Cenâb-ı Hak dilediğinde, hesapsız bir şekilde kuluna, istediği herhangi bir şeyi verebilir.
Kulun sıkıntıları gitmediğinde bunalıma girip, duanın yeterince devrede olmadığını düşünebilir;
Cenâb-ı Hak, bunun dışında olmadık bir şey yapamazmış gibi bir düşünce zaten, duanın da önünü kapatır.
“Cenâb-ı Hak ne yapacak ki yani? Dua edeyim, edeyim ama Allah ne yapabilir?”
“Sonuna geldim. Bana artık kimse iş vermez, işte annem babam öldü, büsbütün yalnız kaldım.”
İntihara giden süreç kulun zaten Cenâb-ı Hakk'tan ümitsizliği ile beslenen bir süreç. Kul sahibinin sadece anne, baba, çevre olduğunu değil de eğer asıl sahibinin Cenâb-ı Hak olduğunu öğrenmemiş ise bunalıma girer. Çünkü Allah Kendisi’ni tanımayan, O’nunla ilişki kurmayan kâfirleri, zifiri karanlığın içerisinde bırakır; Allah Azze ve Celle ile irtibata geçmek ise kişiye ışık sağlar nur sağlar. O kendimizi iyi hissettiğimiz hal var ya işte budur. Kendimizi iyi hissetmek. Bu Cenâb-ı Hak ile iletişime geçtikçe çoğalır yoksa; Allah nur sağlamazsa bir kimseye, nuru olmaz. O kişinin imkanları yerinde olsa da bu karanlık girdabın içerisine sürüklenir. Çünkü bu kez de var olanları kaybetme korkusu, aynı gölgeyi, üzerine düşürür.
“Ya bugün iyiyiz ama yarın şu vefat ederse, sağlığımı kaybedersem.”
Bu kez korkusuyla, aynı sıkıntıyı daha önden yaşamaya başlar.
Kişinin Cenâb-ı Hakk'ın hayatı yönettiği ve takdir ettiklerinin illaki bir sınav amacıyla yaşanacağı bilinci ile kişi şöyle kişi, huzurla şöyle söyler;
“Tedirgin olmaya, kaygı duymaya gerek yok. İşler kontrol altında ve Allah Azze ve Celle, bilerek bir süreci yönetiyor.”
O zaman, işten ayrılırsam eşten ayrılırsam ölürüm biterim...düşüncesi, “Allahsızca” bir düşüncedir daha doğru tabirle söylersek, seküler bir düşüncedir.
Kişinin Cenâb-ı Hakk'tan bir ümit beklentisine girememesi.
Cenâb-ı Hakk dedi ki: Ne münasebet!..
Sen bilmiyorsun, belki Allah yeni bir durum oluşturur.
Sen bilmiyorsun, sen sadece bildiklerin üzere;
“Şu bana iş verir mi?.. Vermez. Benim şu mesleğim var buna da kimse itibar etmez. Zaten çokları arıyor bulamıyor.”
Bitiriyoruz bütün ihtimalleri kafamızda.
Yanlış öngörülerle ihtimalleri tüketince kendimize sadece ümitsizliği bırakıyoruz. Halbuki mümin olan kimse demeli ki:
“Allah yeni bir durum halk eder!”
Bilemezsin Allah, yeni bir durum ortaya çıkarabilir. Böyle kimselere Cenâb-ı Hak dedi ki:
Eğer Cenâb-ı Hakk'ı gözetmeye devam ederse;
— Bir sahibimiz var. Bizi yaratan, bizi yedirecek, içirecek, yeni bir ortam, yeni bir iş, yeni bir çevre... Karşımıza çıkacak, sahipsiz değiliz ki unutulalım.
Allah bize yaşadıklarımız üzerinden diyor ki:
“Ben seni hiç hesaplamadığın bir yerden rızıklandırırdım”
Geçmişte sana bunu yaşattım.Yani artık biliyorsun, kanıtı sensin. Geleceğe bakan yüzü ile hala Allah'a ümitle bağlanamıyorsun. Hala sadece “Şu şu şu ihtimaller anca olabilir, onlar da yoksa duaya bile gerek yok. Cenâb-ı Hakk ne yapacak ki, ne yapabilir ki” gibi kendini bir karanlığa mahkûm ediyorsun.
Duada amaç duanın sonucuna ulaşmak değil, duanın kendisi amaç. Duayı başarmak Cenâb-ı Hakk'a, bu ümit ile kapısına varmak, kapıyı çalmak:
“Ya Rabbi! Sen’i bu güçte ve bu kudrette biliyorum.”
Allah Azze ve Celle’yi doğru tanımak ve bunu, yaşamımızı aktarabilmek. Çünkü asıl sonuç, Allah'ın huzuruna varınca yaşayacağımız bir şey.
Bu dünyada elinize çocuk geçse de geçmese de istediğiniz mal, elinize geçse de geçmese de ölünce bunlar, geçmiş ile de geçmemişle de hepsi burada sıfır ile sonlanacak. Sadece yanımızda Cenâb-ı Hakk'a duyduğumuz o güveni götürebileceğiz. O güvene dayalı olarak dua edebildiğimizi... Yani Allah'ın huzuruna çıkıp bir kul;
“Ya Rabbi! Altmışıma geldim, yetmişime geldim ama Sana hep dua ettim biliyorsun. Hiç bir durumda Sen’den ümidimi kesmedim ve bu dualarımla huzuruna geldim. Sen verdin ya da vermedin ama ben Sana bu güvenimi, hayatım boyu sergiledim.” diyebilmeli.
Örneğin hastalık sıkıntısı çekiyor kul. Ama Allah Azze ve Celleye karşı ümidini koruyor, sabrını sergilemeye devam ediyor. Bu hastalık, ölümle de sonuçlansa sağlıkla da sonuçlansa öte tarafa götürdüğümüzdür esas olan. Yani o esnada Cenâb-ı Hak ile kontakta kalabilmektir. Cenâb-ı Hakk'a dua edebilme azmini devam ettirebilmek. Teslim olabilmek. “Ya Rabbi! Sen verdin ya da vermedin ama ben, Sen’in yönettiğini ve Sen’in verebildiğini biliyorum. Elimden geleni yaptım ama neticenin Sana bağlı olduğunu bildim. Verdiğinde de Senin verdiğini bildim. Vermediğinde de Senin beni sınamak üzere alıkoyduğunu, vermediğini bildim.” diyebilmek.
Bu bizi şöyle bir duaya getirir:
(Âl-i İmrân Suresi 26. Ayet) De ki: “Ey mülkün gerçek sahibi olan Allahım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın. (yani Allah'ım! veren de sensin alan da sensin.) Dilediğini yüceltirsin (Belli makama getiriyor yükseltiyor yükseltiyor onurlandırıyor, saygınlığını arttırıyor), dilediğini de alçaltırsın (Zelil edersin, düşürürsün itibarını azaltırsın. İnsanların verdiği değeri düşürtürsün). Her türlü iyilik senin elindedir. Hiç kuşku yok sen her şeye kādirsin.”
Yani, yükselten de sensin, alçaltan da sensin. Bu bilinçtir bizim, peşini kovaladığımız, Cenâb-ı Hak yönetendir, Kudret Sahibi olandır. Bu bilinç, bu uyanış, bizi duaya götürüyor ve Cenâb-ı Hakk'ın bize her türlü çözüm getirebileceğini bilmemiz de, sonuçtur. Sen bunu bildin ise o zaman sen sonuca kavuştun demek, o zaman sevinmelisin; Ben bunu başarabildim, diye.
Çoğu zaman insanlar “Dua, ediyorum ediyorum kabul olmuyor.” diyor. Sonuç gelmemiş gibi, sonuç yaşanmadığı için bir beklenti hala devam ediyor. Halbuki o kişi; “Ben hala dua edebiliyorum ve dua kararlılığını sürdürüyorum. Cenâb-ı Hakk'ın bunun gücü ve kudretinde olduğuna dair inancım üzerindeyim. Ben, sonucu anbean yaşıyorum zaten.” diyebilmeli. Asıl bize kalan, o duada, o kritik zamanlarda, biz, gerçekten Cenâb-ı Hakk'a güven mi sergiledik yoksa böyle çözülüp kendi içimizde düştük mü?
Cenâb-ı Hak şöyle vaadetti;
Kişi, Allah'tan sakınırsa Allah ona hiç beklemediği bir yerden rızıklandırır.
(Talâk Suresi-3) Ve ona hiç beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah’a dayanıp güvenirse Allah ona yeter. Şüphesiz Allah dilediği şeyi sonuca ulaştırır. Allah her şey için bir ölçü koymuştur."
Cenâb-ı Hakk'a hem dua ile hem de teslimiyet ile devam edince Cenâb-ı Hak sana istediğini verebilir de vermeyebilir de. Önemli kısmı kişinin Rabb’ine seslenişi...
Yani sonuç, kulun Cenâb-ı Hakk'a seslenmesi. O zaman kul, bu sonuca gelebildiğini gördükçe;
“Ben Rabb’ime dua edebiliyorum daha ne istiyorum”
diye mutlu olmalı, belki Allah'ın huzuruna çıkınca Cenâb-ı Hak ona diyecek ki;
“Biz sana çocuk vermeyerek bu kadar sana dua lütfettik. Katımızda bu sonucu bu kadar bolca yaşama imkânın ve sonucun oldu ve Biz, senin duanı hep sevdik.”
Allah'ın katından baktığımızda dua, neticedir. O yüzden ayette Cenâb-ı Hak dedi ki:
De ki: “Kulluğunuz ve duanız olmasa Allah size ne diye değer versin!”
Sizin varsa yoksa duanız, diyor.
O zaman koşullar inişli çıkışlı olduğunda, çocukla, hastalıkla sınanıyorsak ve bunlar bizi duaya sevk ediyor ve biz de duayı başarıyorsak. Hele bir de duayı benimsiyor, artık koşulların bizi sürüklemesine değil de istekle hevesle duaya yöneliyorsak biz, çok iyi bir süreçteyiz demektir.
Yani duanın sonucu, çocuk olması değil, duayı başarmış, duaya muvaffak olmuş olmak aslında sonuç. Cenâb-ı Hakk'a O’ndan ümidi, beklentiyi yaşayarak kapıyı çalmak. dua Cenâb-ı Hak ile bir ilişki biçimi, bunu başarmış olmak, bu olağanüstü bir şey.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder