Mutluluk dediğimiz şey kişinin bu eline geçen imkânı Cenâb-ı Hakk'ın kendisine “lûtfen” verdiği bilincinden beslenir. Yoksa adam bunu Allah'tan (cc) bilmiyor, kendim söke söke kazandım, diye düşünüyorsa bu o şeyi sahiplenmeyi getirir yani zaten benim böyle şeylerim olmalıydı, düşüncesini getirir. Bu düşüncede eldeki bu imkânları var ile yok hâlini eşitler, ha var ha yoktur onun gözünde. Dolayısıyla mutluluğunu elinden çalar, mutluluğunu yaşayamaz. Bir şeyin var olduğunu görememek mutluluğundan yoksun olmak demektir yani bundan ötürü niye mutlu olayım ki bu zaten benim, diyor.
Allah (cc) çok çeşitli duygular üzerinden kişiye verdiği imkânların, ona mutluluk olarak dönmesinin önünü kesebilir. Biz dışarıdan bakınca Allah (cc) ona çok veriyor, bize vermiyor gibi ifadeler ile sistemi eleştirmeye kalkarız. Hâlbuki sistemin dengeleyici çok argümanları vardır, çok değişik regülasyonlar ile Cenâb-ı Hakk bunları düzeltir yani o verdiğini ona vermemiş gibi yapar. O yüzden psikologlar şunun üzerinde çalışıyorlar, diyorlar ki: Ben mesela bu elimdeki telefonu, parasını ödeyerek, bir dünya çaba göstererek, çalışarak kazandığımda, elime aldığımda bekliyorum ki içimde böyle mutluluk coşması olsun. Aklıma hep o çalıştıklarım, nasıl emek verdiklerim geliyor ve onlarla eşleştirip bunu temellük ettiğimi, malım, mülküm olarak zaten benim olması gerektiğini düşünüp bir iki günlük belki bir heyecan, sonrası varla yok bir, eşitleniyor. Ama bunu bana biri hediye ederse sürpriz olarak verdi, benim böyle bir şey alacak hiç imkânım yoktu. Benim için paketlemiş, açtım, içinden böyle güzel bir telefon çıktı. Bunun oluşturduğu mutluluk ve sevinç insanda ötekinden kat be kat fazlaymış. Çünkü insanın o yaratılışındaki sistem bedel ödemeksizin elde ettiklerinden daha fazla keyif alıyor yani birinin size yemek ısmarlaması gibi veya parasıyla satın aldığınız bir şeyin kargosu geldiğinde içinde, yanında da bir tane küçük bir hediyenin çıkması gibi. Bakmışsın bütün ev hediyeye seviniyor “ha ne güzel” vs. Kimse parasını vererek aldığımız şeye diğeri kadar sevinmiyor. Çünkü o beleşten gelmiş, o daha çok sevinç oluşturuyor.
Buradan bakınca denilebilir ki: Şükür aslında mutluluğun güvence altına alınması, demektir. Çünkü şükür kişiye her zaman sen bunu istihkak etmedin, Allah sana bunu lütfettiyi hatırlatır. Bu düşünce varsa şükür vardır. Kişi eğer ben bunu hak etmedim, Allah (cc) bana bunu lütfetti, diye bunun farkında ise onun sevgisini, mutluluğunu daha uzun süre, şükrettiği sürece yaşar. O yüzden onlar istiyorlar ki -seküler dünyadakiler- nasıl edelim de bunu böyle hep sanki beleşten bulmuş gibi bundan mutlu olalım, ilk günkü kadar bunu böyle o mutluluğu içimizdeki, hoşnutluğu, sevinci diri tutalım ama olmuyor, birden bire dibe vuruyor, yok oluyor. Hâlbuki mümin tarafta olanlar zaten bunu böyle biliyorlar. Biliyorlar ki “Bizim çabamız da, gayretimiz de, gayret ederken ki enerjimiz de, zekamız da, akıl ederken ki zeka potansiyelimiz de hepsi Allah'ın (cc) vergisi.” Biz bu kadarcık çalışmakla bunu elde ettik, bizim gibi çalışıp nicelerine Cenâb-ı Hakk vermedi. Başkalarına bu azaları sağlıklı bile vermeyebildi. Bizim bunları istihkak
edecek baştan hiçbir sermayemiz yoktu. Mümin (لله المل ُك ) mülkün bütünüyle Allah'ın elinde olduğunu bilir.
Dolayısıyla ne kadar çok şeye sahip olursa olsun hem bunlardan infak ederken canı yanmaz “Allah'ın (cc) verdiklerini zaten paylaşıyorum.” diye düşünür hem de Allah'ın (cc) verdiklerini hep Allah'ın (cc) verdiği olarak hatırlar, bilir, şükreder ve bunun sevincini sürekli yaşamaya devam eder. Seküler dünyada varlığın sevinci, şükür olmadığı için Allah'tan (cc) bir lütuf boyutu göz ardı edildiğinden hemencecik yok olur yani onları hep şöyle derken görürsünüz: Yani bu kadar çok şeyimiz var, ne bileyim milletin bunun yarısı ellerinde olsa var ya adamlar mutluluktan yani uçarlar. Bizde ha var ha yok. Aynı şeyleri çocuklarında mülahaza ederler: Yani bizim çocuklar, arkadaş ya benim işçilerim var, diyor adam. Yani onlara asgari maaş veriyorum, görüyorum çocuklarına götürüyorlar, onlarla ne kadar seviniyorlar. Bir bayram işçilere bir şey dağıtıyoruz, dağıtırken sevinçlerini görmeliydin. Akşam gidiyor hanımına anlatıyor; çocuklar, kadınlar nasıl seviniyorlar. Bizimkilere milyonluk şeyler alıyoruz... Onlar bunu tüketmişler çünkü zaten olmalıymış. Bir de Cenâb-ı Hakk çevirip haset üzerinden -daha yukarıya baktırarak- Cenâb-ı Hakk onlara onun tadını yaşatmak istemiyor ya elinde çok araç var, daha yukarıya baktırıp ellerindekini bir de azımsatıyor.
Cenâb-ı Hakk dedi ki: Ne malları, ne çocukları, ne ortamları, ne adamları, ne hizmetkârları senin ilgini çekmesin.
Allah bunlarla onlara azap etmeyi muradediyor. (Tevbe-55)
Daha dünyadayken azap bu, ahiretteki azaptan bahsetmiyorum, o ayrı. Dünyada başlayan azaptan bahsediyorum. Cenâb-ı Hak azap etmeyi dilediği sürece, o ellerine verdiğinin bir milim güzelliğini onlara yaşatmayabilir. Verir, görünürde çok verdiğini görürsün ama bu verilenlerle mutluluk esastır, mutluluğunu vermiyorsa hiçbir sonuç yok demektir.
Biz dışarıdan bakınca jeti olanlar geziyorlar,dolaşıyorlar, çok imkânları var, güzel ortamlarda yemek yiyorlar mutlular diye düşürtürüz. Ama Allah'ın (cc) elinde öyle duygular, öyle araçlar var ki onlar üzerinden bunları öyle bir azaba uğratıyor ki haset bunlardan bir tanesi, varlık içerisinde azap doğuran, doğurabilen.
Aynı aile, bırakın başka ailelerle kıyaslarken kendilerinin yaşayacakları azabı, aynı aile içerisinde kardeşi kardeşe düşüren şeyler yaşanıyor. kardeşler birbirlerine bileniyorlar. Bütün dertleri birbirleriyle ilgili aleyhte bir şeyler yapmak. Ne bindikleri arabanın lezzetine, ne yediklerinin içtiklerinin sevincine, mutluluğuna eremiyorlar. Allah (cc) haset üzerinden bu mal ile gelen ve onun paylaşımıyla gelen haset üzerinden onları yakıp küle çevirebiliyor.
Prof. Dr. Hfz. Halis AYDEMİR
Gençlerle Söyleşi-106’dan (HASET)
https://www.youtube.com/live/auvoinU5VcM?si=Xe-2TB8A4ON835kw
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder