05 Kasım 2023

Gençlerle Söyleşi-105

KONU: HİCRET


(Bursa/Görükle Gençlik Merkezi 

10.Mart.2023 tarihli söyleşiden kesitler)


-Resûlullahın (sas) Mekke'yi terk ederken sen yerlerin, mekânların en sevimlisisin bana fakat kavmin beni çıkarmasaydı ben çıkıp gitmezdim, diye şehirle konuşması; adeta şehrin bir kişiliği varmış gibi ona geri dönüp seslenmesi “Sana duyduğum sevgi, sana duyduğum ilgi, bağlılık hâlâ yüreğimde sıcacık ama ben kavminin bana başka bir çare bırakmaması dolayısıyla ayrılmak zorunda kalıyorum” dediği bir hicret.

  Cenâb-ı Hak Resûlullah’a (sav): “Onların söylediklerine sabret ve onları güzellikle terket.” Dedi. (Müzzemmil-10) 


-Bulunduğu ortamdaki kötülüğü ve kötüyü bir süreliğine terk etmek… Bu kıyamete kadar devam edecek bir “hicret” biçimi. 

  Sözgelimi; Bir öğrenci yurtta kalıyor bir arkadaş grubunun yanına geliyor, biraz duruyor, bakıyor ki hoş şeyler konuşmuyorlar, sevimli gelmiyor ona konuştukları. Sezdirmeden onların yanından ayrılıyor, diğerlerinin yanına gidiyor. Bakıyor burada daha düzgün şeyler konuşuyorlar, ortam daha müspet.. İşte öğrencinin bu yaptığı da aslında bir hicret uygulaması. 


-Ortamın seçicisi olmak, arkadaşın seçicisi olmak, bulunduğu halkayı veya çevreyi yaşarken de belli bir yaklaşım sergilemek. Kötülüğe hep araya belli bir tampon bölge koymaya çalışmak ama bu insanlara iletişimi, kötülerle etkileşimi büsbütün koparacak cinsten olmamalı. Çünkü Müslüman’ın en önemli gayelerinden biri de diğer insanlara erişebilmek, ulaşabilmek, iletişimde kalabilmek. Dolayısıyla kötüyle büsbütün ilişiği koparmak değil işlediği kötülüğün karesinde bulunmamak. O esnada o kötülüğü işlerken bizatihi ona ortamını çoğaltarak, ortamında bulunarak destek olmamak. O esnada onun yanından ayrılmak.


-“İman edip de hicret edenler, malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler ve onları bağırlarına basıp yardım edenler birbirlerinin yâr ve yakınlarıdır. İman edip de hicret etmeyenlere gelince, göç edinceye kadar onlarla aranızdaki bağ (yakınlık) sebebiyle hiçbir sorumluluğunuz yoktur.” (Enfal-72)

  “İman edip de hicret edenler, Allah yolunda cihad edenlerle onları bağırlarına basanlar ve yardım edenler var ya işte gerçek müminler onlardır.” (Enfal-74)


-“Bu ganimet mallarında fakir mühâcirlerin de hakkı vardır ki, onlar yurtlarından çıkarılmış, mallarından mahrum bırakılmışlardır.” (Haşr-8)

  O muhacirler, fakir kimseler yerlerinden yurtlarından çıkarılmışlar. Allah'ın (cc) fazlını ve rızasını aramak üzere bunu yapıyorlar. 

   Hz. İbrahim (as) elinden gelen her şeyi yaptı, artık onu yakmaya, başka başka planlar kurup yok etmeye yöneldiler ve sonunda dedi ki “Ben Rabbime hicret ediyorum, ben artık gidiyorum.”

 Niçin hicret etti ? Orada ona artık nefes aldırmıyorlar. Orada da aynı şeyi görüyoruz bulunduğu ortamda yapabildiği pek çok şey yapmaya çalıştıktan sonra artık çare kalmadığında bir yolculuğa çıkmak.


-“Allah yolunda hicret eden kimse yeryüzünde gidecek birçok uygun yer ve imkân bulacaktır. Kim Allah ve resulü uğrunda hicret ederek yurdundan çıkar da sonra ölüm onu yolda yakalarsa artık onun mükâfatını vermek Allah’a aittir.” (Nisa-100)

  Ameller niyetlere göredir. Kim Allah ve Resûlü için hicret ettiyse onun hicreti Allah'a ve Resûlüne; kimin de hicreti elde etmek istediği bir dünyalık ise onun da hicreti, hicret ettiği şeyedir. “Ya gidelim orada çok para kazanırız şöyle olur,böyle olur” gibi bir hesapla gelirse onun da hicreti onadır. Bazıları da sevdiği kadın Medine'ye hicret edince “Bana da artık buralarda mutluluk kalmadı, sevdiğim kişi orada” diye o kadın yüzünden hicret etti, yahut nikahlamak istediği bir kadın için hicret ediyorsa onun da hicreti, hicret ettiği şeyedir.

  Cenâb-ı Hak hicreti sadece göze alıp çıktıkları yolculuktan ibaret değil bir de gittikleri yerde onlara yaşattığı zorluk ile perçinledi. Allah (cc) uğruna hicretin göze alındığı ve hicretin yaşandığı süreçteki Allah yoklamalara tabi tutar. Dolayısıyla gittiği yerde öyle her şey düzgün gitmeyebilir, ilk başta büyük bir sebat ve direnç göstermesi gerekebilir. Aldığı niyeti hani vazgeçip geri dönmemek üzere yaşamayı ve sürdürebilmeyi Cenâb-ı Hak kendisinden bekleyebilir.


-“Vaktiyle doksan dokuz kişiyi öldürmüş bir adam vardı. Bu zât yeryüzünde en büyük âlimin kim olduğunu soruşturdu. Ona bir râhibi gösterdiler. Bu adam râhibe giderek:

- Doksan dokuz adam öldürdüm. Tövbe etsem kabul olur mu? Diye sordu. Râhip:

- Hayır, kabul olmaz, deyince onu da öldürdü. Böylece öldürdüğü adamların sayısını yüze tamamladı. Sonra yine yeryüzünde en büyük âlimin kim olduğunu soruşturdu. Ona bir âlimi tavsiye ettiler. Onun yanına giderek:

- Yüz kişiyi öldürdüğünü söyledi; tövbesinin kabul olup olmayacağını sordu. Âlim:

- Elbette kabul olur. İnsanla tövbe arasına kim girebilir ki! Sen falan yere git. Orada Allah Teâlâ’ya ibadet eden insanlar var. Sen de onlarla birlikte Allah’a ibadet et. Sakın memleketine dönme. Zira orası fena bir yerdir, dedi.”

(Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Tevbe 46, 47, 48)

  Yani neden olmasın, günahtan vazgeçmenin, Allah'tan (cc) bağışlama dilemenin bir sınırı yok. Buna fırsat bulduğun ilk anda dönebilirsin. Bu kötülüklerden, bu yanlış giden hayattan vazgeçmen için başka bir ortama taşınabilirsin, bu da bir hicret biçimi. Yani ben bu şehirde böyle bilindim, böyle tanındım, böyle yanlış işler yaptım. Artık kendime yeni bir sayfa açmak, yeni bir hayata başlamak istiyorum, diye benzer başka bir şehire. Burada şehirler diğerlerinden çok farklı değil ama kişi açısından farklı. Çünkü burada onun kötü bir çevresi var ama gitmek istediği yerde yeni ve iyi bir çevreyle yeni bir sayfa açmak istiyor. Bu da tövbenin eşlik ettiği bir hicret anlayışı ve yeni bir başlangıç gibi görülebilir.


Prof. Dr. Hfz. Halis AYDEMİR 


https://www.youtube.com/live/rlAIG6fSKME?si=Hv4eCb9PkW6e475h

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder