*Halis Aydemir*
Hûd ve Nahl Sûresi Tefsir Derslerinden Alıntıdır.
-Müttakîler hariç bütün dostlar düşmandır aslında. Ve düşmanlık öte tarafta gün yüzüne çıkacaktır. Bu Cenâb-ı Hâkk’ın iddiası. Eğer kurulan dostluk ve birliktelik takva üzerine değilse, yani Cenâb-ı Hâkk’ı gözeten, O’na birlikte saygı duyan, emir ve yasaklarına saygılı durabilmek için birbiriyle yardımlaşan bir birliktelik değilse Allah da onlarla birlikte değildir. Kişi ne kadar müttakî olursa Allah azze ve celle de o kadar onunla birlikte demektir, ona o kadar yakın demektir. Ona o kadar değer veriyor demektir. Şeytan kişinin takvasına musallat olur.
-Hz Nuh dedi ki “Ya Rab ben mağlubum artık sen bana yardım et” Hz Nuh’u Rabbimiz süreç içinde yalnızmış gibi gösterir ama o yalnızlık mağlubiyet değildir. Cenab-ı Hak “Ey Nuh sen nasıl kendine ben mağlubum dersin” dercesine etrafı tufana boğdu. Ben inanıyorum ki bu tür meydan okumalara karşılık Cenâb-ı Hâkk’ın gayreti harekete geçiyor.
-Allah’ın yoluna çağırmak için bir başkasının kapısını çalmayı, komşuya bu maksat ve bu niyetle ziyarette bulunmayı, bu niyetle yola çıkmayı ve orada propogandacı dil kullanmadan konuyu Allah’a getirmeyi, onu rahatsız etmeden, müşfik yolla ve ivedi değil zamana yayarak ve bunların hepsine Allah için katlanmayı, bu itinayı Allah için yapmayı…. (UNUTMA)
-Geçenlerde Amerika’da 17 yaşında bir çocuk, bir kadının 11 yaşındaki çocuğunu katletmiş. Uzun mahkemelerden sonra, nihai karar anında mahkeme salonunda kadın kalktı (Müslüman bir kadın) o çocuğun yanına gitti “Benim inancım affetmeyi özendiriyor. Dolayısıyla ben bu çocuğu, oğlumu katletmesine rağmen, karşılığını Allah’tan umarak, affediyorum.” dedi. Ve gitti o çocuğa sarıldı. Verilen bu mesaj, alınan niyet, gerçekleştirilen tavır, ortaya konulan görüntü,resim işte ayette anlamaya çalıştığımız mana. Evladını kaybettiği halde karşılığı Allah’ın katında arıyor. (Nahl Sûresi-125,126,127,128)
Peki niye affetmenin, ıslah etmenin karşılığı Allah katında çok büyük bir şeye dönüşüyor. Çünkü temel bir ilke var: “Allah müfsid kimseleri sevmiyor. Allah fesadı da sevmiyor”
-Konu dine gelince, kendisini birilerini taklit üzerinden bir din yaşamaya bırakmış. Öğrenmek, öğrendiklerini paylaşmak, bu konuda hem ikna olup hem de ikna edecek süreçlerde yorulmaktan kaçınan kalabalıklarımız var. Bu kimseler bu dinin çok iyi müntesipi olduğu iddiasındalar. Bu çok çarpık bir resim. Bu resmin çarpıklığını bir türlü gösteremedik. Bizim din anlayışımızın kırılma noktasıdır burası. Bizim dini yaşamayı taklit üzere sanmamız bizi büyük yanlışlara sevk etti. Halbuki o amelin önce ilmini öğrenmemiz, sonra onu amele düşürmemiz, ve ilmen amelen donanmışken bunu da başkalarıyla paylaşmamız… Sürecin şablonu buydu. Resûlullah (sav) ve ona iman edenlerin yürüdüğü yol böyleydi. Ayeti öğrenerek, amel ederek, hep öğren-uygula şeklinde götürdüler. Biz ise öğrenmekten kaçındık. Sadece gördüğümüzü yapa duran bir kitleye dönüştük. Anlamaya ayıracak zamanı yok. Futbolda, siyasette,ticarette vesair alanlarda çok zaman harcarken, dine anca takliden yanaşmak istiyor, kestirmeden sonuçlandırmak istiyor.
-Erkeklerin de kadınların da duygularını kontrol etme sorumlulukları var. Bu sorumluluğa birbirimize katkı vererek destek olmalıyız. Yoksa birbirimizi hoyratça kışkırtarak değil. Ben bir yandan kışkırtarken “O da bakmasın canım, kendine hakim olsun, sonuçta dokunmuyorum ya” diyebiliyorlar. Her şey dokunmaktan ibaret değil, çoğu duyguların görsel etkileşim ile tesir ile ilerlediğini hepimiz biliyoruz.
-Bizim kendimiz iyileşmemiz yetmez. Kişi bir yandan kendisi iyileşirken, çevresini de iyileştirme faaliyetinde olmalı. Belki onlara bazı nasihatlerimiz, anlatımlarımız sonuç vermeyecek. Belki gerçekten Allah azze ve celle onlara azap edecek. Ama biz yine de yapmak zorundayız. Neden? Rabbimize karşı mazeretimiz olsun diye. Cenâb-ı Hâk bize “Onlar böyle yaparken siz ne yaptınız?” diye sorduğunda; “Biz de onları uyardık ya Rabbi. Kayıtsız kalmadık. Onlara karşı sorumluluğumuz dahilinde bir şeyler yapmaya çalıştık” diyebilelim diye. Demekki muhatabın iyileşecek veya hidayete gelecek olup olmaması, bizim ona karşı sorumluluğumuzu ortadan kaldırmıyor. “Ya bu zaten yoldan çıkmış buna hatırlatmaya gerek yok, fayda etmez zaten” gibi bir şey diyemeyiz. Hakikaten de öyle olabilir ama biz hala anlatmak zorundayız. Neden? Cenâb-ı Hâkk’a mazeretimiz olsun diye. Dolasıyla çevresine duyarlı, sosyal sorumluluk almaya namzet, gücü yettiğince ıslahat eden kimseler olmak! Rabbimiz bize neden o çaba içinde olmadığımızı sorduğunda “Ya Rabbi bir netice alamayız diye vazgeçtik” mi diyeceğiz. “Netice alıp alamamak yani muvaffakiyet, o benim işimdi, o sizin işiniz değildi” diyecek Cenâb-ı Hâk.
“Nice peygamberler gönderdim, helak ettiğimizde 1 tane iman eden yoktu. Onlar anlatmamalı mıydılar? Netice alamayız diye insanları uyarmamalı mıydılar?” O yüzden bu süreçlerdeki vebalimiz ve beraatimiz için çabaya ihtiyacımız var.
-“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et; onlarla en güzel yöntemle tartış.” Nahl Sûresi-125
-ÇAĞIR. SANA ULAŞAN ÇAĞRI, SENDEN DE BAŞKASINA ULAŞSIN. DURMA, RABBİNİN YOLUNA ÇAĞIR.
Yanına yakınına kim düşüyorsa, bu emir dolayısıyla Cenâb-ı Hâkk’ın bize muhatap kıldığı kişi işte odur. O bizimle alakasız biri değildir. O bizim hissemizdeki kişidir ve Cenab-ı Hakk’ın onu çağırdın mı diye bize hesap soracağı kimsedir. Allah hayatı her yönüyle yönetir. (Rabbimiz yanımıza kim bilir kimleri gönderiyor da biz o esnada kim bilir telefonla vs meşgul oluyoruz. Hatta pek de yüz vermiyoruz. Bizim asosyal olmak gibi bir lüksümüz yok) Rabbimizin yoluna çağırmak için de Rabbimizin yolunu öğrenmemiz lazım. Ayet-i kerîmedeki hikmet; karşı tarafın makul olan yanına hitap etmek. Bak olması gereken bu doğrusu bu, diyerek gösterdiğimiz. Yanlış seçeneklerin yanlışlarını da izah ettiğimiz, iradesine saygı duyduğumuz, provakatif dil kullanmadığımız (-ki buradan çok kaybediyoruz) Bu baskı, karşı tarafı rahatsız ediyor, belki belli etmiyorlar. Fakat bu hikmetsiz bir çağrı olur. Karşımızdaki birinin, bir fert olarak Cenab-ı Hakk’ın kendisine ihsan ettiği hakkı iyi yada kötü yönde kullanabileceği serbestliğini kendisine hissettirmek lazım. “Dilersen inkar edersin dilersen iman edersin, o senin bileceğin şey. Ama ben sana doğrusunu,güzelini anlatmak isterim. Tercihini doğru kullanmanı isterim. Çünkü ben seni seviyorum. Neticede iyi bir sonuç ile bu dünya hayatından çıkmamızı dilerim.” gibi söyleyebiliriz. “Senin dediğin de doğru olabilir, ama beni ikna etmen lazım. Eğer beni ikna edersen ben bu konudaki düşüncemi gözden geçirebilirim buna açığım.” Tehditkar ve tahrikkar üsluba yönelirsek hata ederiz. Buna Cenab-ı Hak müsaade etti mi, kendimize sormak lazım. Cenab-ı Hak “Doğruyu söyleyin de nasıl söylerseniz söyleyin” demedi. Söylediğimiz şey karşı tarafı irrite ediyorsa, karşı tarafın henüz hazır olmadığı bir şeyse.. Çünkü öğrenme aşamalı ilerler. Cenab-ı Hak Kuranı Kerim’de tedriciliği esas almış, aşamalı şekilde Cenab-ı Hak insanları kendisine çağırıyor. Yani bizatihi kendisinin takip ettiği sistem bu, kulunu en iyi bilen O olduğu için.
-Uçak yolculuğu çok riskli diyorlar, kara çok mu emniyetli? Akledersek, karayı da denizi de havayı da Cenab-ı Hak idare ediyorsa, risk faktörü eşittir. Bizler inanıyorsak ki,musibet ancak Allah isabet ettirdiğinde gerçekleşiyor, o zaman karada da havada da böyledir.
-Gavur aşığı bir hale düştük. Onun evine ayakkabısıyla girmesine hayran kaldık. İnsan pisliğe hayran kalır mı? Biz bunu modernlik sandık. Onların iğrenç hallerini, hayat anlayışını, erkeği erkek bilmeyen,kadını kadın bilmeyen fıtrat ile çatışan yaşam anlayışını, muasır sandık. İçine biraz da teknoloji kattığımız zaman bunu kendimize ideal hale getirdik.
-Tercihini Allah azze ve celle adına yaşayabileceğin ortamdan yana yap.
-Allah’ın sözlerini anlamaya çalışıyoruz. Buna dair mesai harcayabilmemiz, buna fırsat bulabilmemiz, sağlıkla bu imkana kavuşabilmemiz, yeryüzündeki tüm sayılı nimetlerden daha büyüktür. Bundan ötürü şükretmemiz icab eder. “Ya Rabbi bana fırsat verdin, o farkındalığı verdin, verdiğin sağlıkla güç yetirebildim, ayetlerini anlamaya çalıştım. Sen bana ne kadar nimette bulunuyorsun. Belli ki sen beni seviyorsun” dediğin anda duygulanıp, Allah’ın kuluna muhabbetinin işte böyle gerçekleştiğini fark etmek !!!
Cenab-ı Hak kulunu severse ne yapar? Çoğu insan zannediyor ki onu mülke,makama, kariyere gark eder. Halbuki Resûlullah (sav) buyuruyor ki: Allah bir kimseyi sevdiyse, ona hayr dilediyse, ona dinde kavrayış nasip eder. Daha fazla öğrenmesini, kavramasını, bildikleriyle amel etmesini nasip eder. Bunu fark edip de “Ya Rabbi yoksa sen beni acaba seviyor musun?” diye heyecanlanmak muhabbet adımlarının başlangıcıdır. Resmin görünmeye başlamasıdır. Hayatın zevkine ermek demektir. İlim öğrenmek, tefekkür etmek, ayetlere dikkat kesilmek, Yüce Yaradan’ın kudretini anlamaya çalışmak kişiyi Allah’ın rahmetine yakınlaştırırken, kulluğunu ona hatırlatıp, yeryüzünde sakin,huzurlu,saygılı yürümesine yol açar. Yaşayabileceğin en büyük özgürlük, en hürmetli saygın hal işte budur, yani kulluğun faziletini yaşamak.
-İman ziyadeleşir, arttıkça artar. Cenab-ı Allah’ın ayetlerine tanık oldukça imanımız artar. Her inen sûre, her okunan ayet, kişinin bunu yaşamına tatbik etmesi, takvası, sakınımı onun imanını, furkanını, nurunu ziyadeleştirir. Allah göğsümüzü İslam’la doldurursa, ebedi bir hayat muştusuyla motive olursa kişi mutlu olmaya başlar. Ve ufukta görünen bu nur, bir güneş gibi onun hayatına uzanır. Çevresiyle iyi ilişkiler kurmaya başlar, düzgün tutarlı davranışlar sergilemeye başlar. Hayat ve hayattaki değerler gözünde küçülür. Dileriz Allah göğsümüzü İslam’a açsın.
-Kul, Cenab-ı Allah’tan duyup öğrendiklerini saygıyla karşılayacak ki, O’nu yüceltecek tazim edecek ki, Allah da ona daha fazlasını yaşatsın. “Hidayete tutunan kimselerin Cenab-ı Allah hidayetini artırır. Ve onlara takvasını verir.” Biz sanıyoruz ki takvayı kendimiz cebimizden çıkarıyoruz. Biz sanıyoruz ki takvayı kendimiz ediniyoruz veya birilerinden alıyoruz. Takvayı bize Cenab-ı Hak veriyor. Kul yöneldikçe Allah muvaffak kılar. Adım adım takvasını örer. Kul talep ettikçe Allah’ın vermesi gibidir. Delaleti istedikçe de Cenâb-ı Hâk kula delaleti verir.
-Tutmuş, kısasa “insanlık ayıbı” diyor. O ayıp olsa olsa senin maymundan gelme ayıbındır. Kısas, insanın aklettiği yerde göreceği en açık hakikattir. Allah’ın insanlığa öğrettiği en temel hakikatlerdendir. “Allah bilememiş, biz doğrusunu biliyoruz.” demek, işte insanın büyüklendiği ve ayetleri gereksiz ve anlamsız gördüğü süreçlere aittir. Miras için de benzeri büyüklenmeyi ve diklenmeyi yaparlar: “Sen mirası bölememişsin,öyle bölme mi olur, böyle bölmeli” dercesine!
-Bir insanın önce Rabbi hakkında zannının iyi olması lazım. O’nun kendisi hakkında iyilik istediğini bilmesi lazım. İster fakirlik koşullarında olsun, muhacir olsa bile “Cenab-ı Hak bana buralardan iyilik kapısı açacak. Benim için iyi bir şeyler planlıyor olmalı.” düşüncesinde olanları Cenab-ı Allah hep iyiliklere kavuşturdu. Kendisi hakkında iyi düşüne düşüne, kötü bir sonla sonlanmış, Allah’ın tek bir kulu olamaz. Cenab-ı Allah her durumda iyi olana çağırandır, kötü olandan sakındırandır. İyi olana gidecek olana arkasına hep rüzgarı verendir. Kötü olana gidecek olana önüne engeller çıkarandır. Bu denli kulundan kolayca vazgeçmeyendir. Ve Allah kötü olanı zorlaştırmıştır iyi olanı kolaylaştırmıştır.
-Koşullar zorlandığında bile, Cenab-ı Hakk’a biraz mütebessim bir çehreyle; “Ya Rabbi biliyorum, yapıp ettiğim bazı kusurlarımdan mütevellit beni böyle test ediyorsun. Ama benim için kötü bir planın yok. Beni bunlarla arındırmak, paklamak istiyorsun” diyerek O’nun hakkındaki zannını iyi tutmaya sabırla devam etmek!
-Kuran okuduğunda Allah’a sığın.
“Ya Rabbi bana hakikati göster. Ve hakikate tabi olmamı sağla. Bana yanlışı batıl olarak göster. Ve ondan uzak durabilmemi sağla. Beni kuran üzerinden fitneye uğratma ya Rabbi. Şeytanın fitneler verip tam da işin orijininden saptırmasına fırsat verme ya Rabbi. İyi bir niyetle yaklaşabilmekte, senin doğrularını bilip kabullenebilmekte bana yardımcı ol ya Rabbi.”
-“Allah ilim yapmayan kişilerin kalplerini mühürler.” Rum-59
İlim yapmıyorsan kalbin mühürlenme sürecine giriyor demektir. Kalp mühürleniyorsa fonksiyonlarını kaybediyor demektir. Kalbin fonksiyonları akletmek fıkhetmek değerlendirmek mukayese etmek…
İlim, istemekle olan bir şeydir,bireysel bir meraktır arayıştır. Ve her insanda Allah bu potansiyeli var etmiştir. Herkes dünya kadar ilme bilgiye sahip olmayabilir. Ama herkes o arzuya sahip olabilir. O arzuya sahipse Cenab-ı Allah ona çok basit şeyler üzerinden de öğretebilir.
Başta Kitab’ını ve sünnetini öğrenmek için, elverdiğince (Cenab-ı Hak ne kadar imkan verdiyse o kadar mesuliyet yaratmış) gayret etmeliyiz. Ama hepsini öğrenemem diye mevcut imkanlarında öğrenebileceklerinden bile feragat edenin ahmaklığını nereye koyacağız? Bir şeyin tamamı elde edilemez diye tamamı terk edilemez ki. Çoğu insan bu anlayışla yaşıyor.
“Aaa ben nerede onca şeyi öğreneceğim?” İşte bu anlayışla sen tamamını öğrenmeme isteğini ortaya koyuyorsun. Ama öteki adam öğrenmeye başlamış, tamamını öğrenemeyecek bile olsa.. Ama ömrü ve imkanı olursa tamamını öğrenebileceği iradesini ortaya koyuyor. Cenab-ı Allah da sadece niyetlere bakıyor!!! Muvaffakiyet ise Allah’tandır, yaşatır ya da yaşatmaz. Başarı, başarabildiklerimizle değil, başarmak istediklerimizle alakalıdır. Adım atıp başlamak ve her gün öğrenmek için bir planı olmak ve “Ey Rabbim ömrümü ne kadar uzatırsan tamamını öğrenmeye niyetliyim” niyetinde olmak kişiyi yarın ölse bile bu sevaba müstahak kılar. Gerçekten Allah’a saygı ve samimi sevgi duyan insan O’nu tanımak, ne dediğini anlamak noktasında çabası mesaisi olan kimsedir. Bazılarının düzeyi daha düşüktür, daha yüksek olabilir. Ama çabası olanların hepsi aynıdır. Biri 100 metre önden başlamıştır, diğeri 200 metre geriden başlamıştır ama Allah hepsinin notlarını aynı eder. Çünkü gayretler aynıdır. Cenab-ı Allah’ın nazarında olay ne kadar çok öğrendiğimiz değildir, ne kadar cehdettiğimizle içtenliğimizle alakalıdır. Bu çabayı ve içtenliği gösterenler aynıdır, göstermeyenler ayrıdır. Bir grup da var ki bu çabayı göstermek istemeyen ama gösterenlerle aynı olmak isteyen gözü açıklardır. Arada kalanlar, ne şiş yansın ne kebap diyenler bunlardır. Ne dünya hayatını kaçıralım ne de ahiret hayatını kaçıralım diyen, güya çok zekice bir şey yaptık sanan ama sonuçta çifte ziyan edecek olanlardır.
-Benim Rabbim yanlış yapmaz, haktan şaşmaz. Benim Rabbim dosdoğru bir yol üzeredir. Balta girmemiş bir ormanda yarattığı ve yaşattığı bir adam varsa, ona su ve yiyecek taşıyorsa, elbette ona bilgiyi de ayetlerini de, tercih yapabilecek sorumluluk oluşması için yeterli bir şuuru da onla kavuşturabilecektir. Benim Rabbim yanlış yapmaz, ben O’nu tanıdım. O adalet üzere, sistem üzere, çok dakik, itinalı evreni yaratıp haşeratı böcekleri ihmal etmemişken, hiç bir kulunu köşede bucakta unutmaz.
-Allah azze ve celle esirgeyendir. Bırakın iyi istikamette yürüyen kimseleri desteklemesini, aksi istikamette yürüyenleri köstekler. Yani bir adam günahlarında devam ediyor, negatif yönde ilerliyor, işte o zaman Cenab-ı Allah ona zorlaştırır, hele ilk zamanlar. Zorlaştırır zorlaştırır zorlaştırır. Sonra küçük küçük azap etmeye başlar. Küçük azapları ona tattırır ki büyük azap (kıyamet) gelmeden dönsün diye. Yani o merhametlilerin en merhametlisidir. Cenab-ı Hak bizi tamamiyle yıkıp atmaz heder etmez. Fakat ısrarımız Allah’la aramızda hiç bir bağ bırakmayacaktır.
-Benim dinimde yanlışlık yok. Sen bilmediğin için yanılıyorsun. Sor. Öğren. Eğer samimiysen öğrenir bulursun. Samimiyet insanı bilgiye götürür. Soramazsan öğrenemezsin. Samimiyetsizlik ketum olmaya ve bilgisizliğe, bilgisizlik de kısır bir döngüye, kısır döngü de delalete sevk eder. Ama samimiyeti kaldırmaya cesaretin var mı? Çünkü samimiyet mesuliyet gerektiriyor. O yüzden insanlar samimiyetten kaçıyor.
-Saygısızlık, saygısızlığı doğuruyor. Bir konudaki gevşeme diğer konulara da sıçrıyor.
-Cenab-ı Allah’a dürüst olmayanın, insanlara olan dürüstlüğü beş para etmez. Bu sözde iyilikleri yaparken bir laf uydurmuşlar “insanlık namına”. İnsanlık ne ya? Kutsal bir şey midir insanlık? O nasıl bir şey ki biz iyilikleri onun uğruna yapıyoruz? “İnsanlık ölmedi, insaniyet için” gibi seküler söylemleri dilimize bulaştırmaya başladık. Yok böyle bir şey. İyiliğin temeli niyettir. Niyette Yüce Yaradan yoksa denklem batıldır.
-Çocuğu uğruna Cenab-ı Hakk’tan vazgeçenler bir süre sonra çocuğunun da kendisini sattığını görürler. Eşi, arkadaşı, sevdikleri uğruna Cenab-ı Hakk’tan vazgeçenler, bir vakit sonra onların da kendisinden vazgeçtiğini görürler. Malı, dünyalık kazanımları uğruna Cenab-ı Hakk’ın yasaklarından vazgeçenler bir süre sonra mallarının da kendisinden ayrıldığını,bir işe yaramadığını görürler. Kim ki bir şey için Cenab-ı Hakk’tan vazgeçmiştir ilahi sünnet işler ve o şeyi de onun elinden alır, ona hiç bir şey kalmaz. Bu Cenab-ı Allah’ın uyguladığı kesin bir ilkedir. Dolasıyla bir şeyi kaybetmek istiyorsan, o şey uğrunda Cenab-ı Hakk’ı harca! Dolayısıyla bu çifte ziyandır. Birinci basamakta Cenab-ı Hakk’ı kaybedersin, O’ndan vazgeçersin. İkinci basamakta diğerleri senden vazgeçer kalakalırsın tek başına. Diğer yol nasıldı? Cenab-ı Hak uğruna bir şeyden vazgeçersen, Cenab-ı Hak o şeyi ya da daha iyisini sana nasip eder. Bu da Allah azze ve cellenin bir sünnetidir. O’nun uğrunda vazgeçtiklerini, Cenab-ı Allah daha fazlasıyla daha güzeliyle sana verir. Burada da çifte kazanım vardır. Zor zamanında en sevdikleri karşısında bile O’na olan sevgisini önceleyenlere ne mutlu! Cenab-ı Allah onları meleklerine örnek gösterip övünürken, diğer tarafta kolay günlerinde Allah’a ihtiyacı olmadığını sandığı günlerde, Allah’ın hatrını beş paraya satan kimseler var. Sata sata kendilerini tanıyamaz hale geliyorlar.
-Cenab-ı Allah’ın kullarına olan muamelesi hep reaksiyoneldir, tepkiseldir. Kul nasıl bir adım attıysa nasıl davranış sergilediyse, Cenab-ı Allah da ona göre muamelede bulunur. Ahde vefa gösterenlere Cenab-ı Allah sevgisini vaadetti daha ötesi var mı? (Ayeti Kerimelerde ahde vefa ile takva peşpeşe zikredilir)
“Ben kulumun zannı üzereyim”
-Cenab-ı Hak kendisine karşı samimiyetsiz vefasız ve koşullara göre renk veren tipleri Kuranı Kerim’de bize uzun uzun,sahne sahne anlattı. Ki benzer durumda kalmayalım. Bir gün Cenab-ı Allah’ın emir ve yasaklarına uyan fakat koşullar değişince ilk vazgeçeceği Cenab-ı Allah olan kullar… bu anlayıştakilerin hepsini Allah eleklerden geçirircesine tek tek eler. Geriye sadece “Varsın her şeyim kaybolsun ama Rabbim kalsın” diyen, canını bile bu uğurda O’na vermekten çekinmeyenler bu elekten çıkarlar. Cenab-ı Allah’ın sınadığı dakik süreç böyledir. Kaçıncı elekte yok olacağımızı artık varın biz tahmin edelim. Allah’ın sistemini değiştirmeyeceğinden emin olmalıyız. Cenab-ı Allah evladını,malını,eşini, dostunu,sevgilisini, patronunu, müşterisini, kariyerini, koşullarını, ortamını vesairesini önceleyenden vazgeçer. Tıpkı kulun vazgeçtiği gibi.
Cenab-ı Allah’ı görmediğimiz fakat aklettiğimiz, üzerimizde her türlü nimetini yaşadığımız ve güya sevdiğimiz Allah’a karşı; “Ya Rabbi beni bağlayan zorlayan bir şey yok ama senin dediğin olsun sen üzülme , sen kızma yeter ki, ben bunun sıkıntısını çekerim, sorun değil” diyen tipler adımlarını yeryüzüne basarken emin olun titretiyorlar. Emin olun melekleri gıptayla kendilerine baktırıyorlar. Bu böylesine değerli bir sonuca dönüşebileceği gibi öte yandan Cenab-ı Allah’ı ardına atan; “Allah mı, ha onu nasıl olsa olsa hallederiz, bu işin tövbesi var, o affeder zaten” diyen ve her defasında O’ndan ödün veren, nasıl olsa O’nu ikna ederiz diye daha çok çetin cevizlerinin olduğunu düşünen, Cenab-ı Allah’ı önem sırasında hep sona bırakan insanlar ahde vefa göstermedikçe hep kaybediyorlar.
-Allah azze ve celle bize kapısını göstermiş. O vaadinden asla dönmez. Duygu ve dürtülerimiz ne kadar coşarsa coşsun Cenab-ı Hakk’tan yardımımız daha kuvvetlidir. Özellikle vakti öncesinde.. Sözgelimi bir şehre yolculuğa çıkarken, bir mekana taşınmışken, bir başka ortama girmişken yahut sabah evden çıkarken gün içinde gelebilecek her sıkıntı için Allah’tan yardım istemek. Cenâb-ı Hâk da meleklerine desin ki; “Kuluma bak kendisine hiç bir güveni yok. Daha öncesinden bana karşı günah işlemek korkusuyla evinden çıkarken beni hatırlıyor.” İşte bu olay öncesi yapılmış muazzam tedbir örneğidir. Dolayısıyla fahşa çok güçlü ve yakın bir tehdittir. Fakat bundan daha güçlü bir kudret bize ipini uzatmıştır. “Bana dua edin ben size icabet ederim.” “Allah muhsin kullarını zayi etmez.” Onları şeytanların ellerinde heder etmez. Onların Allah’a uzanan elleri havada olduğu sürece Allah onu bu süreçlerde mağdur etmez. Tehdit güçlü fakat kurtuluşu çok basittir. Kul Rabbine sığınacak! Yeter ki kul ürperti içinde olsun. “Ya Rabbi sen beni muhafaza ettin,yine et yine koru”
O duyguların etkisine girince Hz Yusuf bile olsun diye bir an yönelmiş. Ama Cenâb-ı Hâk burhanıyla çekip almış, burhana karşı durulmaz.
-Sohbetimizi, bazılarının her duyduklarında rahatsız oldukları ayeti kerime ile bitirelim:
“Resule itaat eden Allah’a itaat etmiş olur.” Nisa-80
-“Onların kıssalarında akledenler için bir ibret vardır”
Yûsuf Sûresi görünürde bir hikayeyi kıssa eder gibidir ama her şeye dair bir faslı vardır. Tek başına zengin bir kitap gibidir. Levhalardaki kadar özlüdür. Her şeye dair açıklaması bulunur. Akleden kavim için hidayet ve rahmettir.
-Cenâb-ı Hâk “Ben ve bu putlar bir mi?” diyor. Putların karşısında eğilsen de, üstüne çıkıp çiğnesen de hiç bir farkı yoktur hiç bir tepkisi yoktur. Kaskatıdır sana müdahale etmez, sesi yoktur ki sana ses çıkarsın. İşte Allahı da bu konuma düşürmek isteyenler kendilerini özgürleştirmek için bunu yapıyorlar. Niçin hareketsiz putları sevdiler? Müdahale edemiyor diye. Ses çıkaramıyor diye. Niçin yer değiştiremeyen kapalı mekanda duran putları sevdiler? Kendileri uzağa gidip her türlü iğrençliği yaparken tapındıkları tanrılarının haberi olmuyor diye. Kulların ilahları böylesine somutlaştırmaya yönelik hevesleri kendi özgülükleri için. Çünkü kendileri mobilize, orada burada. Allah da onlarla orada. İşte bu fikri sevmediler. Her yerde her ne yaparsak yapalım haberdar olan Allah azze ve celleden hoşlanmadılar , kendi heva ve heveslerini gerçekleştirmelerine uymadı. Kötülük yapanla salih amel işleyenler eşit değerlendirilir mi? İyilikle kötülüğün sonuçta aynı kapıya çıkacağını ancak kötüler düşünür. Onlar der ki “boşuna çalışıyorsunuz hoca herkesi geçirecek” İşte o zaman anlamsız olur çalışma. İşte Yaratıcı’yı böyle vehmeden kimseler yaşamı da anlamsızlaştırdılar. İyi de yaşasan kötü de yaşasan o seni yine cennete koyacak, diyenlere biz de deriz ki
“O zaman baştan neden cennete koymadı? Siz de varın bu sorunun cevabını düşünün” Madem herkesi cennete alacak neden böyle yorulmanın olduğu, hastalıkların olduğu sevdiklerinin ölümleriyle üzüntülerle dolu çetrefilli bir yaşamın içine koymuş? Biz Allah’ın sırat-ı müstakim üzere olduğunu biliyoruz buna inanıyoruz. Kendisine karşı sevgisiz ve saygısız olanları ayırmak ve mükafatlandırmak üzere bu ara yaşamı oluşturdu. Allah herkesi affedecekse o zaman hayat neden var? Onların düşüncesine baktığımızda, akla karanın doğruyla yanlışın bir olduğu bir değersizlik ve anlamsızlık karşılıyor bizi.
-Yaşadığımız sıkıntıları dönüp fakirliğimizde vs aramayalım. Allah azze ve celleye karşı ne vakit hangi saygısızlığı yaptığımıza bakarak ilişkilendirelim. Böyle yaptığımız zaman onun kökünü kazıyabiliriz, azaltabiliriz. Yoksa Allah’ın bizi fakir olarak yarattığına bağlarsak O’nu suçlamalara gireriz (Neden ona zenginlik verdin bana verseydin sıkıntı yaşamazdım gibi) İşin gerçeğinin bunla ilgisi yoktur. O’na mı iman edeceğiz,yoksa şeytanın bizde oluşturduğu vesveselere mi?
O’nun alıp verdiklerinin hepsi sınama maksatlıdır.
-Yaptığı işi sadece Allah için yapmak üzere kulun sağlam bir niyet alması ve buna muvaffak olabilmek için Allah’tan sürekli niyazda bulunması gerekir. Çünkü o hangi iyi işe girişecek olsa şeytan o işi pisletmek için onun kalbine bir şeyler salmaya girecektir. Bu bizler için böyle olduğu gibi, bizden önceki Nebiler ve Resuller için de böyleydi. Şeytan bizlere bazı düşünceler ekliyor ki niyetimiz halis olmaktan çıksın. Ancak kişi o çaba içinde olursa,şeytandan rahatsız halde “ya ben bunu Allah için yapmak istedim nereden aklıma bu düşünce geldi” diye huzursuz olursa ve “Allahım tıpkı en başta düşündüğüm gibi senin için yapmaya beni muvaffak kıl amacım sana kulluk etmekti” der ise Allah şeytanın saldıklarını iptal eder ve kendi ayetlerini o kişinin kalbinde ihkam eder kökleştirip sabitler. Böylece o kişi niyeti ve inancı bakımından temizliğe kavuşmuş olur. Şeytan niyetlerimizi bozmaya çalışıyor ki ortada amellerin hiç bir anlamı kalmasın. Çünkü bütün ameller sabit bir niyet üzerine kuruludur. Eğer salih amel sözkonusu değilse ağırlık olarak üzerimizde kalır, sırtımızda kambur olarak devam eder. Bunun bizi Cenâb-ı Hâkk’a yakınlaştırdığını hissedemeyiz. Dolayısıyla bu bahsettiğimiz kirlerin bulaştığı ibadetler kişinin üzerine sadece bir yüktür hiç bir işe yaramaz.
-Eğer bir kimse hakka layık olduğu değeri vermiyorsa zalimdir. Bu hak hangi konuda olursa olsun, eşinin hakkı da olsa, çocuğunun komşunun hakkı da olsa hatta müfessirler diyor ki eşyanın hakkı dahi olsa (mesela bardağın yeri masanın üzeri ise onu yere bırakmak yerde tutmak, bu o eşyaya hakkıyla muamele etmemek demek. Elbisenin yeri askıda veya dolapta durmaksa onu ortalıkta veya yerde bırakmak,bunlar zulüm örneklerinden. Kitapsa rafta olacak. Kitabı kapı girişine koyduysan göz onu görür görmez yadırgar. Kitabın ayak altında ne işi var) Bir şeyi hak ettiği yere koymazsan bu da ona zulümdür, demişler. Şimdi Cenâb-ı Hâkk’ın yerini düşünün. Cenâb-ı Hâkk’ı layık olduğu makama koymadığımızda işlediğimiz zulmü düşünün. Ve Allah zulmeden kişilerden intikam alır. Nasıl alır? Hidayetlerini karartır. En büyük ceza budur.
Zulme bizi sevkeden şeyler de nedir diye düşündüğümüzde (bu da işte hayatın sınav olan boyutu) duygularımız. Öfkeye kapılarak doğru olan şeylerin üstüne basıp geçebiliyoruz, doğruya yanlış yanlışa doğru diyebiliyoruz. Allah’ın ayetlerine karşı dürüstsek insanlara ve eşyaya karşı da dürüstüzdür. Belli bir dürüstlük oranını tutturmaya çalışıyordur kuşkusuz. Mükemmel değiliz kusurlardan nasibimiz var hepimizin. Fakat bazı kimseler dürüstlüğü tutturmaya çalışırken, bazıları dürüstlükle arasındaki köprüleri atmış,artık kendisiyle olan yüzleşmesinden kopmuş, samimiyet ve ihlası heba etmiş olabilir. Doğru olanı iz iz takip eden kimselere Kuran şifa dağıtır hidayet dağıtır.
-Ya Rabbi bana hakkı hak olarak göster. Ve ona tabi olmamı sağla. Bana batılı batıl olarak göster. Ve ondan uzak durabilmemi sağla.
-Adım adım içinde bulunduğumuz, rezilliği çirkinliği tolere ettiğimiz her noktada o dev pastadan pay alıyoruz maalesef. Ancak çirkinliğe tepki gösteren insanlar bundan zimmetlerini kurtarabilirler. Böyle bir şey izlediğinde tepki göstererek şikayet edip çaba ederek böyle bir vebalden kurtulabilirler. Diğer türlü suçun bir parçası haline gelirler. O programı açarak reytingine katkıda bulundun. Bu gidişata dur demek sadece yöneticilerin işi değil. Mümince sorumluluklarımız olmalı. Hangi cephedeyiz; şeytan ve askerlerin cephesinde mi yoksa Cenâb-ı Hâkk’ın vaadine tutunmuş,dünya hayatını O’na olan teslimiyetimizi sergileyebilme fırsatı bulduğumuz bir arena olarak mı sayıyoruz? Hiç bir zaman Cenâb-ı Hâkk’a güven karşılığında rezillik ve rüsvay olmamıştır.
-Sen Allah’ı memnun etmeye bak. Çünkü O verecekleriyle şaşırtır.
-Tedbir ile emrolunduk. Cenâb-ı Hâk bize tedbire başvurmamızı, kendimizi korumamızı emretti. Görünür bütün tedbirleri alın,diyor. Ama bunların neticeyi garanti etmediğini de haber veriyor. Yani biz biliyoruz ki tedbir Cenâb-ı Hâkk’ın emrine karşı herhangi bir işe yaramaz. Biz onu emir yerine gelsin diye yapıyoruz. Bir iyilik bize dokunuyorsa bu Allah’ın bize lütfundandır, bunu kendi yaptıklarımız üzerinden saymamalıyız.
EVDE OLMAK !!!
-Evde olmak eğer temizliği, pislikten uzak kalmayı, takvayı daha iyi sağlayan bir süreç ise “Bunlar bizi ilgilendirmez bunlar Resulullah’ın hanımları ile ilgiliydi” deyip geçmemeliyiz. Cenâb-ı Hâkk’ın Resûlullah eşleri için öngördüğünden ne denli nasiplenir, buna ne denli dikkat eder, biz de ne denli bundan hissedar olursak, takvamızı o denli yükseltmiş, biz de arınmaya o denli yol aramış oluruz şeklinde düşünmek, böyle bir orantı kurmak, elbetteki ayeti kerimeden ibret almak açısından gerekli bir noktadır diye düşünüyorum.
-O’nun buyrukları zaman ve zeminden uzaktır. Eskiden nasıl geçerliyse bugün de aynen yeni ve geçerlidir, yarın da asla eskimeyecektir. Kur’an-ı Kerîm bu kapsamda ve bu derinliktedir.
-Zikrin ardına düşen, gerçeğin ardına düşen, Yaratıcısına karşı saygılı olan kimseler hidayetle buluşmuşlardır. Ben gerçeği istiyorum Hidayet istiyorum diyen kimseler, hele hele bunun için Rabbine seslenen kimseler asla zayi edilmez , tarihte de şimdi de bu böyledir. Cenâb-ı Hâk kendisine saygıyla eğilen sevgiyle bağlanan kimseleri hidayette mufakkak kılıyor. Hiç bir şekilde kendisine zoraki bir şey istemiyor. Cenâb-ı Hâkk’a ancak içten gönüllü bir sevgiyle bağlananlar tutunabilir. Allah ancak ve ancak muhlis olan,samimi olan,içi dışı bir olan kimselere hidayet eder.
-Hatırlamaz mısınız hatırlamaya çalışmaz mısınız? Tevekkül etmez misiniz, öğüt almaz mısınız şükretmez misiniz? Hala O’ndan korkmaz mısınız? Hala aklınızı kullanmaz mısınız? “Hala kulak vermezler mi?” “Hala da görmeyecekler mi?”
Her adımda Rabbini hatırla Rabbini an. Bol bol bonus topla, en geçerli akçe budur. Rabbimiz bizimle muhabbet istiyor.
-Üzüm bir çok ayatte öne çıkıyor. Yerin bitirdiklerinden bahsederken üzüme illa ki bir şekilde değiniyor. (Hurma ve zeytine de öyle)
-Dilerim Rabbimiz bizi nimetlerini görmezden gelenlerden nankörlükten şükretmeyenlerden eylemesin. Kendi ayetlerine karşı ilgili meraklı , sürekli ayetlerini okuyan okudukça zevk alan, onu tanıdıkça tatmin olan ve sadece bu süreçte kendini iyi hisseden. Yoksa ufak tefek dünyevi şeylerle mutlu olmaya çalışan kimselerden eylemesin.
-Ya Rabbi bize doğru yolu göster. Bize takdir ettiğinden bizi razı eyle. Hayr benim için her neredeyse onu bana takdir et,ben bilmiyorum sen biliyorsun
-Sığınma, istiaze ve dua Yaratan’la aramızda metafizik boyutta ilişki olağanüstü bir şey. Allah kendisine sığınanı yarı yolda bırakmaz, kul bile kendisine sığınanı bırakmazken.
Allahım sana sığınamamaktan sana sığınırım.
-Diyorlar ki kendimle barışığım. Nereden çıkardınız bu cümleyi? Kendi kim? Kendi diye bir şey yok,yoktu. Var edenle barışık ol sen. Kilolarımla barışığım diyor,yahu kilolar ne? Cenâb-ı Hâkk beni böyle yaratmış, ben Allah’la barışığım. Bilmiş de bana böyle vermiş, vardır bunda bir hayr. Ve benim için hayrlı bir planı var adım gibi eminim. “Sen ki bana böyle bir beden verdin Rabbim,emanet olarak aldım ve bunu bir onur olarak taşıyacağım. Ya Rabbi sen ki bana böylesini verdin ben çok beğeniyorum.
-Kaybettiklerinle üzülme, kazandıklarınla şımarma.
-Şeytani haz.
Şeytan çok ustaca kaşıyor.
-Dünyadaki yaşamımız cennetteki bir kimliğimiz olarak kalacak. Cennette yapacaklarımızın kişiliğimize bir katkısı yok. Orada yapacağımız bir şey de yok. Orası bir mutluluk diyarı. Allah’ın konuk sahibi olduğu bir nimetler ve esenlikler diyarı. Esas kişiyi ne yapan kim yapan,ne olduğunu ne olmak istediğini,kendisine bu fırsatı sunan yaşam burası. Dolayısıyla nakış nakış kendi kalıcı kimliğimizi oluşturuyoruz, sonsuza dek bizimle kalacak.
-Hayatı Cenâb-ı Hâkk’ın yönettiğini bilmek kişinin gerçek özgürlüğüdür.
-Kim dünyayı murad ederek karşılığını dünyada alır. Ancak böyleleri için onlara ateşten başka şey yoktur.
Hud-15.
Örneğin toplum sorumlulukları kaygısıyla mülahazasıyla değil Allah için eylemi yerine getirir. İkisi farklıdır. Örneğin: Kırmızı ışıkta duran iki kişiyi düşünelim. Biri toplum düzeni için trafik tıkanmaması için dursun. Bu mülahaza ile duran birinin amacı dünyevidir. Ama bir başkası kırmızı ışıkta durduğunda Allah adaleti emrediyor, durmalıyım, çünkü geçiş hakkı başkasının. Adil olanı tercih etmeliyim çünkü Allah bunu emrediyor düşüncesiyle duruyor. Trafikte de Allah’ın rızasını kazanıyor. Dışarıdan kameradan izlesek mesela bu ikisi arasında fark yoktur ikisi de durmuştur. Kalpler görünmez.
Şu halde biz Rabbimizin hoşnutluğunu vaadedilen cenneti amaçlayacağız. Aksi taktirde ömrünü trafikte son derece saygılı geçirsen bile ne yazar , ahireti açısından ne anlamı var?
Örneğin; “Niye eşine karşı çok dürüstsün?” diye sorulduğunda “Onu çok sevdiğim için” diyorsan amacın eşine olan sadakatindir. Ama “Eşimle alakası yok ben bunu Allah yasakladığı için yapıyorum” diyorsan, senin bu murad ile hareket etmen Rabbinle ilişkin ile ilgilidir.
Örneğin; “Komşumla iyi geçinmeliyim çünkü komşu komşunun külüne muhtaçtır, bugün bana yarın ona” mülahazasıyla mı hareket ediyorsun? Yoksa burada Cenab-ı Allah’ın hoşnutluğu amacı var mı?
Böylesi eylemler suya yazılan yazı gibidir köpük olur gider,dünyayla sınırlıdır,sonsuza uzanmaz,sonsuz bir gelir getirmez.
-Bütün her şeyden hesaba çekileceğiz.
-İnsan bir beynine üzerine yaratıldı. İnsanın beyninesi kendisine muhakkak bir yaratıcısı olduğunu öngörür. Beyninesi onu sonsuz bir kudretin varlığına götürür. Fakat insanlar o beyninesine vefasızlık eder uzaklaşıp yozlaşır.
———————————————————
https://youtube.com/playlist?list=PL470HxBGbzVB890Zh9hmYGOEJROEXez1M
https://youtube.com/playlist?list=PL470HxBGbzVCWGxzAN0SbRpEwH0sLgN7j
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder