KONU: TEŞHİR
(Bursa/Görükle Gençlik Merkezi
28.Nisan.2023 tarihli söyleşiden kesitler)
-Teşhir… İnsanlığın başladığı yerde işlenen bir cürüm ve belli ki sona doğru da yine insanlığın dorukları zorlayarak ilerleyeceği bir cürüm. Yani yolun başında da başımıza dert olan bir konu, yolun sonunda da en çok fitneye uğratılma ihtimalimizin olduğu bir konu olarak gözüküyor. Yolun başında derken tabii Hz. Âdem (as) ve eşi Hz. Havva’dan (as) bahsediyoruz. Bu iki kişi insanlık ailesinin ilk fertleri. Cenâb-ı Hak onları ilk baştan cennete yerleştirdi ve uygun bir yaratılışla cennete yerleştiler. O vakit o yaratılışlarında bizim gibi üryan değillerdi, üzerlerinde avret mahallerini doğal olarak gizleyen bir elbise vardı. O orijinal elbiseleriyle o esnada saklı bulunan ayıplı yerlerini ortaya çıkarıp onları böylece mahcup düşürmek için şeytan vesvese vermeye başladı. Vesvese dediğimiz bu iletişim üzerinden Cenâb-ı Hakk’ın cennete yerleştirdiği, iskân ettiği ki bir süreliğine iskân edilmişler, nedenli kalabileceklerini vs. bilmiyorlar.
“Sen ve eşin cennete yerleşin.”
İlk baştan öylece yerleştirilmişler ama ucu nereye gidiyor, ne kadar süre kalabilirler, bu konuda bir eman bir güvence ellerinde değil. Zaten şeytan da oradan yaklaşıyor yani “Sonsuzluk elde etmek üzere size bir yol göstereyim mi sizi sonsuzluk ağacına ileteyim mi?” diyor.
Demiyor ki gelin ben sizi üzerinizdeki bu orijinal kıyafetlerinizden mahrum edeyim, ayıplı yerlerinizle orta yerde mahçup bırakayım, böyle demiyor. Girişim başka bir yerden ama sonuç buraya çıkacak, o aradaki ilişki de dikkat çekicidir. Yani Allah'ın (cc) yapma dediği bir şeyi başka bir tarafta yaparken diğer taraftan başka sonuçlarının ortaya çıkması kişinin hayatında ve böylece Cenâb-ı Hakk’ın emirlerine gösterilmeyen itina ve özensizliğin kişinin başka hayatında sonuçlarının olması. Bunu o ilk prototipte, o ilk örnekte görüyoruz ve Cenâb-ı Hakk özellikle gözümüzün içine bunu sokar çünkü onlar bizim cinsimizin ilk örnekleri. Doğamız aynı, fıtratımız aynı, ebeveynimiz onlar. Tutkularımız, ihtirasımız, beklentileriniz vesaire aynı. Dolayısıyla şeytanın onların üzerinden yürüttüğü propagandayı ve sonuç aldığı yaklaşımı Cenâb-ı Hakk önümüze örnekliyor ve onlar gibi bir duruma düşmemek üzere de uyarıyor: “Ey Adem’in çocukları! Şeytan sizi de benzer bir fitneye uğratıp uğratmasın”.
Tıpkı ana babanızı Cennetten çıkardığındaki gibi. Demek ki oradaki işleyen tuzağı iyi bilmemiz lazım çünkü benzeri bir ameliyeyi üzerimizde tatbik etmeye çalışacak. O yüzden Cenâb- ı Hakk Hz. Âdem'in (as) çocuklarını uyarıyor.
“(Buyuruldu ki:) “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette yerleşip dilediklerinizden yiyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın! Sonra zalimlerden olursunuz.
Derken şeytan, kapalı olan avret yerlerini birbirine göstermek için onlara fısıldayıp kafalarını karıştırdı ve “Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî yaşayanlardan olursunuz diye yasakladı” dedi.
Onlara, “Ben gerçekten sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim” diye de yemin etti.
Böylece ikisini de ayartmış oldu. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara, “Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylemedim mi?” diye seslendi.
Dediler ki: “Ey rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz!” (Araf/19-23)
-Şeytan sizin için apaçık bir düşmandır, diye Ben sizi uyarmamış mıydım? Uyarımı hatırlatmamı dikkate almadınız, düşmanın elinden sonuç almaya inandınız. Benim henüz vermediğimi, Bana karşı gelerek düşmanın gösterdiği bir kurnazca yoldan... Yani güya ağaçtan yiyip sonsuzlaşacaklardı. Artık orada sonsuz kalacaklardı. Cenâb-ı Hakk'ın henüz onlara vermediği bir şeye sanki Cenâb-ı Hakk’a rağmen kavuşacaklardı. Hâlbuki demelilerdi ki “Biz burada sonsuz kalacaksak da bu sonsuzluğu bize verecek olan, bizi yoktan Yaratan, bizi bu güzel nimetlerin içerisine koyan O Allah (cc) olmalı. O’nun (cc) henüz bize vermediğini senin gösterdiğin hem de üstelik O’na (cc) karşı gelerek yani O’nun (cc) ‘yapma’ dediği bir şeyi yaparak mı biz elde edeceğiz? Hiç mantıklı değil, saçma” deyip reddetmeleri beklenirken sonsuzluğa kavuşma arzusu, ihtirası beklentisi yalana, saçma gözüken apaçık yanlış, batıl gözüken bir şeye onları hevesli hâle getirdi. O yüzden diyorlar ya çok büyük yalan söylersen müşterilerini bulursun çünkü insanların çok büyük şeylere kavuşma arzuları belirince bu kez yalanı yemeye hazır hâle gelirler. Adam bakmışsın dolandırmış, bakıyorsun “nasıl sen bu yalana inandın?” diyorsun “yani ne bileyim, o öyle söyleyince heyecanlandım, yani sonra da evet dedim işte. Malları yükledik adam gitti, böyle oldu.” Onlar bu apaçık yanlışa girince, sonuçları oldu bunun. O güzelim yaratılışlarındaki kıyafetler çözüldü ayıplı yerleri ortaya çıksın diye.
-“Şeytan oradan onların ayağını kaydırdı da bulundukları yerden onları çıkardı. Bunun üzerine Âdem rabbinden bazı kelimeler aldı (bunlarla tövbe etti); rabbi de onun tövbesini kabul buyurdu.” (Bakara-36,37)
Tabii artık orijinal kıyafetlerini kaybetmiş olan bu iki insanın, yeryüzüne indirilince onlara bir de elbise indirilmesi lazım. Cenâb-ı Hak hemen devam eden ayette: “Ey Adem’in çocukları! Biz size libas indirdik.” Dedi. Libas yani elbis. Çünkü elbiseler söküldü, döküldü. Şimdi Cenâb-ı Hakk, artı ilave elbiseleriyle ayıplı yerlerimizi setredeceğimiz, böylece haysiyetimizi, onurumuzu koruyacağımız elbise indirdi. Çünkü insan kıyafetlenince saygın bir görünüm kazanır. Çıplak hâliyle insan utanç içerisindedir, haya duygusu altında ezilir. Başkalarının kendisini öyle görmesini istemez. Dolayısıyla Allah (cc) böyle üryan kalmasına fırsat vermedi, müsaade etmedi libas indirdi rahmetiyle.
Bize bu dünya hayatında ve ilâveten dedi ki: “Sadece libas da yetmez!” Yani iffetli görünme, örtünme açısından önemli ama sadece bununla sonuç sağlanmaz. Bir de takva libası var yani “sakınım.” Davranış boyutundaki kişinin libası, buna “Takva Libası” dedi. Çünkü bazen bakıyorsunuz örtünmesi tam ama davranışlarıyla dişiliğini dışarı vuruyor. Gereksiz ve ilgisiz kimselere bunu yansıtıyor dolayısıyla hem davranış açısından kendisini, erkek olsun kadın olsun cinsel tarafını karşı cinse hissettirmeye çalışmaktan uzak durmalı. Diğer türlüsüne teşhir diyoruz. Özellikle bizim Türkçede kullanımımız itibariyle böyle. Cenâb-ı Hak bizi bir erkek ve dişiden yarattı. Cenâb-ı Hakk’ın yaratmasındaki tercihi böyle. Eril ve dişil olarak yaratmış ve arada bir çekim koymuş.
Bir arzu var. Erkek ve dişinin birlikteliğinden bir ailem oluşuyor. İşte üremeyi de Cenâb-ı Hakk bu süreç üzerine yerleştirmiş ve böylece insanlık ailesini çoğalttı. Fakat bu süreci özel kıldı yani bu çekim gücünü karşılıklı sevgi ilişkisi içerisinde, vefa ve sadakatle yürüyen, Allah'ın (cc) ölçülerini koyduğu bir süreçte umuma kapalı. Başkalarına teşhir edilmiyor, kişilerin özelinde yaşanıyor ve bunun ölçülerini de Cenâb-ı Hakk koydu. Yani neresi ölçüdür? Çünkü ölçü konusu da çok tartışılmak isteniyor, teşhirin her hâlükârda bütün toplumlarda bir karşılığı var. Bugün için en batılı toplumlarda bile yani üryan gezmeye kimse müsaade etmiyor. Birileri çıkıyor “Ben bütün vücudumu teşhir etmek istiyorum” diyor ve “bunu hakkım olarak görüyorum.” diyor, geliyor sokağın ortasında birdenbire üzerine aldığı o tek kıyafeti çıkarıyor. Bazıları bunu mahkeme salonunda yapıyor, bazıları resmi dairelerinde. Bunu kendilerine bir eylem sahası olarak seçmişler. Bunu bir insan hakkı olarak görüyorlar ve aslolanın üryan olmak olduğunu söylüyorlar. Biz ise aslolanın kişinin bedenindeki ayıplı yerlerinin diğer insanların bakışlarına karşı perdelenmesi, özel bir alanda muhatabıyla yaşanmasına dair bir yaklaşımın fıtratla ilişkili olduğunu söylüyoruz. Onlar da yolun tam karşısında bir iddiayı savunuyorlar. Bizim tesettüre dair bir çocukta bile görünen, bedenini sakınma, ayıplı yerlerini başkalarına karşı koruma biçimindeki reflekslerin onlara göre sonradan kazanılmış “Siz böyle yetiştirdiniz çocuklar böyle oldu.” diyorlar. Eğer doğduklarında etrafında sizleri üryan görselerdi yani çırılçıplak, o zaman teşhir diye bir kavram da olmazdı, herkes çırılçıplak ortaya dolaşırdı, hiç incitici de olmazdı örseleyici de olmazdı. Böyle bir şeye ihtiyaç duyulmazdı, diyorlar ve bunu savunabilmek ve bunu hayata indirebilmek için çabalıyorlar. Eylemler yapıyorlar, aktivistleri var. Bunu niçin söyledim? O toplumlarda da henüz hâli hazırda bunlar memnu, bunlar yasak çünkü teşhire giriyor. Böylesi bir durumdaki adamı uçağa almıyor mesela toplu taşımaya almıyor, sokakta müsaade etmiyor. Peki en batılı toplumda bile yani en seküler toplumlarda bile henüz daha karşılığı olan teşhirin gerçek hudutları neresi? Yani onlar diyorlar ki şorttan daha ötesi olmamalı, erkeklerde şöyle, kadınlarda şurayı aşmamalı. Peki Yaradan hangi hududu koydu? Biz sınırları, Cenâb-ı Hakk’ın koyduğu hudutlar üzerinden biliyoruz. Erkek için koyduğu hudutlar, kadın için koyduğu hudutlar. Çünkü anatomi farklı ve dolayısıyla da buna bağlı olarak setredilmesi yani teşhir edilmemesi gereken sınırlar birinden diğerine biraz farkla erkekte ve dişide.
Dolayısıyla bugün ölçüyü konuşmuyoruz ama ölçünün her hâlükârda bilindiğini ve toplumlarda henüz daha var olduğunu biliyoruz. Fakat şunu ilaveten biliyoruz ki gerek İslam toplumlarında gerek batılı toplumlarda bu sınırlar fix, olduğu yerde durmuyor, sürekli bir gerileme içerisinde. Her geçen sene eskisini nazarla daha hızlı, bütün dünya toplumlarında neler teşhir sayılır neler sayılmaz da hızlı bir gerileme var. Yani on yıl önceki durumda, sokağa bile çıkamayacağınız bir kıyafetiyle bugün neredeyse normal olarak çıkıyorsunuz.
İnsanların avret mahallelerine yakın bölgelerinden başlayarak ilerleyen bir biçimde hayatta teşhirin çoğaldığına tanık oluyoruz.
-Cenâb-ı Hakk'a saygılı yaşama yaklaşımı eğer bir irade gerektiriyorsa, bu iradeye sahip çıkanların kendi iffetlerini, saygınlıklarını, onurlarını, haysiyetlerini koruyabildikleri bir yaşam biçimleri oluyor. Ama burada Cenâb-ı Hakk’ın yasağını delmeyi göze aldıklarında bu kez istemedikleri sonuçlarla karşılaşıyorlar. Ya kendi hayatlarında ya kendi evlatlarının hayatlarında ya kendi torunlarının hayatlarında…
-Toplum olarak, günahlara harama dikkat etmeyen yanımız ile diğer taraftan sonuç olarak artan ve özelde kalması gereken ilginin,bakışların, yaşama biçimlerinin daha artık ortaya saçıldığı, sokağa yansıdığı ve gitgide insanları neredeyse hayvanlara yakın bir biçimde, insani duyarlılıktan ve hayadan adım adım uzaklaştırdığı bir süreç işliyor. Sadece Müslümanlar üzerinde değil, bütün dünyada işliyor. Artık bizden elli yıl yüz yıl daha ileride olanlara baktığımızda çünkü onlar bizden belli bir faz farkıyla önde gidiyorlar. Orada artık nikahın küçümsendiği, evliliğin ayıplandığı, artık ilişki biçimlerinin bu teşhirin belli sonuçları var. O kadar rastgele ilişkilerin rahatlıkla yaşandığı, bizde henüz daha ayıplığı kötü bulunacak, çarpık sayılacak türden şeylerin orada çoktan normalde yakınlaştığı bir süreç ilerliyor bütün dünyada. Yani insanlık nereden nereye gidiyor, durumları nasıl dediğimizde en temel göstergelerden biri bu hızla bu yönde bir değişim yaşanıyor. Dolayısıyla bu konuya işaret etmek, bu konunun nereden kaynaklandığını bizim, özellikle fert fert günahı göze alan yanımızın sonuçları olarak gündemimize girdiğini ve bulaştığında da sadece belli bir alanda da kalmıyor. Oradan ticarete sıçrıyor, oradan toplumsal hayata sıçrıyor, her şeye bulaşıyor metalaştırılıyor. Artık satın alınabilir hâle geliyor ve bir bakmışsınız insanlar bu özelini artık geceleyin hanesinde bir korunaklı ortamda değil artık aşikâr… İnsanlarda sabahından akşamına, cinsiyete dair duygularını öyle kaçamak bakışlar ile sağda solda, bazen dokunuşlar ile bazen Allah (cc) göstermesin daha ileri flört dedikleri kabilden biçimde, sağda solda hayatın ama içine indirilmiş bir hâlde yaşadıkları bir sürece doğru ilerliyor. Bizden daha ilerlemiş örneklerinde, teşhirin sadece gösterimden ibaret kalmadığı, çekim etkisine girenleri öyle ya da böyle zamanla çektiği ve belli sonuçlarının da fiilen yaşandığını biliyoruz. O bakımdan bunu göze aldığımız zaman, geleceğimizin bu açıdan tam bir karanlığa doğru ve kirlenmeye doğru gideceğini önden satın almamız lazım.
-Peygamberlerin geldikleri ortamda insanlar şu ya da bu şekilde haramın günahın içerisindeydiler. Resûlullahın (sas) içinde doğduğu toplumda iffetsizliğin her türlü örneği yaşanıyordu. Nikahın bir dünya çeşidi vardı ve bunların çoğu zina çeşitleriydi. İffet ve iffete dair süreçlerin bir korunaklı boyutu ve ilkesi de yoktu. Gücün egemen olduğu bir toplumdu, haz yolunda her şey mübah sayılabiliyordu. Resûlullah (sas) bu toplumda bir fert olarak kendi hayatında başlattığı, sonra çağrıda bulunduğu her insanla bunu çoğalttı çoğalttı çoğalttı. İstekli, gönüllü bir sevgi yumağı hâlinde insanlar, insanlıklarını ve insanlıklarındaki kırılganlıklarını Cenâb- Hakk’ın istediği ölçüde ve istediği aralıkta haysiyetlerini de koruyarak, iffetlerini de koruyarak yaşamayı öğrendi ve bunu sonra dünyaya yeni bir medeniyet olarak çoğalttılar. İnsanlara ulaştırdılar, paylaştılar.
Dolayısıyla şu an düştüğümüz yerden aynı şekilde kalkacağımız ve aynı yolculukta ilerleyeceğimiz bir seçenekten gayrısı yok. Dünyayı ve bu gidişatını zorla durdurmanın, cebir ile önüne almanın bir yolu yok. Anlatarak, paylaşarak, konuşarak. Şimdi bu süreçte bazıları zannediyor ki sadece teşhir bedenini açan, avret mahallini yahut yakın bölgelerini kimi isimler altında, dekolte vesaire veya şeffaf kıyafetler üzerinden bunu dikkat çekici bir biçimde etrafta, gün geçtikçe de daha stresli daha ileri noktalara taşıyarak sadece belli bir cinsiyet yapıyor ve yaşıyor. Bunun muhatabı olan cinsin, karşı cinsin oluşturduğu bir talep üzerinden bu yürüyor yani hanımefendi dese ki ‘’Ben şöyle şöyle giyindiğimde, şuralarda hiçbir zaman haber olmam. Hiçbiriniz beni haber yapmazsanız ey toplum. Erkeğiyle kadınıyla ama ben böyle giyindiğimde haber oluyorum, böyle giyindiğimde ilgi topluyorum, böyle giyindiğimde böyle yaptığımda müşteriler geliyor ‘reklamımızda oynar mısın?’ diye teklif ediyorlar. ‘Filmimizde oynar mısın?’ diye teklif ediyorlar. Bu karşılığını toplumun talep ettiği önden talep ettiği bir şey ki ben buna yönelmek durumunda kalıyorum. İlgi toplayabilmek, alaka bulabilmek ve buradan kendime belli bir kariyer yapmak için.’’ Demek ki burada karşılıklı işlenen bir suçtan bahsediyoruz. Bazıları hep bu türden giyim kuşam içerisinde olanların cehennemi boylayacağını ifade ederek suçu, tek bir cins üzerinden tarif ediyor. Hâlbuki bir de harama bakmak, dediğimiz bir şey var. Cenâb-ı Hakk, teşhir suçunu çift yönlü olarak önünü aldı. Bir taraftan erkeklere ki ayet, ilk ayet erkeklere geldi:
“Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar.” (Nur-30)
-Bir erkek, bedenindeki avret mahallinin teşhirine doğru bir yaklaşımda bulunsa ciddi tepki alır ve bu bazen oluyor. Yani yer yer böyle hak ettiği muameleyi görüyor ama bunu karşı cins yapsa hak oluyor, o bir özgürlük oluyor, o bir ilerleme oluyor, o bir gelişme oluyor ve buna dair toplumda ciddi bir teşvik var. Dünya planında medya televizyon vesaire üzerinden teşvik var ve bu çağdaşlık oluyor.
-Teşhir suçu müşterek işlenen bir suç ve teşhir suçu daha çok dişi bedeni üzerinden işleniyorsa bu asıl talipliğinin de erkek tarafı olarak sipariş veren, beklenti oluşturan ve bunu ödüllendiren tıklarla like'larla ticareti ile ilgisiyle… O bakımdan suçun bu işlenen mekanizmasını böyle deşifre ettiğimiz zaman dönüp önce kendimize bakmalıyız. Buradan olan ilgimizi geri çekmeliyiz, buradan olan buraya yönelik olan bu beklentimizi, bu duyarlılığınızı bu atfettiğimiz ilgiyi ve sonuçlarını geri çekip bu yöndeki toplumdaki popülariteyi zayıflatabildiğimiz ölçüde bu kez teşhirde bir o kadar azalır. Yoksa bunun önü arkası yok. Yarın yani normal bildiğiniz plajdaki durumuyla insanların, sokaklarda önümüzde arkamızda gezdikleri, dolaştıkları ve bunun normal sıradan karşılandığı elli yıl öncekilerin kalkacak olsa yani utançtan yerin dibine girecekleri bir sahneye doğru ki batıda belki batıyla da çok geri kalmaz bir şekilde Müslüman toplumlarda da ülkemizde de hızla ilerleyen bir süreçle karşı karşıyayız. Bunun oluşturduğu tehlike, toplumları içten içe tüketen ve düşmana savaşta cephede değil ona benzediğinde kaybedersin, diyen Aliya İzzetbegoviç’in uyarısında olduğu gibi ve merhum şair Milli şairimiz bizi cephede yenemediler ama dikkat edin bizi kendi yurdumuzda yenecekler ama nasıl? Hayasızlıklar ile.
“Siper et gövdeni dursun bu hayasızca akın!” diye taa o zaman dikkat çektiği ve sürecin başladığı, başlatıldığı ve ilerletilmeye çalışıldığı dönemi o günleri görerek bu günlere biz insanlara uyarıda bulunup eğer bu hayasızca akının önünü kesmeye, harama bakarak yahut haramı işleyerek buna dair bir fren olmaya çaba ve gayret göstermezseniz yarın “bizim çocuklarımız” dediklerimizin sadece genetik bağı bize ait olacak. Ama onların yaşam tarzları, giyim kuşamları, sosyal hayattaki ilişki biçimleri erkek kadın, oturmasıyla kalkmasıyla, yemesiyle içmesiyle hatta ilişkisiyle batı da öyle çünkü. Bize hiç benzemedikleri bir sürece doğru “binmişiz alamete gidiyoruz kıyamete” misali hızla yola diyoruz.
Prof. Dr. Hfz. Halis AYDEMİR
https://www.youtube.com/live/XW3Pn20zztg?si=kENm0zhiB1SkcqRa
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder