulmamız lazım. Bu araştırmalara dair bu işe ciddiyet ile yoğunlaşmamızın altında ne var, sisteme inanıyoruz çünkü. Eğer sisteme inanmasak, rastlantıya inansak “Sistem yok, rastlantı, her defasında bambaşka bir şey olur, gitmiyor, olacağı bu idi’’ dememiz gerekir. Öyle yapmıyoruz ama bir sisteme inanıyoruz. Son derece dakik, bilgi temelli hikmet dediğimiz bir sistemsel işleyişe inanıyoruz. O zaman var olduğumuz ortamda hem canlılığımız hem de cansız işleyişin hepsinin bilgi odaklı yani böyle formülü var, hepsinin anlaşılabilir ilkeler ile apaçık belli bir sistemsel işleyişi var.


-Çocukluğumuzdan beri yaptığımız okumalarda hep dengeyi, sistemi hep hikmeti ortaya çıkardık. Bizden öncekiler de çıkarmışlar, kayda koymuşlar, yazmışlar yazmışlar ve bize bıraktıkları yerden devam etmemizi istiyorlar. Yani her kuşak bir sonraki kuşağa okumalarını devrediyor. Diyor ki: “Ben bu kadar okuma gerçekleştirdim, sen bu okumalara devam et.

  Biz bu derslere başlarken “Varlığımız Farkındalığımız” dedik. Varlığımız, kendimizin de bir parçası olduğumuz varlığımız, tabi etraf hava, dağlar, denizler, sular, içinde bulunduğumuz ortam ve kendimiz. Ama sadece buna dair okumayla sınırlı değil, bunu farkındalık ile eşleştirdik. Yani bunun bize ifade ettiği anlam ne? Bu düzen bana ne ifade ediyor; düzenleyici eli. Sistem bana neyi ifade ediyor; sistem kurucu bir kudreti. Sistem kurmak için bilgiye, güce, malzemeye ihtiyaç var.


-“Allah’ın her şeyi gördüğünü bilmiyor mu o?” (Alak-14)

  Cenâb-ı Hak okumayı bize emrederken ‘’Yaratan Rabbinin adıyla’’ demek istiyor ki yarattığım her şeyi oku. Ayet ayet… Ve bu okumalarla elde edilen en önemli an ne biliyor musunuz?  Bu okuma ile ilgili emirlerden sonra Cenâb-ı Hakk’ın (cc) “insan bunu bilmedi mi?” dediği şey var. Bu okumaların bizi götürdüğü bir sonuç. Bir çizgi film sahnesi gibi tahayyül edin. Çocuk her sabah kalkıyor etrafa bakıyor, inceliyor ağaçları, taşları, etraftaki şeyleri. Sonra gözlemlendiğinin farkına varıyor. Sistemin kendisini kuşattığının farkına varıyor. Etrafa dair incelemeleri, okumaları onu yalnız olmadığı sonucuna götürüyor. ‘’Ben bir sistemin içerisindeyim ve bu sistem kontrollü ve ben kuşatılmış durumdayım, her an sistemin Sahibi tarafından gözetleniyorum.’’ Bu farkındalık çok önemli bir farkındalık. Yalnız, terk edilmiş, kendi başına ve çok çaresiz bir durumdan çıkıyor; başına bir iş gelse öylece çaresizliğe mahkûm değil. Kuşatılmışlık var, her tarafta işleyen sistemin yani en büyük gizem sistemin onu kuşattığı ve onun davranışlarını izlediği: “İzleniyorum. Sistemin Sahibi beni izliyor”

Çünkü muazzam bir sistem işliyor, en küçük noktada bile sistem işliyor. Ben de bunun bir parçasıyım ve bendeki işleyiş de benden bağımsız işliyor. Şu an hücrelerimiz bir iş yapıyorlar takır takır, takır takır üretim yapıyorlar. Mesela şu anda vücudumuzda kaç tane fotokopi çalışıyor? Yani çekirdekteki veriyi kopyalayıp sitoplazmaya çıkarıyor, ona göre üretim yapılsın? Sayısını bilmiyoruz. Yani kırk milyara yakın hücremiz var hepsi şu anda olağanüstü çalışıyor ve hiçbir tanesi bile bize bağlı değil. 

Bu, varlığımızdan okuma yaparak farkındalığımıza yol aldığımız yolculuğumuz. Ama insanların çoğu çok ilginç, varlığından okuma yaptıkça elde ettiği sonuçlar ile farkındalığa gitmek istemiyor. Bu kadar veriyor ortaya çıkarıyor, iyi de bu buna dair bir farkındalık oluştur dediğinizde, nasıl oluyor bu kardeşim dediğinizde, boş ver orasını diyor. 


-“Dünya hayatı gökten indirdiğimiz bir su misalidir ki, insanların ve hayvanların yediği yer bitkileri o su sayesinde gürleşip birbirine girer. Yeryüzü bu güzelliğe kavuşup süslendiğinde ve sahipleri bu güzellikleri kendi güçlerine bağladıklarında oraya, bir gece vakti yahut güpegündüz emrimiz ulaşır da onu -sanki dün de yokmuş gibi- kökünden biçilmiş hale getiririz. Düşünenler için âyetlerimizi işte böyle açıklıyoruz.”(Yunus-24)

  Sanki dün olanca güzelliğine kavuşmamışçasına birdenbire onu yerle bir ederiz. Her şeyi imha eder, yok ederiz. İnsanın keşfettiği bilgiyle, okuduğu bilgiyle, öğrendiği bilgiyle bilginin Sahibine (cc) hayranlık duyup O’nunla (cc) irtibata geçeceğine öğrendikleriyle sistemi ele geçirebileceğini sanması, büyüklenip diklenmeye ve bilgi üzerinden taşkınlık yapmaya yönelmesi... Hikâye bundan ibaret.

  Bilgi, ortamın gerçeği atomda da öyle canlıda da öyle varlıkta da öyle. Bilgiyi okuyan yanımız bizim gerçeğimiz. Hz. Âdem (as) ve çocukları, her şeye dair bilgiyi öğrenebilen potansiyelle yaratıldık ama bu imkân ile Cenâb-ı Hakk'ın en değerli hazine olarak ilmine merak sardıkça O’na (cc) hayranlık duyup varlıktan farkındalığa gideceğimize, varlıktan varlığa dair okumalarımızdan taşkınlığa doğru yol alıyoruz. Bugün en seküler kurumlarımız üniversitelerimiz, en seküler yolculuklarımız bilimsel yolculuklarımız. Bu olağanüstü bir çelişki. Hani derler ya “bu ne yaman çelişki!”


Prof. Dr. Hfz. Halis AYDEMİR 


https://www.youtube.com/live/YMCZt2R30b8?si=VynktOAJErfchi41

Hiç yorum yok: