KONU: NAMAZ
(Bursa/Görükle Gençlik Merkezi
3.Eylül.2021 tarihli söyleşiden kesitler)
-“Artık siz beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, bana nankörlük etmeyin!”(Bakara-152)
Hepimiz Cenâb-ı Hakk'ın gözetimindeyiz.Allah Azze ve Celle’nin her an bilgisi altındayız. Dolayısıyla Cenâb-ı Hakk'ı anmak, bir başka kimseyi anmak gibi bir şey değil. O her an bizimle! Dualarımızı işitendir. Dolayısıyla kul, Cenâb-ı Hakk'ı anmaya kalktığında tek taraflı bir iş yapmaz. Allah Azze ve Celle, hemen eş zamanlı olarak ona karşılık verir.
Siz Ben'i anın, Ben de sizi anayım. Allah Azze ve Celle, namazı bunun için bir vesile olarak lütfetti.
-“Şüphesiz ben Allahım. Benden başka ilâh yoktur. Öyleyse yalnız bana kulluk et, beni anmak için de namaz kıl!” (Taha-14)
Dolayısıyla namaz, bizim Cenâb-ı Hakk'ı andığımız bir vesile. Allah Azze ve Celle, namazı hayatımızın içerisine o kadar sık yerleştirmiş ki bizim, Kendisi’ni bunlar üzerinden anmamızı istiyor. Sabah namazı, öğle namazı, ikindi namazı, akşam namazı, yatsı namazı, neden hayatımızın belli aralıklarla sürekli içinde dersek çünkü Allah Azze ve Celle ile sürekli irtibatta
kalmalıyız. Hayatı O’nun adına yaşıyoruz, Var Eden Kudret’in bizi sınırlı bir sürede yaşattığı ve tepkilerimizi ölçtüğü, davranışlarımızı kaydettiği, ne olmak istediğimize karar verdiğimiz bu ortamda O’nunla ilişkide kalmak... O’nun vaadini, O’nun bize vaat ettiği mutluluğun sürekli hevesinde arzusunda olmak...
Ve şayet O’na sırtımızı dönecek, hayatı kendi başımıza buyruk yaşayacak olursak, O’nu unutacak olursak, O’nun tehdidiyle, bizi tehdit ettiği azap ile karşı karşıya geleceğimizin bilincinde olmak...
Tüm bu bahsettiğimiz düşünce planının odağında, Allah Azze ve Celle’nin zâtı var. Kul, Cenâb-ı Hakk'ı bilirse, O’na karşı sorumlulukla, hayatında iyi davranışlara sarılır, doğruluğa sarılır. Allah, adaleti emreder, iyiliği emreder. Kul Cenâb-ı Hakk'ın emrettiklerini, yasakladıklarını ciddiye alır. Allah Azze ve Celle’nin hatırda tutulması, Cenâb-ı Hakk'ın vaadini, tehdidini, olurlarını, olmazlarını; emirlerini, yasaklarını, vaat ettiği iyi şeyleri ve sakındırdığı kötü şeyleri... Bunların hepsinin bir bilinç olarak bizde yerleşik olması için namaz gereklidir. Allah'ı unutarak “iyi” olunmaz. Cenâb-ı Hakk, devreden çıkarılarak iyiliğe tutunulmaz. Hatta kulluğun bile bilincinde olunmaz, büyüklenilir. Kul Allah Azze ve Celle’ye karşı taşkınlık ettiğinde bu sefer O'nun kullarına karşı da saygısız olur, mütecaviz olur, had ve hudut bilmez... Böylelerine hadsiz diyoruz. Çünkü kulun haddi, kulluğundadır onun da orijini Allah Azze ve Celle’ye karşı duruşundadır. Ancak kul, kulluğunu böyle kalibre edebilir. Zât-ı İlahi’nin yüceliği karşısında huzurda, kıyamda durarak kendisini kalibre eder; “Ben bu kadarmışım” diye.
Rükûda eğilerek Allah Azze ve Celle’nin azametini, Yaratan kudret ve her türlü nimeti ona yaşatan kudret olarak bilerek huzurda eğilir. Ve aldığı soluğa varıncaya kadar o an, o esnada atan yüreğinin bile kendi iradesiyle, bilinciyle, kendi kurmasıyla. Yaradan kudretin emriyle her an atıp duruyor, bedenimizde kan dolaşıyor, ciğerlerimizde nefes alıyoruz veriyoruz. Havadaki o bize
yarayışlı olan şeyleri içimizde alıyoruz. Bunların hepsinin bütünüyle Allah'tan olduğu ve kendisine dair hiçbir şeyin kalmadığı bir düşünceyle kul, secdeye varır, hiçleşir. Kendisi, kulluğunun bilincine yani haddinin farkına vardıkça ilahi azametin büyüklüğü karşısında erir. O yüzden Allah Azze ve Celle’ye en yakına doğru ilerlemek gibidir; kıyamdan rükûya, rükûdan secdeye, artık Cenâb-ı Hakk'a en yakın bir nokta... kul huzura geldiğinde, tekbir alıp namazı başlattığı andan itibaren Allah Azze ve Celle‘yi anmak suretiyle, Allah Azze ve Celle, onun farkındadır ve onu Allah Azze ve Celle anar.
-“Namazı özenle kıl. Kuşkusuz namaz hayâsızlıktan ve kötülükten meneder. Allah’ı anmak her şeyden önemlidir.” (Ankebut-45)
Namaz, kötülüklere karşı insanı koruyucu bir kalkan gibi. Namaz, insanı, yanlışlardan, çirkeflikten, günahlardan ve her türlü münkerden... Yadırganan, Cenâb-ı Hakk'ın başta yadırgadığı, maruf olmayan her türlü yanlıştan alıkor, Neyle bunu sağlar? Kulun yüreğine indirdiği, kula sağladığı Cenâb-ı Hakk bilinciyle. Allah'ı hatırlatması ile.
-Kul huzura geldi mi Cenâb-ı Hâk
kulu bütün yönleriyle içten içe, dip duygularıyla, bütün farklı boyutlarıyla, hepsini görür. Kulun huzurdaki saygısı, bütünüyle Allah Azze ve Celle’nin ilminde, o an itibariyle müşahede edilir, karşılık bulur ve Cenâb-ı Hak, kulun Kendisi’ni andığı bu ibadetini karşılık vererek onu anar. Dolayısıyla namaz, Cenâb-ı Hakk ile bizim irtibat noktamızdır. Allah Azze ve Celle, orada hatırlanır, yâd edilir, zikredilir. Zikir, orayla sınırlı kalmaz, oradaki yoğunluktan, hayatın içerisinde taşınır.
-Rasûlüllah'ın (sav) bize öğrettiği, yapmamızı beklediği, Cenâb-ı Hakk’tan getirip de çağırdığı şeylerin şöyle bir sıralamasını yapsak, ilk sırada namaz aklımıza gelir. Cenâb-ı Hak dedi ki: “Benim iman eden kullarıma söyle namazı kılsınlar.” (İbrahim-31)
Kul namazdan koparsa Cenâb-ı Hak ile irtibatı kaybolur. Allah'ı anmaktan uzaklaşır. Kulun “Ben başka vesilelerle Allah’ı anıyorum.” Demesine yer yoktur çünkü ana damar üzerinden beslenmezse ve tali damarları da bulamaz. Yani “Ben başka yol ve yordamlarla Cenâb-ı Hakk'ı anıyorum, Allah hep benim aklımda, hatırımda. Dolayısıyla namaz gibi bir formal yani zamanı belli, vakti belli, biçimi belli bir yönteme ihtiyaç duymuyorum.” Demek, beyhude bir lakırdıdan ibarettir. Çünkü şah damarı olmayan bir kalbin, tali damarlar ile besleneceğini söylemek gibi bir şey. Esas Cenâb-ı Hakk'ın açtığı yol, açık olacak. Allah Azze ve Celle’nin açtığı o yoldan biz besleneceğiz ve oradan aldığımız hayatiyeti, canlılığı, hayatımızın kılcallarına taşıyacağız. “Ben o ana damara ihtiyaç duymuyorum, kılcallarda bu işi hallederim.” demek ne kadar absürt…
-Hepimiz bir şey yaşıyoruz ama iman edenler hayat yaşıyorlar. Allah'ın emrettiği her ibadet, kula hayat sağlayan şeylerdir. O yüzden bu hayat sağlayan şeylerden istiğna olunmaz yani bunlardan sarf-ı nazar edilmez. Bunlar olmasa da olur, denemez.
-Kim bilir nice duamız, namazımızda bize icabet olunuyor. Melekler bunu bize sesleniyor. Biz farkında olmasak da ihsan makamında…
-Bir gün yahut herhangi bir vakitte yahut herhangi bir rekâtta kulun Cenâb-ı Hakk'a olan niyazından Cenâb-ı Hakk, gafil olmaz. Böylesi garantili bir buluşma randevusunu kulun ihmal etmesi nasıl bir fecaattir?..
Bizlerin ihmal etmesi, önemsememesi, kayda değer bulmaması, atlak-butlak kılması yahut daha feci olanı hiç kılmaması. Bu kulun akıbetini karartacak kadar büyük tehlikedir. Çünkü Allah Azze ve Celle kurtuluşun yoluna, namazı koydu.
-Cenâb-ı Hâk; “Secdeye kapan ve Allah’a yakınlaş.” (Alak-19) diye emretmişken Cenâb-ı Hak, secde etmekten uzak, namaz kılmaktan uzak bir hayat tarzıyla, Allah'la iyi olduğumuzu sanmak, ancak olsa olsa şeytanın elinde oyuncak olmaktan ibaret olur.
-“Müminler kesinlikle kurtuluşa ermiştir; ki onlar namazlarında huşu halindedirler.” (Müminun-1,2)
-“Onlar cennetlerdedir; günahkârlar hakkında birbirlerine sorular sorarlar? ‘Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?’ Onlar şöyle cevap verirler: ‘Biz namaz kılanlardan değildik.’”
(Müddesir-40,41,42,43)
Cehennemliklerin yani kurtulamayanların neden kurtulamadıklarını ifade ettikleri, kendi diliyle ilk söyledikleri şey namaz. Ve bizim gevşek davrandığımız, önemsemediğimiz, kılmadığımız, camilerimizin boş kaldığı namaz...
-Rasûlüllah'ın (sav) bir ömrü boyunca hep imâmetine geçip ümmete önderlik ettiği namaz ibadeti… Bizi biz yapan, başkalarının bize baktığı zaman
bizde gördükleri en önemli alâmeti farika yani belirleyici özellik, en dikkat çeken yanımız… Huzurda, kıyamda, rükûda eğilerek ve secdede hemzemin olarak yerle bir olup... Bakanların dışarıda, bu en güzel haliyle gördükleri..
-“Aile fertlerine namazı emret, kendin de bunda kararlı ol.” (Taha-132)
Başta eşin ve çocuklarına namazı emret. Ve sen de bu namaz üzere sabret, bu hususu sıkıca tut. Hem kendi hayatında hem ailenin hayatında dinamik kıl. Namaz ölmesin, düşmesin, süreklilik arz etsin.
Çünkü her şey, diğer şeylerin hepsi, buna bağlı.
-Rasûlüllah (sav) kısa bir süreliğine geldiği Kuba’da bile hemen önce hızlıca mescidi yapıp namazı orta tesis etti. İslam orduları, İslam barış elçileri, vardıkları her yerde önce mescidi kurdular, önce namazı tesis ettiler. Hayat, mescitten etrafa doldurup boşalt böyle. Her çağrı, her ezan, dolan insanlar ve sonra oksijenle zenginleşmiş, mescidden çıkarken ayarı yerine gelmiş kimseler olarak doğrulmuş, tekrardan kalibre olmuş, kalpleri mutmain olmuş kimseler olarak sokaklara Allah'ın zikrini taşıdılar, evlere Allah'ın zikrine taşıdılar, damarlarda yürüyen kan gibi.
Dolayısıyla her kıblegâh, her secdegâh, her namazgâh, kişinin kendi öz varlığını tekrar doğrulttuğu, orijine getirip oturttuğu veya kalibre ettiği veya fabrika ayarlarına yahut yaratılış ayarlarına -diyelim ona- tekrardan ayar kazandırdığı bir ameliyedir.
-“De ki: “Rabbim adaleti emretti. Her secde ettiğinizde yüzlerinizi O’na çevirin, kendisine içten bir inanç ve bağlılıkla O’na yalvarın! İlkin sizi yarattığı gibi (yine O’na) döneceksiniz.” (Araf-29)
Her mescide vardığınızda veya her namazgâhta, özünüzü, varlığınızı
doğrultun. Namaz, bunun için bir vesiledir. Namaz ile birlikte kul, kendisine, refresh tuşuna basmak gibi yenileme yapar, tekrar kendisini günceller. Bu güncelleme, yaratılıştaki özgünlüğe geri dönüştür, ondan daha iyisi yok çünkü…
Prof. Dr. Hfz. Halis AYDEMİR
https://www.youtube.com/live/f1aYzpmwYeI?si=ZCaazxQEoP6mYlx5
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder