28 Mayıs 2023

Mülk Sûresi

 *Halis Aydemir* 

Mülk Sûresi Tefsir Derslerinden Alıntıdır. 


-……dolayısıyla artık hayatı adım adım Allah ile yaşayacak demektir. Her şeyin ardında,altında Allah’ı arayacak demektir. Karşısına çıkan zorluklarda “Şimdi Rabbim benden bunun karşılığında ödün verip vermeyeceğimi sınamak istiyor. Karşısına evladı, patronu, amiri, anne babası, eşi her kim çıkarsa, o durumda Rabbim beni  kendisinden taraf olmaya devam edip etmediğimle sınamak istiyor.” diyebilmektir.  İşte bu hal hayatı Allah ile birlikte yaşamaktır. Bu anlayış her şeyi Allah üzerinden anlamaya ve Allah’ın ne yapmak istediğini sorgulamaya sevk edecektir. Bu anlayış zaten kişide tevekkül oluşturur. Çünkü tevekkül Allah’ın her şeye kadir olduğu anlayışı ile sonuçlanabilir. 

-Sabrın kaynağı tevekküldür. Eğer tevekkül olmazsa sabretmeyi başaramayız. Allah azze ve cellenin sonucu lehimize çıkaracağına, her şeyi kontrol ettiğine dair inancımızla şekillenen tevekkül bize kuvvet sağlar ve bekleyebiliriz. O yüzden Allah azze ve celle bu ikisini birlikte zikreder ve amellerin en güzelidir. “Onlar ki sabrettiler ve Rablerine güvendiler.” (Ankebut-59) 

-Tevekkül bir lütuftur. Allah azze ve cellenin ilmine,kudretine olan yoğun bir bilinç ile teşekkür eden bir dua. Artık o andan sonra her dem Allah azze ve celle ile berabersin. Sonra ihsana dönüşüyor. Sabah namaza mı kalkıyorsun, karanlığı yara yara camiye mi yürüyorsun, orada kalabalıkların içinde secdeye mi gidiyorsun. Senin tüm bu aşamalarında senle birlikte olan Allah’a güven. Bu kadar sana yakın, sana ehemmiyet verip an ve an iz iz seni gözleyen Allah’a güvenmeyeceksin de  kime güveneceksin. Sen Kur’an-ı Kerîm okumaya başladığında seninle ahirete inanmayanlar arasında setreden,ayıran, perdeleyen bir hicâb çekeriz diyor Cenâb-ı Hâkk. Böylesi özel bir baloncuk içerisine alınan, itinayla gözetilen, meleklerin dokunmaya kıymadığı bir mazhariyete eriyor. Kendisinden kaynaklanan bir şey değil, İlahi lütfa sığınmışlığından. Yüce Rabbin indirdiği o muazzam, yere göğe sığmaz, dağların taşıyamayacağı büyüklükteki Kitab’a değer verdiğinden, okumaya yeltendiğinden. 

-Eğer her taraf İlahi kontrol altındaysa, kontrolsüz hiç bir nokta yoksa, o zaman bizim bazı ortamlar riskli-bazısı daha az riskli diye düşünmemiz imanımızla ters düşer. Uçaktan çok korkuyorum uçağa binmiyorum, diyorsan şurada otururken uçak tepene düşer :) Ve gazetede, uçak kazasında öldü, diye geçer haberin. Allah azze ve celle bunu yönetiyor bilfiil yürütüyorsa ve sen O’na güveniyorsan her ortamda O’nun avucunun içerisindesin! Savaşın ta ortasında dahi Cenâb-ı Hâkk’ın gücünün içerisindesin. Memur olduğun tedbirleri yerine getirdikten sonra duyacağın güven eşit olmalı. 

-Allah azze ve celle tevekkül eden kimseleri sever. 

-Ölüme doğru yürürken bile “Rabbim elbette ki bana bir çıkış yolu gösterecek. Öldürecekse bile korkusunu acısını bana yaşatmayacak, daha güzel bir yere katına alacak” diye hiçbir zaman kopmayan o tevekkül. İşte sonuca kavuşanlar onlar. Kim ki Allah’tan korkar, Allah onlara bir çıkış yolu gösterir. 

-O’nu yakın, en güçlü, en müşfik dostunuz olarak bilin. 

-Kul Cenâb-ı Hâkk’a karşı iyilik yapacak da, Cenâb-ı Hâkk ile ilişkisini  düzeltmeye çabalayacak da, Cenâb-ı Hâkk kulu ters düz edecek, onu ortada bırakacak, rezil rüsvay edecek? Asla olmayacak bir şey. İyice benim ne kadar güvendiğimi test etmeye çalışıyor. Bak bunu da bana yaşatarak içimdeki o zayıf halkayı yokluyor. “Ya Rabbi direneceğim” diye kul sebat edecek. Cenâb-ı Hâkk “oldu şimdi” dediği andan itibaren her şey olumluya evrileverecek veya kulu Rabbi katına alacaktır. Ama Cenâb-ı Hâkk kulun o sebatını, tevekkülünü görmek isteyecektir. Kainatı bunun için yarattı. Bunu niçin yapıyor diyemeyiz. Allah azze ve cellenin bir bildiği var. O kuluna güzel sonuçları hedefler. Biz emrolunduğumuz şeyi yapalım. Demekki tevekkül sonucun güzel sonuçlanacağı bilgisiyle yaşanılan bir süreçtir. “Rabbim bu sıkıntıları güzel bir sonuç için, aramızdaki ilişkinin sağlamlığını bana yaşatmak için ve bunu mahşerde, cennette güzel bir hikaye olarak etrafıma anlatabilmem için benim bir kimliğim olarak bana yaşatıyor.” 


-Kafirlerle boğuşurken bile Rabbimizin hakkımızdaki hükmünün pozitif olacağını, kesin bir merhamet olacağını lanse etmek haddimize değil. O esnada bile bizi helak de edebilir bizi esirgeyebilir de, demeliyiz. Kafirler de bunu bizden duyunca demeliler ki; yahu bunların Rablerine karşı duruşları ne kadar hassas,ne kadar titizler. Biz onları Rablerini birledikleri için sıkboğaz ediyoruz, canlarını anlıyoruz, böyle olmasına rağmen onlar yine Rablerinin haklarındaki hükümlerini pozitif olacak diye çantada keklik gibi görmüyorlar. (Kafirler bu azabı onlara, yegane olan Allah’a iman etmelerinden ötürü çektirdiler, sebep sadece buydu.)


-Dehşetli azabın tam kıyısında yaşayan biz insanların, ister birey olarak ister topluluklar olarak, Cenâb-ı Hâkk’a karşı saygısızlık etmeye cüret etmemiz akıl alır bir şey değildir. Önce kendime, sonra hepimiz birbirimize bu soruyu sorsak bunun akılla izah edilir bir tarafı yok. Küçücük bir küre içerisinde, soğuk buz gibi kapkaranlık bir uzayın içerisinde ilerleyen, nereye gittiği bilinmeyen bu insanlık ve kendi içinde de bir sürü tehlike barındıran bu ortamda nasıl Cenâb-ı Hâkk’a karşı saygısız olur yahut oluruz, bu anlaşılır şey değil. 


-İlahi adalette hiç bir açık kapı yoktur. Farklı imkanların kimilerine fazla yaşatılıp kendilerine yaşatılmamasını görerek, buradan bir mazeret yolu bulmalarına yer yoktur. Eceli müsemma dediğimiz o hayat dilimi herkese ayrı ayrı İlahi İlim kapsamında yaşatılmaktadır. Biz o ilme muttali olmadığımız için, görünürde bazıları uzun yaşıyor bazıları kısa yaşıyor diye sanki o kısa yaşayana daha az imkanlar verilmiş, daha az tecrübeler neticesinde süresi erkenden kapatılmış, diğeri daha fazla tecrübelerle düzelmiş gibi gözükebilir. Ama ilahi adalet bunun sadece zaman boyutuyla olmadığını bize söylüyor. Yaşatılan imkanlar zaman içinde yoğun yaşatılabilir, zamana yayılarak da yaşatılabilir. Kişinin neyi nasıl yaşadığı olayı dahi bizim açımızdan bir ölçüye vurabileceğimiz, bir hesapla  üstesinden gelebileceğimiz bir konu değildir. Cenâb-ı Hâkk insanları eşit bir fırsatta yaşatırım diyor ise bu O’nun ilmi kapsamında öyledir, biz buna iman etmek durumundayız. Dolayısıyla cehenneme gidenler arasında kimsenin haksızca, öylesine, diğerlerine göre biraz masumca gittiğini asla düşünemeyiz. Allah, gerek uzun yaşan Hz Nuh’un kavmindeki insanları, gerek onlara göre kısa yaşayan bu ümmet içerisindeki bireyleri ve aradaki diğer toplulukları nice farklı ortamlarda ve koşullarda dahi adil sınamayı becermiştir, bu Allah cc için gayet kolaydır. İlim Allah’ın katındadır, Allah ilmi ile süreci adil olarak işletmektedir. 

Cenâb-ı Hâkk’a geri dönebilmek, O’nun rahmetine sığınabilmek, günahlardan vazgeçebilmek, O’nunla iyi bir bağ kurup barışabilmek adına insanlara yaşatılan imkanlar her bireyde eşittir. 


-Mülk 25: “Onlar (inkarcılar) ‘Doğru sözlü iseniz (söyleyin), bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?’ derler.”

ÖLÜM normalde hayatı solduran,bitiren bir şey gibi görünürken Mü’minler açısından hayata anlam katar. Hayatın varlığını anlamlandırır. Ölümle Rabbe dönüş sürecini düşünen bir kimse ölüme odaklı,ölüme gebe bir şekilde yaşar. Onlar ölümü her an beklerken, kafirler “Ölüm ne zaman ne zaman?” diye sormuşlardı. (Öğrenmek için değil, Hz. Peygamber’le sav alay etmek maksadıyla sormuşlardı.) Ne zaman başımıza ölüm gelecek diye soracağınıza, şuan gelmemesini kime borçlusunuz? Bunu bir düşünün. Tavanı başınıza kendiniz mi çaktınız, emniyetinizi kendiniz mi  sağladınız da ne zaman burası yıkılacak diye soruyorsunuz? Şuan kim elinde tutuyorsa, yıkmadığına şükredin. 

Onlar Rablerini hatırlatan şeyleri yoksaymak için böyle diyorlar. Ne zaman ne zaman diye diye dini hayatın dışında tutuyorlar. Ben gencim öyle şeyleri ilerde yaparım, diye diye hayatını Rabbinin buyruklarından uzak yaşamaya adıyor. Bu çarpık basit yöntemi çoğumuz hayatımıza bir ilke olarak koyuyoruz. Ölümün uzaklığıyla kendimizi gevşekliğe verip, hayatın kısa mesafeli, aldatıcı ve asla tatmin etmeyen şeyleriyle oyalıyoruz. Bu denli gönüllü yanılsama yok elbette. Bunun adı zulümdür. Kendi kendimize “Hayır hayır biz öyle yanılıyor filan değildik. Biz düpedüz zulmettik.” diyeceğimiz, ah-vah edeceğimiz anı Cenab-ı Hak haber veriyor. İbadetlere olan dikkatimiz ve özenimiz eksik kalıyorsa biz de onlardan bir taifeyiz demektir.


-AKLETMEK kişiyi Yaradan’a bağlar. AKLETMEK kişiyi Allah’ın ilmine saygı duymaya, O’nun kudretini tanımaya, O’nun önünde hayranlıkla tapınmaya götürür. 


-Rabbimiz, ateşin kıyısından müttakîleri kurtaracağını haber veriyor. Kişi cehennemden kurtarılıp, cennete doğru yola koyuldu mu işte  bu muazzam kazançtır. Bu dünyadaki kazançlara benzemez. Bir adım sonra kaybın kendisini izlediği,beklediği yahut tehdit ettiği, hiç olmazsa ölümün bir kabus gibi beklediği bu kısır,anlamsız, önü kapalı bu çıkmaz sokakta heyecan duyup bir şeyler elde ettim diye mutluluğa kapılmak ne kadar akıl dışı ve anlamsızdır. İnsan önü açık ufku açık sonsuzluğa uzanan bir süreç görmedikten sonra kısa süreli bir kapalı sokakta kendi kendine gelin güvey olması elbette akletmesinden vazgeçmesiyle, döneceğini unutmasıyla, Rabbini denklemden çıkarmasıyla ancak mümkün olur. 


Mülk 24: “Sizi yeryüzünde yaratan ve kendisine döneceğiniz yine O’dur.”

Ölümün en kötüsü şok edici olanıdır. En güzeli farkındalık haliyle, beklenen bir ölüm, hele hele özlenen haliyle daha bir güzeldir. O insanı şok etmez. İnsan “ben seni zaten bir ömür bildim, ben seni zaten bir ömür hep hesaba kattım, yaşamında sen hep vardın” der.  Böyle bir ölüm insanın hayatına  anlam katar. Böyle kimseler kitaplarını ellerine aldıklarında mutlulukla “İşte benim kitabım, herkes okusun” diye insanların yanına sevinçle dönecekler. Onlara bu sonucu nasıl elde ettikleri sorulunca “Biz hayatımızda ölümü hep hesaba kattık” diye cevap veriyorlar. “Bir gün hayatımın sonlanacağını, bir gün ölüm ile karşımda Rabbimi bulacağımı hep hatırımda tuttum. Hep bu şuurla yaşadım.” diyorlar. 


-Yüreğimizin konumunu sıklıkla sorgulamalıyız. Şuan neredeyim? Hayata nasıl bakıyorum? İlk inşaasını birinci plana almış, ilk inşaasının hedefleriyle hayal gören, yarınlara dönük böylece heyecan duyan bir noktada mıyım? Yoksa ilk inşaasını renksiz televizyonlar gibi geride bırakmış, gözünü ufka doğru dikmiş, ikinci inşaasının yaratılışının heyecanına kapılmış, bunun beklentisiyle ileriye doğru adımlar atan bir konumda mıyım? Bu heyecanı bu konumu Cenab-ı Hakk’tan diliyoruz. “Biz onları (salih kulları) ahiret yurdunun düşüncesiyle sardık, kuşattık, saf bir şekilde bu düşüncelerin içine aldık.” Yani başka düşünce bırakmadık, halisane bir şekilde. İçinde bulunduğumuz hayatı hayat olmaktan çıkardığı, o hakiki hayatın duygusuna, düşüncesine sarılmış, oraya odaklanmışlar. Bizi de böylece yönlendirmesini, onlardaki kadar bizde sebep bulamasa bile sebepleri bizde var etmesini, bizi bu yönde sürüklemesini, en azından duamızda bunu sebep kılmasını diliyorum. Kur’an-ı Kerîm’i yıllarca her okuduğumuzda bu manayı bulduğumuz ama kapağını kapatıp şu kapıdan çıktığımızda yine dünyaya dair projelerin bizi sardığı, onların heyecanı ile devinip durduğumuz bir döngü içerisindeyiz. Bir türlü rayına koyamadık, bir türlü istikrar ile yüzümüzü ahirete dönemedik. 


-Salih peygamber kavmine dönüp: “Benim Rabbim yakındır ve icabet edendir.” 

Garîb ve Mucîb, yakın ve icabet eden. Cenab-ı Hakk’ın Kur’an-ı Kerîm’de ardışık kullandığı iki ismi. Değil mi ki kendini Mucîb diye tanıtıyor, her çağrıya illa ki icabet eder. Kur’an-ı Kerîm’de en çok hoşuma giden, okurken en çok yakınlık hissettiğim, tutunduğum ayetlerden bir tanesi. 


-Mülk 21: “Eğer Allah lutfettiği rızkı kesiverse size rızık verebilecek olan kim?” 

Rızkı başkalarından sağladığımızı düşünürsek,onların önünde eğilirsek, onların önünde emri bil maruf nehyi anil münker yapacakken kendimizi geri çekiyor “ama bana iş vermez o zaman” diyerek görüşümüzü-inancımızı ifade etmekten hatta onların görebileceği alanlarda inancımızı yaşamaktan  imtina ediyor isek bizim hatırını gözettiğimiz gerçek Rabbimiz o oluverir. Allah azze ve celle kulunu “rızkını ben sağlıyor değil miydim, o zaman neden rızk endişesi ile falanca yerde doğru sözü söylemekten kaçındın, doğru işi yapmaktan kaçındın?” diye sorgulayacaktır. Nitekim Allah, bizim içimizden geçenleri de, içinde bulunduğumuz toplumlarda hangi tepkiyi yapmaktan neden imtina ettiğimizi de, hesaplarımızı da, beynimizin yahut kalbimizin en dibinde hangi hesabı temel aldığımızı elbetteki bilendir. 

Allah rızka sahip çıkıyor, benim verdiğim rızık diyor. 

“Bizim patron biraz başka. O yüzden ben pek belli etmiyorum onun yanında kendimi” İşte bu takva. Ama Allahtan başkasına duyulmuş bir takva. Cenab-ı Hak bizi “Rızkı o mu veriyor ki? İşimden olursam Elbette Rabbim beni zayi etmeyecek, rızkımı verecek, düne kadar da zaten Rabbim idi.” diyecek bir basiret ile hakkı icra etmekten imtina etmeyen,gözü pek, yüreği sadece Allah takvası ile dolu kimselerden eylesin. 


-Ya Rabbi, bu nimeti bana vermenin bende gerçek bir sebebi yok. Sen bana bunu lütfundan, sen bunu bana tamamıyla rahmetinden veriyorsun. Buna karşılık ben şimdi nasıl hamd etmeliyim? Bu hisse kapılan kimse kulluğunun asıl farkına varan, Rabbine karşı durduğu konumu doğru tespit etmiş olan kimsedir. 

-Eğer nimetleri aklınızın,zekanızın, girişimlerinizin, gayretinizin bir sonucu sayıyorsanız, bu Kârun’un yaklaşımıdır ve Kârun onca güç ve servetine rağmen ansızın yok edilmiştir. 


-Mülk 18: “Onlardan öncekiler de (dinimi) asılsız saymışlardı; ama verdiğim ceza da nasıl olmuştu?”

Sizin küfrünüz onlardan daha mı farklı? Küfür küfürdür, saygısızlığınız saygısızlıktır. Hz Lût’un kavminin aynısını yapınca, size azap gelmeyecek mi sanıyorsunuz? Siz söyleyince Ad kavminin söylediklerini, size azap gelmeyecek mi sanıyorsunuz? Yüce Yaradan’nın buyruklarını Semud kavmi gibi siz de takmayınca, aşağılayınca, “bu çağda olur mu böyle!” diyerek küçük görünce azap size gelmez mi sanıyorsunuz? Neyiniz farklı? Ne üstünlüğünüz var? Sizin kafirliğiniz onlardan daha mı üstün? 

“Sizin kâfirleriniz onlardan daha mı hayırlı?” (Kamer-43)


-Mülk 14: “Yaratan bilmez mi yarattığını?”

O, bizimle berabe. Ama el Latîf olduğu için sezdirmiyor. Aklettiğimizde olabildiğince aşikar bir gerçeklik iken hislerimize baktığımızda dokunamıyoruz, varlığını göremiyor O’na sarılamıyoruz. Ama O bizi biliyor. Bizim özgürlüğümüze, irademize dokunmamak için, bizi kendisine saygıya cebretmemesi için, tercihimizin gönüllü bir saygıyla sevgiyle oluşması için Allah zâtını el Latîf olarak bize perdelemiştir. 

“Rabbim bunu sadece senin için yapıyorum. Ne olur bunu kabul buyur.” İşte insanın bu yeri göğü, yıldızları aşıp melek-i âlâya yansıyabildiği bir sürece girebilmesi, uzaya çıkmaktan çok farklı bir şey. Bu sistemin dışına çıkıp, daha ölmeden gök kapılarını aşındırmak, sâlih amelleri ve içinde taşıdığı halis düşünce ve duygularıyla, Cenab-ı Hakk’ın katına çıkarabilmesi, meleklerin kıskandığı bir düzeye ulaşabilmesi. Bu insanın elinde olan kendisine sunulmuş bir imkan. Rabbimizin içimizde ve her an haberdar olduğu gerçeğini iyice bir nakşedebilsek, bu bize müthiş bir terakki sağlayacaktır. Müthiş mutluluk sağlayacaktır, hayatı kolaylaştıracaktır. Rab ile temasta olmanın, gökleri yaratan ile sıkı sıkıya temasa girmenin, O’nu sevmenin ve O’nun sevgisine mazhar olabilmenin, karşılıklı sevgiliye dönüşebilmenin bir yolunu bize açacaktır ki bu Mü’minler için büyük bir saadettir. Kafirler için büyük bir tehdit ve sıkıntı kaynağıdır. “De ki Allah’ı seviyorsanız benim peşime takılın. Bana tâbi olun” Ben de çünkü O’na duyduğum sevgiyle kulluk eden sizin gibi bir kulum. Bana paralel bir yaşama girin. Benimle eşdeğer yüce Allah’a bağlanmaya, hepimizi eşit görüp O’nu el Âlî bilmeye, bu sürece girin. 


-Mülk 12: “Görmedikleri halde rablerinden korkup saygı duyanlara gelince, onları da hem bir bağışlanma hem de büyük bir ödül beklemektedir.”

Biz dualarımızda çoğu zaman mağfireti esaslı olarak işleyemiyoruz. Dünyevi de olsa uhrevi de olsa hep dualarımızda ödüle dair beklentilerimiz var. Dünyada ve ahirette istediklerimizi sıralarken sanki günahlarımız bağışlanacakmışcasına hatta günahlarımız yokmuşcasına davranıyoruz. Hiçbirimizin ameli cennete sokmaz. Evvela Cenab-ı Hak’ın mağfiretine ihtiyacımız var. 


-Mülk 8: “Cehennem neredeyse gayz ve öfkesinden parçalanacak! Oraya her bir grup bırakıldığında, muhafızları onlara, ‘Size kendi içinizden resuller gelmedi mi?’ diye sorarlar.”

Cehennem kaynar durur, onun nefes alışı duyulur. Neredeyse öfkesinden gayzından parçalanacak. Cehennem böyle bir yaratılışta. Cehennemin bir kişiliği var, konuşuyor, öyle kendi başına yanan ateş gibi değil. Buna memur, doğasına bu yerleştirilmiş. Acımadan yana bir şey kodlanmamış. Yakmak üzerine, acı ve elem dolu bir azabı tattırmak üzere yaratılmış bir azap yeri orası. 

Size resuller gelmemiş miydi? Siz uyarılmadınız mı? Cehennemin bekçileri olan melekler, buraya doldurulan insanlara karşı bunu sorma ihtiyacı hissediyorlar, hem de her yeni gelen gruba. Cevapları: Evet, elbette  geldi. Peki onları ne aldattı? Dünya hayatı. Dünyayı tercih ettiler. 


-Müfessirler diyor ki; Kuranı Kerim’de tehdit içeren ayetler bile, mağfiret içerenler kadar davet içermektedir. “Gel” demektedir. Allah kullarına rahmet etmek istiyor. Müstekbir halimizle cehenneme gitmemizden razı değil. Kafirlerin sayısının artmasından memnun değil. 


-Mülk 3: “Yedi göğü birbiriyle tam bir uygunluk içinde yaratan O’dur.“

Kuranı Kerîm’de bir çok yerde Cenab-ı Allah gökleri zikrediyor ve 7 kat tabaka olarak tanzim edildiğini haber veriyor. 


-Tabareke; bu sûre ilk kelimesinden daha çok şöhret bulmuş. İlk kelimesi üzerinden sûreleri isimlendirmemiz, bizim sûreyi anlamadığımızı ifşa ediyor. Sûrenin adı var, mülk. Sûreler sahip olduğu en dikkat çekici içeriklerine dayalı olarak isimlendirilmiş. Mülk Sûresi de mülkün sahibi olan Allah’a başlangıçtaki bu muazzam işaret edişi ile isim almış. Sûreye kalkıp “Tabareke” demek, ben bu sûreden bir şey anlamıyorum, sadece başındaki kelimeden ötürü böyle adlandırdım, demek. (Aynı şekilde İhlas Sûresi’ne Kulhuva demek) 


Mülk 1: “Mülk elinde olan Allah ne yücedir, ne üstündür. O her şeye gücünü yetirir.”

Ayeti Kerime’de Cenab-ı Allah zâtını övüyor. Kuran’da bu sıkça işlenir. Neden her şey Allah’ın dediği gibi oluyor? Çünkü mülk O’nundur. Allah diyor ki , ben sırf gücü kontrol ediyorum diye abes ve anlamsız işler yapan, ahlaki boyuttan yoksun biri değilim. Ben aynı zamanda adalet sahibi, hikmet sahibi olan bir kimseyim. Bu hikmetler de yüceliğimin ayrı bir unsuru. Bu Kudret’in kendisini Rahim, Rahman ve Adil olarak tanımlaması bizim için müjdelerin en muazzamıdır. Sistemi kontrol eden iyi biriymiş, dolayısıyla tehlike yok. Bu düşmelerimin bir anlamı olmalı. Beni yaratan bana zulmetmek istemiyor. Halîm davranıyor, tövbelerimizi kabul ediyor. Şefkatiyle kendisine çağırıyor, bizim ona karşı nice kusurlarımız olmasına rağmen. 

-Ölüm yaratılmış bir şey. Hayattan önce yaratılmış. Ve bizler önce ölüler olarak yaratıldık. Başlangıçta meyyit idik. Aslında o çok korktuğumuz ölüm, aslında vaktiyle denediğimiz bir hal, ortamında hiç bulunmadığımız bir şey değil. Tekrar deneyeceğimiz bir şey. Böyle düşündükçe insan ölümü biraz daha tanıdık hale getiriyor. Daha önce denediysem demek ki o kadar şok olmayacağım. 

-Cenabı Hak bizi sınamak için yarattıysa o zaman bunun çok ciddi sonuçları olacaktır. İşte bu içimizde oluşan ürperti, üzerimizdeki sorumluk ve ağırlık, Mülk Sûresi’nin kendi ağırlığı kadar daha hemen girişinde üzerimize çökmektedir. 

-Mülk 2: “Hanginiz daha iyi amel yapacaksınız diye, bunu sınasın ibtila etsin diye Allah sistemi (ölümü ve hayatı) yarattı.”

Sizi kesinlikle sınayacağız başka türlüsünü düşünmeyin. Hanginiz daha güzel amel yapacaksınız diye Allah yaratmıştır. Hayatın yaratılışındaki bu espri gözden kaçırıldığı sürece insan yanlış,amaçsız işlerle uğraşmaya, yaptığı işin neticesiz çıkmasına mahkum olmaya devam edecektir. 

Ahsen-i amel; Allah’ın öğrettiği kadarıyladır, elçisinin hayatında gördüğümüz kadarıyladır. Daha da fazlalaştırmak, daha öteye bir yol almak, karmaşık hale getirmek ona daha güzellik katmaz. Onun kamil olduğu en güzel örnek olduğu düşünülünce, fazlası ağır gelir. Ayetteki ahseni amele vurgunun olması bizi güzel bir örneğe yönlendirmeli. Güzel örnek de doğrudan vahiylerin gönderildiği elçidir. Onun (sav) ibadetlerini hangi sınır ve çerçevede yaptığına odaklanmak gerek. 

-Allah, insanların hayatında meydana gelecek ve ezelde planladığı, olacak her şeyi daha olmadan bilmektedir. Bunu Allah GAYB İLMİYLE bize açılıyor.  Diyor ki; bu bana ait olan ilim türlüdür. Ben bu ilimle anlık zamanların ötesindeki bütün zaman dilimlerine tanığım,hepsini ayrı ayrı görmekteyim. Bu zâtımı alakadar eden bir şey. Sizler yaşanan anlık zamana bakmaktasınız. Gerçekleştikçe tanık olmaktasınız, üstelik gerçekleşen her olaya da tanık değiliz , sadece kendi etrafımızda olanlara. Allah’ın ise GAYBIN İLMİ VE ŞEHADET İLMİ vardır. (Hem anlık ilmi hem de tüm zamanların ilmi) Allah’ın gayb ilmi ile vakti gelince şehadet ilmi birebir örtüşür, asla bir yanılgı bir fire olamaz. Allah olacak bir şeyin olacağını bilirken, olmayacak bir şeyin olmayacağını da zaten bilir. 


https://youtube.com/playlist?list=PL470HxBGbzVChrnCraZtHKeZKeLBVahkF

Hiç yorum yok: