28 Mayıs 2023

Sebe’ Sûresi

 *Halis Aydemir*

Sebe’ Sûresi Tefsir Derslerinden Alıntıdır. 


-Rabbim makamı,mülkü,kariyeri, gücü kime istersen ona verirsin. Dilediğine az, dilediğine çok verirsin. Sen böyle sınarsın.


Cenâb-ı Hâk dilediği gibi sınar ama sınavın sonuçları bakımından her zaman adil olan şey nedir? Bu sınavı kazananlar aynı adil sonuca erişirler. Ve bu süreç, kişide yokladıklarıyla da adil süreçtir. Aynı sorular farklı sınıflarda farklı coğrafyalarda geliyor, ne fark eder? Yahut kimine zenginlik veya sağlık sorusu ömrünün başında geliyor, kimine sonuna doğru geliyor. Rabbimizin sınav sorularındaki keyfiyeti kendisine aittir. Sahip olduğumuz zenginlik sağlık vs O’nun bize bolca vermesindendir, bizim kazanımımız,çabamız bunu neticelendirmemiştir. Nice sizden daha fazla çaba gösterenlere bakın. Aynı mülkü elde ettiler mi? Ey akıl sahipleri yeryüzünde 10 zengin varsa bu 10 zenginin gösterdiği çabanın,girişimin belki yüzlerce katını fakirler gösterdi. Ama aynı serveti elde etmiş değiller. “Çalışmadan olmuyor ki her şey çalışmayla oluyor” şeklindeki yaklaşıma sahip kimseler, bugün çalışmadan servet sahibi olan binlercesini göz ardı ediyorlar. Allah bu dünyaya bir adam gönderirken, milyarlık bir ailenin soyundan olmasını ona hiç çalışmadan bedavadan vermiş oluyor. Başka bir örnek olarak, oturduğun beldedeki arazinin,toprağın veya evlerin bir anda artmasıyla yükselen ekstra geliri düşünelim. Bu nasıl oluyor? Allah’ın (cc) dilemesiyle, Allah’ın şartları onları zengin çıkaracak şekilde ayarlamasıyla oluşuyor. Dolayısıyla vananın başında benim Rabbim bulunuyor. O dilediğine açıyor,dilediğine kısıyor. Elinizdeki bu malın asla fikirlerinizin,asla tuttuğunuz bu yolun doğruluğuna yormayın. Zira Allah (cc) bunu bir değişken olarak sınav içerisinde kullanıyor. Burada İLMİ istisna tutuyoruz. Çünkü ilmi temin etmek için yola koyulanlara, bu hususta tek bir adım,çaba gösterenlere, hakikatin peşinde koşanlara muhakkak karşılık verdiğini Rabbimiz buyuruyor. Rızıkta bu böyle değil. Rızıkta çok çaba ama az karşılık olabilir ya da hiç karşılıksız kalabilir. 

“Allah mülkü istediğine, 

İlmi isteyene verir” diye bir söz var. 


-Sebe’ 31,32,33

 Allahın huzuruna geldiklerinde iki zalim grup didişir. Zalimler iki gruptu, biri istikbar edenler (büyük olmadıkları halde büyüklük taslayanlar), diğeri zayıf düşürülenler (zayıf olmadıkları halde diğer tarafın kendilerini zayıf hissettirdiği aşağıladığı sömürdüğü). Güden yöneticiler ve güdülen topluluk. Her iki grup da zalimler kümesinden oluyor dikkat edin. Allah zayıf düşürülüp zulme alet edilenleri zalimlerden ayırt etmedi. (İstizaf: Zayıf ve küçük görme) Allahın huzurunda habire suçu birbirine atıyorlar. İstizaf edilenler dediler ki: “Siz olmasaydınız biz Mü’minler olurduk. Zulmün esas payı sizde. Bizi manipüle ettiniz.”

 İstikbar edenler de dediler ki: “Hidayet size geldiği halde biz mi sizi geri çevirdik? Hayır işin aslı, siz de mücrim idiniz. Siz yolu tutmadınız ki yola gelesiniz. Cürüm üzereydiniz. Sorumluluk size ait bize yıkmayın.”

İşte böyle sözü birbirlerine attılar. Rabbimiz her iki grubu da yeriyor. İstikbar edenleri hakları olmadığı halde büyüklenmiş olmalarından ötürü yeriyor. İstizaf edilenleri de yeriyor, onlar da zayıf olmadıkları halde zayıflığı kabullendiler, yaratılışta aynıydılar, akılda donanımda her bakımda aynıydılar. Ama onların tehditlerine karşı hakkı söylemekten korktular, bu uğurda fedakarlık göstermediler, boyun eğdiler, Allah da onlara zilleti verdi. Tıpkı Firavunun Mısır halkını “siz zayıfsınız” diye inandırması sindirmesi gibi. Allah böyle sindirilen insanları da mazur görmüyor. 

“Ne yapsınlar Firavunun orduları vardı gücü vardı zulmetti, halk da mecbur kaldı,sindi” diye mazur görmüyor. Zira hakkı söylemenin önünde bir engel olmamalı. 

İstizaf edilenler “Sen de bizim gibi Allahın bir kulusun. Bizi nasıl kulun yerine koyup kendini bize ilah diye kabul ettirmeye kalkarsın? Ne demek Allahın sözünü bırakacağız da senin sözüne uyacağız? Ne demek senin sözün bizimkinden her halükarda üstün? Niye sen külhanbey misin? Kim oluyorsun da sen son sözü söylersin? Ne farkın var senin?” demediler.

 

Boyun eğip teslim oldular. Cenâb-ı Hâk da bu zayıflığı kabullenenleri yerdi, istikbar edenleri yerdiği gibi. 

İstikbar edenler, istizaf edilenlerden bir ve yegane olan Allah’ı hep yok saymalarını beklemişlerdir. Tarih boyunca bu değişmemiştir. 


-Cehennem azabında herkesin bir katsayısı vardır ancak sizler bilmiyorsunuz. Aynı cehennemdesiniz diye aynı azabı tadıyorsunuz sanmayın. Herkesin azabı tatmakta bir katsayısı var. Bu katsayı birinizden birinize değişirken siz farkında değilsiniz. 


-Ğuraf: Cennetlerde kişiye ait bağımsız bölümlere ğuraf deniyor. Kendilerine ait odacıklar. İman edip salih amel işleyenler burada güven içindedirler. 

37. Ayeti Kerime. 


İman etmeden salih ameller işlemenin hiç bir kıymeti harbiyesi yoktur, Cenab-ı Hak hepsinin hükümsüz olduğunu söylemiştir. O yüzden ayetlerde iman edip salih amellerde bulunma koşulu birlikte zikredilir. 


-“Onlar verdiklerimizle şımarınca biz de onları ansızın yakalayıverdik.” 

Sebe’ topluluğu da ansızın selin altında kaldılar. Hiç bir izleri kalmadı, bir efsaneye-söylentiye döndüler. Paramparça oldular. Allah (cc) isterse bir topluluğu öyle helak eder yok eder ki geriye sadece satırlarda isimleri kalır. İşte bu kıssada ibret dolu sahneler var. Cenâb-ı Hâkk’ın nasıl sınadığı, sünnetinin nasıl olduğu, insanları nasıl süzgeçlerden geçirdiğine dair çok önemli ayetler var. Ama bu ayetleri kimler tetkik eder? Her sabreden kimse. Sabredecek,inceleyecek, mesai verecek üzerinde çalışacak, farklı sûrelerde geçen ayetlerdeki sahneleri yanyana getirecek tamamlayacak. Çünkü bunlar sıradan cümleler değil. Rabbimizin kelamı. Buna değer verenler için ibretli sahneler ve de neticeler vardır. Sabreden kişi mutlaka görür. 


-Milletler, Allah’ın (cc) gönderdiği elçiler ile hep hakikat üzereydiler, sonra yoldan çevrildiler. Halk aldanmaya, Cenab-ı Hakk’tan vazgeçmeye saptı, bu sapmayı şeytanların da tahrikiyle bazı elebaşları değerlendirdi, toplumları yoldan çevirdi. “Böyle bir Allah’a secde etmesinler diye şeytan onları çevirdi.”


-Hz Süleyman’ı Yahudiler hiç sevmezdi, ona husumet beslerdi. Çünkü ondan imtiyaz bekliyorlardı ve göremediler. Hz Süleyman Allah’tan (cc) aldığı vahiyler doğrultusunda insanlara adil muamele ederdi. Süleyman aleyhisselâmdan hoşlanmayan Yahudilerin başına Allah şeytanları gönderdi. Zaten Allah’ın sünneti hep böyledir, hakka adalete razı olmayanlara, doğruyla ikna olmayanlara şeytanı musallat eder. Ve Yahudiler Hz Süleyman’a iftira atmaya başladılar ve onu sihirbaz buldular. Siyonist Yahudiler öyle bir ırkçı ki, onları ayrıcalıklı ve seçkin görmeyeni Allah’ın elçisi bile olsa kabul etmiyorlar. (Bu, din merkezli değil kavmiyetçi merkezli bir yaklaşımdır. Din kavmiyetçilik ekseninde ele alınır.)

“Biz de sizin gibi bir beşeriz. Her şeyi yaratan Allah’ın (cc) sade basit kullarıyız.” diyen Peygamberlerimiz kendilerini dahi ayrıcalıklı takdim etmemişken, nasıl kalkarlar da kendi kavimlerini ayrıcalıklı görürler. 

-Sanıyorum ki halk dilinde “Sultan Süleyman’a kalmayan dünya” diye bilinen Süleyman, Kuranı Kerîm’deki Süleyman aleyhisselâmdır. Onun mülkü o denli fazlaymış ki ona kalmıyorsa dünya , kimseye kalmaz. 


-Hz Süleyman: “Rabbim bana öyle bir mülk ver ki benden sonra kimseye böylesini verme.” Bu ayetten de anlıyoruz ki kulun yaradandan mülk ve varlık istemesi sakıncalı bir durum değildir. 

Hz Süleyman: “Ben malı Rabbimi hatırlattığı için, onun zikrinden dolayı çok seviyorum.” 

O ne zaman bir nimetle karşılaşsa bunu Allah’tan (cc) biliyordu. Bunun o kadar şuurundaydı ki kimin elinde ne görse “Allah’tandır” diyordu. Hiç bir zaman o nimetin Allah’tan başka birinden olabileceğine asla ihtimal vermezdi. (Rabbim bana hala nimet gönderiyor , beni sınıyor, hala şükredecek miyim yoksa onu unutacak mıyım?) 

-Hz Süleyman Sebe melikesinin tahtını cinlerin çarçabuk getirdiğini görünce; Bu Rabbimin fazlındandır, bu sizin yaptığınız bir şey değil, demiştir. Bu benim de hükümdarlığımın neticesi değil. (Yani Firavun gibi böbürlenmedi. İşte emredeceksin hemen gelecek hükümdar dediğin böyle olur, demedi.)


-Allah’ın sünnetinde şükredenlerin nimetini artırmak vardır: “Şükrederseniz muhakkak artıracağım.” Siz, size nimet gönderdikçe bunu Rabbim gönderiyor diye tanıyıp, göndereni hatırda tutarsanız, mala ilginiz onu gönderene olan sevginiz neticesinde olmazsa, mala olan eğiliminiz doğrudan bir sevgiye dönüşürse, artık esas amacınız mal olursa o zaman küfür olur, malla olan imtihanınız hüsrana döner. Süleyman as. burada güzel örnektir. Zenginliği ayeti kerimelerde geçiyor. Hem mala ilgi duyan, erişen, hem malla gücü yaşayan hem de bunu Allah’tan bilen biri. 

Cenab-ı Allah Kuranı Kerîm’de Hz Süleyman’ı övmektedir: “Ne güzel kuldur Süleyman.” 

Hz Süleyman’ın ilgi duyduğu mallardan öne çıkanı saf kan atlardır. Onun huzuruna bu türden saf kan atlar getirildi. Görünce “Rabbimi hatırlattığı için ben bu mala ilgi,sevgi duyuyorum.” dedi. Hz Süleyman denizlere de hakim. (Zaten denizlere hakim olan dünyaya da hakim olur) Dalgıçlık yapan cinler onun emriyle hareket ediyorlardı. Bir de kuşlar var. 

-Hz Süleyman gaybı bilmez. Cinler de bilmez. Gaybın anahtarları Rabbi’n katındadır. 

-İnsanların ahirete inanıyorum dediğine bakmayın, bunun şuurunda olup olmadıklarına bakın. Gelecek deyince emekliliğinden bahseden bir adamın ahiret imanı fluu (varlığı ile yokluğu belli olmayan) bir fotoğraf gibidir. İkinci yaşamda Allah’ın kullarına vereceği nimetlerin hayaline kapılıp , burnunda tüterek yaşayan Mü’min insanların hayatla ve metalarda bağlantıları zayıftır. Çünkü onları esasen motive eden, esasen cazibesine kapıldıkları şey ahiretteki nimetlerdir. Ahiret inancı Mü’minlerde bu şekildedir, bu beklentiyle yaşarlar.  


https://youtube.com/playlist?list=PL470HxBGbzVDaVh-SmcgOtU6yph__FdfM

Hiç yorum yok: