09 Mayıs 2023

İbtilâ

 Bulunduğunuz ortama bakıyoruz, bazılarının sanki hayatları kendiliğinden oluşmuşcasına kendilerini her konuda özgür hisseden bir kitle var. Akletmeyenler açısından bu yolun ucu yaratıcıyı inkar etmeye kadar gider. İnsanlar akletmedikleri için böyle bir şey yok diyecek kadar kendilerini rahat hissedebiliyorsa eğer işte bu verilen irade, verilen serbestliğin, verilen tercihin bir göstergesidir. 

 Akletmeyen bu kişilerin serbestliği bulduğu bu ortamda taşkınlık yaptığı, Yüce Yaratıcısını tanımadığı, O'na hakaret ettiği, edebildiği bir ortamda müminin aklederek; “Evet üzerimde bir baskı yok. Yanlış yaptığımda bir tokat yemiyorum. Açıktan kimse beni yönlendirmiyor ama ben aklederek bu sistemin bir Yaratıcısı olduğuna inanıyorum. O'na saygı duymam gerektiğini, hayatı anlamlandırmam gerektiğini, sürecin ve bu döngünün bir anlamı olması gerektiğini biliyorum.” diyebilmesi..

 Rab'lerinden gayben korkanlar yani böyle bir ortamda serbest oldukları halde korkanlar... Aynı ifadeyi “Rab'lerine gayben iman edenler”de de görürsünüz. Aklen sahip olduğu Allah'ın verdiği melekeleri kullanarak baskısını hissetmediği halde varlığını kestirdiği, aklettiği Yüce Yararıcı’ya karşı saygılı durması O'na iman etmesi. 

 “Neden Allah karşımızda değil?" sorusunun en temel cevabı: Çünkü sen,
-Serbest olmalısın...
-İraden olmalı...
-Tercihin olmalı... 

 Peki Allah'ın zatına yönelik, gerçeklere yönelik bu gizlilik bizim aramızda bir fasıla oluşturur mu?
Şöyle diyebilir miyiz? "Biz bu boşluktan, bu fasıladan ötürü göremiyorduk. Hakikat karşımızda o denli çıplak değildi. O yüzden tesbit edemediğimiz için de inkâr ettik " böyle diyenler haklı olur mu?..Haklı olmazlar... 
 
 Çünkü Allah bize pusula olarak gerçeği tesbit etmenin aracı olarak çeşitli kabiliyetler içimizde var etmiş, veriyi dıştan toplayan gözler, kulaklar, vermiş... Bunları içte harmanlayan, değerlendiren, anlamlandıran bir kalp vermiş... Bu verilen kabiliyetleri kullanarak akletme neticesinde insanın vardığı bir sonuç... Dolayısıyla gayben ibtila olunuyoruz ve bizim tercihlerimiz ortaya çıkarılıyor. 

 Neler konusunda ibtilâ oluyoruz? 

 Teslimiyet konusunda ibtilâ ediyor Allah bizi. İbtila ettiği temelde bizim neleri esirgediğimiz, nelerden kaçındığımız, neleri vermekten kaçındığımız. Allah cc her birimizi bu zafiyetlerimizle ayrı ayrı sınıyor!.. 

 Bir toplumda açık verdiği alan ne ise Allah'tan yana o esirgediği sıkıntılı alan neyse en zayıf halka üzerinden  imtihan olur. Bireylerde de böyle yürür, en zayıf halka üzerinden yürür. Biz neden çekiniyorsak, neyi Allah'tan esirgiyorsak, malı ise mal konusunda, canı ise can konusunda, sevdikleri ise sevdikleri hususunda kişi ibtilâ olunur!.. 

 Diyelim ki kişinin kendi aklında, düşünce dünyasında bu mal konusu. Verebileceğini yahut veremeyeceğini kendince prova ederken veririm hisleri ile karşılaşıyorsa, içten içe, bu adeta o sınavı vermiş gibidir. Böyle olsa yapardım demek, içten bunu düşünmek belki aynıyla geçerli olabilir. Ayrıca riya olma ihtimali de yok çünkü iç dünyamız. Eğer samimiyetimiz eksikse bu bir sınava dönüşebilir. Dolayısıyla başkaları üzerinden Cenab-ı Hakk’ın bize gösterdiği sınav örneklerini istemli yahut istemsiz kendi içimizde yaşarız. 

 Bir insanın evladının cenaze merasimine katılıyorsak, istemli yahut istemsiz o çocuk da kendi çocuğumuzu görürüz. Buna nasıl tepki vereceğimizi, Yüce Yaratıcının bu noktada haklı mı haksız mı, O'nun bu yaptığı nasıl bir iş?.. Bunlar hepsi kafamızdan geçer. Eğer verdiğimiz tepkiler doğru olursa, samimi olursa, bu adeta o sınavı oracıkta vermek gibidir. Ama bu noktada Cenab-ı Hakk’a karşı samimiyetsiz, isyankâr bir noktada duruyor isek O'nun böyle bir şey yapmasına daha baştan itiraz içerisinde isek, bu da bizi böyle bir sınavla, zincirin en zayıf halkası eğer burası ise, karşı karşıya getirecektir. 

 Bu sebeple eğer bizler Rabbimizle olan dualarımızda, konuşmalarımızda, sahip olduklarımız hususunda şükreder, bir başkaları üzerinden gördüğümüz musibetleri, ibtila örneklerini kendimizde hayalen prova eder, bunları bize yaşatmadığı için Allah'a öncelikle şükredip yaşattığı takdirde de bunun sabrını bize vermesini, sebâtkar davranmamızı sağlamasını istersek, bundan ötürü O'na itiraz etmememiz gerektiğinin bilincinde olduğumuzu, henüz daha bundan ötürü bizi sınamamışsa bunun tamamen O'nun lütfunun eseri olduğunu, rahmetinin eseri olduğunu ifade eder, bunu sürekli zikreder, şükreder isek bizim adeta bu sınavı anbean yaşıyoruz demektir. 

 Bunu depreme benzetirsek, fay hattının anlık kırılmasıyla sekiz, dokuz büyüklüğünde bir deprem oluşmasının korkunçluğunu öncesinde küçük küçük depremlerle atlatmak gibidir. Çünkü bunu her yaşadığınızda içinizde ürpertiler, korkular, sıkıntılar... “Bugün de Allah evladımı almadı, nice insan çocuklarını  kaybetmiş. Bende şu anda evimde yatıyorum. Böyle bir sıkıntıyı bana yaşatmadıysa Yüce Rabbim, bu tamamen lütfunun eseri...’’ 

 Foseptik çukuruna düşüp ölen çocuğunun başında hüngür hüngür ağlayan adamı görüp, evine gidip o gece hüngür hüngür ağlayıp kendi çocuğunu bağışladığı için Cenab-ı Hakk’a şükretmekten bahsediyoruz. Bunu insan aklı istemli yahut istemsiz yaşamaktadır. Biz bundan kaçınır böyle bir gerçeği göz ardı edersek işte bu küfür halidir!.. Bu küfre yöneldiğimizde adeta bu musibetlere davetiye çıkarıyoruz. 

 “Böyle bir şey benim başıma gelmez” ,
“Ben tedbirleri aldım, çocuğun ne işi varmış foseptik kuyusunun orda!” Gibi söylemler ile şeytan gerçeği, bakışımızda zayıflatıp bizi Cenab-ı Hakk’a karşı sorumsuz hale gelmeye sevk etmek ister. Ama akleden kalbimiz manayı önümüze açıkça koyar ve o esnada büyük bir şükrü yaşarız; “Çok şükür benim başıma böyle bir şey gelmedi” diye. 

 Bunu içtenlikle ve derinlikle yaşamak kişiye bu anlamda ibtilayı öncesinde, öncü depremlerle küçük küçük yaşamak gibi bir şeye dönüşür. Açık verdiği yerde de bu sınava dönüşür, itiraz edeceği belli olan bir noktada Allah'ın bir buyruğu olabilir. Herhangi bir sınav çeşidi olabilir. Kişi zaten muhalif duruyor ise iç dünyasında Allah böyle bir şeyi yaşattığı zaman sıkıntı, tepki gösterecek ise kendisinin bu geniş zamanlarda islah etmiyor ise bu noktada o zaman böyle bu süreç onu adım adım tam da böyle bir sınavın kendisiyle karşılaştırabilir. Çünkü sınav kişinin durduğu duruşuna göre açık verdiği noktadan olur.

 Allah çünkü başkaları gibi yüzde yetmiş aramıyor, sınav notları açısından düşünürseniz. Allah tam teslimiyet arıyor!..Teslimiyet "full" demektir. Yani kul irade noktasında Yüce Yaratıcıya teslim olmak durumundadır. Ben sana teslim oluyorum ama şunlar şunlar hariç dediği zaman bu sınavı kaybetmekle eş anlamlı.

 Allah teslimiyet arıyor, Yüce Yaratıcının mutlak iradesine kulun hiçbir şeyi geri bırakmaksızın getirip her şeyi masaya koyabilmesini bekliyor. Bu teslimiyette eğer bir şeyleri masaya getirip bırakmadıysa hemen sınav mekanizması işlemeye başlıyor ve kişiyi o alanda yokluyor, bu da ilahi bir rahmettir. 

 Çünkü onu bu gerçekle yüzleştirmesi, ona tam teslim olabilmenin yolunu açar. Eğer yüzleştirmezse Allah kişinin kendisini aldatmasına fırsat vermiş olur. Allah bunu yapmaz, kuluna küçük de olsa azapları tattırır. Kendine gelmesini Yüce Yaratıcı’ya dönmesini ister. 

 Bu imtihan ortamının içinde bazı kimseler açıktan değilde gayb noktasında bazı arayışlara girerler. Ve bu taa Allah-u Teala'nın elçilerini gönderdiği dönemlerden bugünlere kadar hep vardır. Aklederek tespit et dediğinizde bundan kaçınır. Aklederek gerçekleri tespit etmek istemez. Allah açıktan görünsün, melek gönderseydi ya yanında onunla birlikte derler. 

 Allah diyor ki: “Eğer aklederek gerçeği tesbit etmenin peşinde yürümez iseniz, ben süreci böyle tayin ettim. Sizin isteyeceğiniz mucizeleri tek tek göstersem de bu sizi kesmez!..” 

 Melekleri indirsek... Dedikleri gibi ölüleri çıkartıp konuştursak... Her şeyi önlerine  getirsek bu onları kesmez!.. Çünkü Allah, iman etmenin neticesini yani hidayeti bu süreç içerisine koymamıştır. Bu süreçten Allah insanlara imanı vermez. 

 Ne yapar?
Böyle şeyleri geçmişte yaşatmış Rabbimiz. 
O yaşadıkları olağanüstü şeylerin baskısını onların üzerinden kaldırır, sıradanlaştırır. 

Gökten kudret helvası ve bıldırcın eti iniyordu. 
Ne oldu?
Bir zaman sonra “Ya bu ağaçların üzerine gelen bu pamuksu ve hoş tatlı şey sürekli gelirmiş zaten. Bu kendiliğinden yağan bir şey. Biz de bunun Musa'nın (as) becerisi sandık!” demeye başladılar.

 Yahut gelen kuşlar için, “Kuş dediğin havada uçar yani biz geldik, bize denk geldi.” dediler... Mesela bu zamanda şöyle yorumluyorlar: “Kızıldenizin yarılması, bu devamlı süregelen, yılın belli zamanında suyun çekilmesiyle olup biten bir şey, bu o ana denk geldi’’ derler. İşte akletmeyenler için Allah cc bunları bilinçli olarak sıradanlaştırır. 

 Tıpkı ilk iman etmedikleri noktaya geri dönünceye kadar. Biz onların gönüllerini de basiretlerini de ters yüz ederiz. Etkisini yani mucizenin onlar üzerinde oluşturduğu baskıyı kaldırırız. Tekrar kendileri ile baş başa kalırlar. İman etmek istiyorsan Allah'ın tayin ettiği akletme sürecinde herkesin eşit fırsata sahip olduğu zaman iman etmelisin... Çünkü başka türlü düşündüğünüzde nitekim kimi insanlar düşünüyorlar geçmiştekiler mucizelerle karşılaştılar; 
“Ne şanslıydılar, ben de öyle görseydim iman ederdim, şimdi bize öyle bir şey yok!..”

 Fırsat eşitsizliği olurdu bu. Ama Allah cc işin gerçeğini böyle olmadığını söylüyor!.. Bunlar istediler Allah onlara gösterdi. Ne oldu, gördünüz bu mu iman etme süreci... “Bu değil ki... dedi, sonra onlara, dönün bakalım şimdi iman edin!..”

 Tıpkı denizde, dalgalar arasında kalan bir insanın yaşadığı etki ile mucize etkisi arasında fark yoktur. Dağlar gibi yükseklikteki o dalgaları görünce hemen Rabbine döner, bütün içtenliği ile dua eder. Allah'ın üzerindeki gücünü tamamıyla hissetmiştir. 

 Mucizenin de etkisi böyledir. 

 O korkuyla, o ürpertiyle hemen iman ederler ama Allah cc öyle yapmaz sonra karaya çıkarır. Allah mucizede de öyle yapmaz, sonra düzlüğe çıkarır. Mucizenin etkisini kaldırır. 

 Tıpkı ilk iman etmedikleri noktada kişi kendisini bulur. Hadi şimdi tekrardan iman etmeye akletmeye yönel diye yine aynı sürece davet edilir.
"Buradan iman elde edeceğim" noktasındaki beklenti ilahi sisteme, ilahi düzene aykırıdır!.. 

 Hiç kimse iman edemez. Allah pisliği akletmeyenlerin üzerine indirir!..
Yani iman etmenin, esenliğin, emniyetin yolu akletmekten geçiyor. Allah'ın insana verdiği en büyük nimetten... Allah en büyük nimeti vermiş insana, dönüp yaratıcısını takdir edecek bir haslete sahip... 
Bunu atmış bir tarafa; mucize arıyor.

Falanca bir şey gösteriyor mu? 

Hadi filancaya gidelim...
O geçmiştekilerin mucize beklentisi ad değiştirerek, yine insanların peşinde koşarak bir şey gösteriyor mu, ne gördün? Bir de ben görsem... Hadi gidelim, devam et görürsün (!..) Zamanla görmese de gide gele artık verdiği emeği acıyarak, “Ben de bir şeyler gördüm”
tarzında yahut halisülasyonlarla yahut akletme nimetini bu kadar yerlerde süründürdüğü için Allah'ın ona yaşattığı istidraçlarla bakıyorsunuz o süreçte artık kayboluyor. 

 Çünkü bu denli büyük bir nimet varken bir tarafta, insanın bunu kullanmayarak ilahi muradın aksine yollar araması, tıpkı müşriklerin yaptığı gibi sonuçsuz kalmıştır. Bunlar sonuç verseydi açın Bakara suresini, sonuç verseydi en âlâ mucizeleri İsrailoğulları yaşadılar!.. Allah bunları bize niye anıyor dersiniz?.. 

 Bunlar üzerinden iman yok diyor. Bunu bize gösteriyor. Bunlara da bunlar üzerinden iman yaşatılmadı. İçlerinden iman edenler aklederek, tıpkı sana ve bana Allah'ın yaşattığı eşit fırsatları kullanarak iman ettiler. 

 Kur'an insanları akletmeye çağırır!..
İnsanlardaki en büyük nimetin, Allah'ın insanlara lütfettiği en değerli şeyin, onu hayvanlardan ayırt eden, bu sorumlulukla onu yüzleştiren yegâne şey insanın bu sahibi olduğu akletme diyoruz. Bir beyin faaliyeti ile sınırlamıyoruz bunu. Allah akletmeyi kalbin bir eylemi olarak tarif ediyor. Dolayısıyla bu sistem bize bir ölçü sunuyor. Aldığımız verileri anlamlandırıp önümüze koyuyor, düşünceler sunuyor. Biz bunlara akletme diyoruz. 

 Demek ki ibtilanın en temel özelliklerinden bir tanesi, kişinin bu manada özgür olması, iradesinin serbestçe kullanabilmesi, aklederek bu yolu yürümesi, iltimaslarla değil!.. 

 Bu anlamda iltimaslar elçiler için de aynı şekilde tarafsızlaştırılmıştır. Onlar da sınavın içindedirler ve aldıkları vahyin bu manada onları baskılayan, iradelerini cebreden bir yanı bulunmamaktadır. Gidip vahiy alıyor geliyor, ondan sonra insanlar arasında aynı... Ellerini açtığında kanat gibi olup uçmuyor. Karşısına gelen insanların söylediği ağır sözlerinden aynı şekilde ıstırap duyuyor, sıkıntı duyuyor. 

 Onların söylediklerinden ötürü nedenli sıkıldığını, göğsünün daraldığını biz biliyoruz. nedenli ağır fitnelere uğratıldığını, sınavlara uğratıldığını Yüce Yaratıcıya karşı sebat etmek üzere nedenli zorlandığını biliyoruz. “Bak öncekilere, onlar nasıl sabrettiler, sen de sabret!” diyordu Rabbimiz.

 Dolayısıyla Allah bu anlamda onları da aynı şekilde iradeleri üzerinden imtihan etmiş ve sınamıştır. 

 Bunu Cenab-ı Hak sınavı yapan olarak fırsat eşitliğini  her kul açısından, imkân eşitliğini her kul açısından sağlamıştır. Allah hiç kimseyi vermediği bir şeyden ötürü sorumlu tutmaz!.. Verir, verdiğinden ötürü sorumlu tutar!.. Bu benim bana bakan yüzü ile benim garanti ettiğim bir şey.

 Bizde kendi halimize bakarız. Bize verdikleri üzerinden sınav edildiğimizi biliriz. Şu coğrafyada vermediğiyse onu sorumlu tutmayacaktır. çünkü Allah öyle söylüyor sorumlu tutmaz. 

Ama Allah, aynı Allah, 
"Size gökten su indiren de ayetlerini size gösteren de odur!.." buyurur.

 Kullarının susuzluklarını, açlıklarını gideren Allah, onlara bilgiyi ulaştırmak da çaresiz kalmaz!..

 Suyu ulaştırıyor karnını doyuruyorsa, koşacak, faaliyette bulunacak enerjiyi ona verecek şekilde imkanlar sunabiliyorsa Allah oradadır!.. Allah ona da ayetlerini gösterecektir. Bunu ulaştırmaktan Allah geri kalmaz. Zaten ulaştıracağı şeyde, ciltler dolusu bir şey değil, tek bir mesaj İbrahim Aleyhisselam'ın seslendirdiği;
‘’Göklerin ve yerin yaratıcısı olan yegâne kudrete teslim olmak, O'na saygı duymak!..’’ Bunu ulaştırdığı zaman... 

 Hani bir hadiste diyor ya; İki sahabi konuşuyorlar.
Biri diğerine diyor ki;
—-Bir zaman gelecek kelime-i tevhid den başkası kalmayacakmış.
O da diyor ki;
—Ne işe yarar acaba? Her şey zayi olmuş bir tek o kalmışsa...
Diyor ki; ne demek ne işe yarar?..
—ATEŞTEN KURTARIR, ATEŞTEN KURTARIR!.. Ne demek ne işe yarar?.. 

 Dolayısıyla bu denli temel bir mesajdan söz ediyoruz.
Dolayısıyla ciltler, sayfalar dolusu bir şeylerin Çin'in ortalarında veya Hindistan'ın diplerinde olmayışını, ulaşmamış oluşunu düşünüp böyle şeytansı söylemlerin Allah'ın eşit sınamadığını söylemek yersizdir, akletme karşısında hiçbir direniş gösteremez!.. 

 Çünkü akleden insan Allah'a teslimiyetin, yegâne Yaratıcı’yı tespitin çok basitçe ve yalın bir halde sadece akletmeye bağlı olduğunu görür. 

Tıpkı İbrahim Aleyhisselam da olduğu gibi...Yerin ve göklerin orduları Allah'ın elindedir. 

 O her türlü aracı kullanır. Biz Allah'ın bize verdiği sıkıntıda hangi aracı kullandığını mı tespit etmek istiyoruz? Ne yapacağız tespit edip? Böylece Allah'ın bu aracını elinden alıp kendimizi emniyete kavuşturacağız aklımızca. Yoksa aklederek Allah'ın kullandığı araçları tespit etmenin, bunları ortadan kaldırmanın sonuç vermeyeceğini bilerek,  Allah niçin bunu bize bu imtihanı verdi bunu mu bulmaya çalışacağız.

 Allah imtihan ederken kuluna verdiği-aldığı, yaşattığı mutluluklar-tattırdığı tatsızlıklar... Bunların hepsi bu ibtila üzerinden düşünülürse o zaman kişi doğru sonuca gider, doğru tespitlerde bulunur, doğru neticeler elde eder. 

Hiç yorum yok: