31 Temmuz 2023

İbrahim as. ve İsmail as.

  İbrahim aleyhisselam ve İsmail aleyhisselam. Bu ikili, baba sevgisinin, oğul sevgisinin ve de can sevgisinin Cenâb-ı Hâkk’ın emri karşısında bir hiç olduğunun en kalıcı, en gözle görülen, en tereddütsüz kanıtını icra ettiler. Onlar icra edince Cenâb-ı Hâk bize şunu gösterdi; “Ben ne çocuğu istedim ne babaya kıydım istedim. Ben sadece önceliğimi görmek istedim.” 

  İbrahim aleyhisselam bu evlat sevgisinden vazgeçebileceğini gösterdi. Cenâb-ı Hâk da onu bütün insanlığa baba olarak takdim etti. Çünkü o babalığın en kralını yaptı, çocuğunu bile Yüce Yaratıcı karşısında bir hiç saydı. 

  
Çocuğunuza bakarken sınavda testin en önemli sorusuna bakar gibi bakın!!!


Prof. Dr. Halis AYDEMİR

Secde Sûresi - 12

 “O günahkârları Rablerinin huzurunda başlarını önlerine eğmiş halde şöyle derlerken bir görsen: “Rabbimiz! Gördük ve işittik; bizi geri gönder de rızâna uygun işler yapalım, artık kesin olarak inandık!”

(Secde Sûresi- 12)


  Cenâb-ı Hâkk’ın huzuruna insanlar çıkmış bağırıyorlar çağırıyorlar: “Ya Rabbi n’olur bizi dünyaya geri gönder. Biz şu anda çok iyi farkına vardık, bizi geri gönder.” Ama Cenab-ı Hakk’ın iddiası şu: “Ben kulumdaki olması muhtemel iyiliğin ortaya çıkmasına elverecek bütün seçenekleri, bütün ihtimalleri süpürerek ne varsa tamamlarım; kulumu hayatta hiç birinden geri bırakmaksızın tüm fırsatları tamamlarım.” 

  Yani aleyhinde hiç bir hüccet bırakmaz Cenâb-ı Hâk. Ya Rabbi bana şunu yapsaydın ben de şöyle olurdum, dedirtmez. Cenâb-ı Hâk onu da yapmıştır ona. Artık buraya geçenler tam bir farkındalık ile hakikati özellikle terk etmiş olarak gelir. 


Prof. Dr. Halis AYDEMİR

30 Temmuz 2023

Mülk Sûresi - 25

 “Onlar (inkarcılar) ‘Doğru sözlü iseniz (söyleyin), bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?’ derler.”

(Mülk Sûresi - 25)

  ÖLÜM normalde hayatı solduran, bitiren bir şey gibi görünürken Mü’minler açısından hayata anlam katar. Hayatın varlığını anlamlandırır. 

Ölümle Rabbe dönüş sürecini düşünen bir kimse ölüme odaklı, ölüme gebe bir şekilde yaşar. Onlar ölümü her an beklerken, kafirler “Ölüm ne zaman ne zaman?” diye sormuşlardı. (Öğrenmek için değil, Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’le alay etmek maksadıyla sormuşlardı.) 

  Ne zaman başımıza ölüm gelecek diye soracağınıza, şuan gelmemesini kime borçlusunuz; bunu bir düşünün. Tavanı başınıza kendiniz mi çaktınız, emniyetinizi kendiniz mi sağladınız da ne zaman burası yıkılacak diye soruyorsunuz? Şuan tavanı kim elinde tutuyorsa, yıkmadığına şükredin. 

  Onlar Rablerini hatırlatan şeyleri yok saymak için böyle diyorlar. Ne zaman ne zaman diye diye dini hayatın dışında tutuyorlar. Ben gencim öyle şeyleri ilerde yaparım, diye diye hayatını Rabbinin buyruklarından uzak yaşamaya adıyor. Bu çarpık basit yöntemi çoğumuz hayatımıza bir ilke olarak koyuyoruz. 
Ölümün uzaklığıyla kendimizi gevşekliğe verip, hayatın kısa mesafeli, aldatıcı ve asla tatmin etmeyen şeyleriyle oyalıyoruz. Bu denli gönüllü yanılsama yok elbette. Bunun adı zulümdür. Kendi kendimize “Hayır hayır biz öyle yanılıyor filan değildik. Biz düpedüz zulmettik.” diyeceğimiz, ah-vah edeceğimiz anı Cenab-ı Hak haber veriyor. İbadetlere olan dikkatimiz ve özenimiz eksik kalıyorsa biz de onlardan bir taifeyiz demektir.


Prof. Dr. Halis Aydemir 

Mülk Sûresi - 24

 “Sizi yeryüzünde yaratan ve kendisine döneceğiniz yine O’dur.” 

(Mülk Sûresi - 24)

 Ölümün en kötüsü şok edici olanıdır. En güzeli farkındalık haliyle, beklenen bir ölüm, hele hele özlenen haliyle daha bir güzeldir. O insanı şok etmez. 
İnsan böyle bir ölümde “Ben seni zaten bir ömür bildim, ben seni zaten bir ömür hep hesaba kattım, yaşamımda sen hep vardın” der. Böyle bir ölüm insanın hayatına anlam katar. Böyle kimseler kitaplarını ellerine aldıklarında mutlulukla “İşte benim kitabım, herkes okusun” diye insanların yanına sevinçle dönecekler. 

 Onlara bu sonucu nasıl elde ettikleri sorulunca “Biz hayatımızda ölümü hep hesaba kattık”diye cevap veriyorlar. “Bir gün hayatımın sonlanacağını, bir gün ölüm ile karşımda Rabbimi bulacağımı hep hatırımda tuttum. Hep bu şuurla yaşadım.” diyorlar.


Prof. Dr. Halis Aydemir

Mülk Sûresi - 14

 “Yaratan bilmez mi yarattığını?”

(Mülk Sûresi-14)


  O, bizimle beraber. Ama el-Latîf olduğu için sezdirmiyor. Aklettiğimizde olabildiğince aşikar bir gerçeklik iken hislerimize baktığımızda O’na dokunamıyoruz, sarılamıyoruz, varlığını göremiyoruz. Ama O bizi biliyor. Bizim özgürlüğümüze, irademize dokunmamak için, bizi kendisine saygıya cebretmemesi için, tercihimizin gönüllü bir saygıyla sevgiyle oluşması için Cenâb-ı Hâkk zâtını el-Latîf olarak bize perdelemiştir. 


Prof. Dr. Halis Aydemir

Mülk Sûresi - 12

 “Görmedikleri halde rablerinden korkup saygı duyanlara gelince, onları da hem bir bağışlanma hem de büyük bir ödül beklemektedir.”

(Mülk Sûresi-12)


  Biz dualarımızda çoğu zaman mağfireti esaslı olarak işleyemiyoruz. Dünyevi de olsa uhrevi de olsa hep dualarımızda ödüle dair beklentilerimiz var. 

  Dünyada ve ahirette istediklerimizi sıralarken sanki günahlarımız bağışlanacakmışcasına hatta günahlarımız yokmuşcasına davranıyoruz. 

  Hiçbirimizin ameli cennete sokmaz. Evvela Cenab-ı Hak’ın mağfiretine ihtiyacımız var.


Prof. Dr. Halis Aydemir

Mülk Sûresi - 8

 “Cehennem neredeyse gayz ve öfkesinden parçalanacak! Oraya her bir grup bırakıldığında, muhafızları onlara, ‘Size kendi içinizden resuller gelmedi mi?’ diye sorarlar.”

(Mülk Sûresi - 8)


  Cehennem kaynar durur, onun nefes alışı duyulur. Neredeyse öfkesinden gayzından parçalanacak. Cehennem böyle bir yaratılışta. Cehennemin bir kişiliği var, konuşuyor, öyle kendi başına yanan ateş gibi değil. Buna memur, doğasına bu yerleştirilmiş. Acımadan yana bir şey kodlanmamış. Yakmak üzerine, acı ve elem dolu bir azabı tattırmak üzere yaratılmış bir azap yeri orası. 

  “Size resuller gelmemiş miydi? Siz uyarılmadınız mı?” Cehennemin bekçileri olan melekler, buraya doldurulan insanlara karşı bunu sorma ihtiyacı hissediyorlar, hem de her yeni gelen gruba. Cevapları: Evet, elbette geldi. Peki onları ne aldattı? Dünya hayatı. Dünyayı tercih ettiler. 


Prof. Dr. Halis Aydemir 

29 Temmuz 2023

Cuma Vaazı (28.7.2023)

Vaazdan Notlar:


-Varlığı hiçleçtirip varlığı Cenâb-ı Hâkk’ın parçası (hâşâ) gibi gösteren bir inanç kendi içinde yanlıştır. Allah ve  herşey ile arasındaki ilişki ancak  O'nun herşeyin yaratıcısı olduğudur.


-Allah azze ve celle herşeyin yaratıcısıdır ve yaratmasında ne keyfiyet ne de kemiyet açısından bir sınır yoktur.


-Göklerin ve yerin yaratılışı insanların yaratılışından büyüktür. Ölümsüz bir gelecek vad eden Allah azze ve celleyi bu içinde yarattığı numune hayatta bize gösteriyor. 


-İnsanlar Allah'ın önceden sistemde koyduğu ilimleri ancak keşfedebilir. Bu nedenle var olanı buluyor ama yeniden icat etmiyoruz. 


-Allah herşeyin yaratıcısı,ilmini herşeye yansıtmış ve zatını böyle tanıtmıştır. Kullar ise ilim yapabilme keyfiyeti ile ancak bu şekilde Allah'ı tanır. 


-Cenâb-ı Hâkk’ın ilmini ihata edemiyor sadece O'nu izin verdiği kadar bilebiliyoruz. Biz bu acziyeti ancak bu yarattığı ortamda öğrenip de ilminin sınırsızlığını bileceğiz ki işte bu 

Cenâb-ı Hâkk’ı tanımaktır! Hakiki kulluktur.


-Cenâb-ı Hâk sınırsız,eşsiz ve benzersiz kudreti ile yarattığından tanırız. Bu tanıma yolculuğu bizi sınırsız bir hayatın olduğunun bilincine götürmeli.


-Mühim bir geçiş sürecindeyiz kesinlikle basit değil! Varedeni görmeden geçip giderek Cenâb-ı Hâkk’a kör kalınıyor ki bu çok ironik. Bu akletmezliğin ta kendisi!


Prof. Dr. Halis Aydemir

Cuma Vaazı- Bursa Nilüfer Camii 28.Temmuz.2023


https://www.youtube.com/live/Lc9ZFtoZgOQ?feature=share

Fâtır Sûresi - 34

 “Allah’a hamd olsun ki bizden hüznü, tasayı giderdi.” 

(Fâtır Sûresi-34)


  Müminler cennete girince ilk neye sevinir, hoşlarına giden şey nedir? Cennette ilk fark edip bunun için Cenâb-ı Hâkk’a hamd ettikleri şey nedir?

  Ayeti kerimeye baktığımızda Müminlerin dünyadaki genel durumunun, çoğunlukla olan durumunun tasa olduğunu görüyoruz. 

  Hüzün her an insanın peşinden kovalamakta. Cennette hüznün olmaması ne büyük saadettir. 

  Korkuyu besleyen belirsizliktir. Hüznü besleyen çaresizliktir. 

  Müminler Kur’an-ı Kerîm’le, vahiyle irtibatlı olarak ve sürekli dua ederek bu korku ve hüzünden belli oranda uzaklaşırlar. İnsanların hüzünden çıkış mecraları farklıdır.

 

  Rabbimiz çok Gâfur ki büyük büyük günahlarımızı bağışladı, hiç de bunu hak etmezdik. Sonra Rabbimiz çok Şekûr ki ufacık ufacık şeylerimizi ciddiye alıp bize hüzünden uzak cennet yurdunu bahşetti. 


Prof. Dr. Halis AYDEMİR

Fâtır Sûresi - 32

 “Sonra biz kullarımızdan ıstıfa eylediklerimize Kitab’ı miras bıraktık.” (Fâtır Sûresi-32)

(Istıfa: İyisini seçip ayıklamak, ıslah edip safileştirmek)


  Bu ayette şunu rahatlıkla anlıyoruz ki Kitap’la alaka kurmuş, Kitap’tan nasibi olan kimseler Allah’ın ıstıfa eyledikleri kullarındandır. Rabbimizin seçip, süzmesi, ayıklaması, arındırması! Kitap onlara miras kaldı. Bu çok güzel bir müjdedir. 

  Kişi kendisini Kitap’la ne kadar iç içe buluyor, ne kadar miras olduğunu biliyor, ne kadar rehber ediniyor, ne kadar mesai veriyor ? Ne kadar gayret ediyor? Bu gibi hususlarda kişi kendini etrafıyla karşılaştırmalı. 

  “Kitab’ın mirasçısı” denildiğinde akla gelebilecek biri olup olmadığı hususunda kişi şöyle bir yoklamada bulunmalıdır. Neden bu çok önemli? Çünkü Allah, kendilerine Kitab’ı miras bıraktığı kullarını ıstıfa eylediğini buyuruyor (tıpkı Adem’i, Nuh’u, İbrahim’in ailesini, İmran’ın ailesini, Musa’yı ıstıfa ettiği gibi) 


  Allah hangi kullarına Kitab’ını miras bırakır, faydalanmalarını sağlar? Bu Allah’ın hikmetine tâbidir, randevuze ve rastlantısal, rastgele değil. 

  Hâkim ve Alîm olan Cenab-ı Hak tam da buna layık kullarını ıstıfa eder. Kitab’ı hak edecek, öğrenme gayreti, fedakarlığı gösteren, elverişli kimselere miras bırakır. Ve “Allah iman edenleri ve ilim sahiplerini derece derece yükseltir.”


  Tabi peygamber efendimizden (sav) sonra Kitab’ı miras alan tüm nesiller bu kapsamdadır. Peki bu nesillerdeki kimselerin hepsi aynı durumda mı? Hepsi aynı tepkiyi mi vermiş? “Zaten affedileceğiz” mi diyorlar? Saptılar azgınlaştılar mı? 

  Demek ki Kitab’ın varisi olmak her zaman kişiyi kurtarmıyor. Varis olmak elbette bir seçkinlik ancak sürecin düzgün tamamlanması için Kitab’a vefa ve sadakat gerekiyor. Aksi taktirde sadakatsizlik ve nankörlük ters tepmek olur ki bu çok vahim bir akıbete götürür. Kuranı Kerim’de bunun en tipik örneği Musa aleyhisselam’ın kavminden olan Kârun’un hikayesidir. 

  Kârun iyi bir Tevrat okuyucusuydu, gece gündüz tilavet ederdi. Ayetlerin ilmi verilmişti. Ama sonra deri değiştirir gibi sıyrıldı. Şeytan da onu takibe aldı ve taşkınlardan oluverdi. Ve Allah-u Teala, Kârun’u da, hazinelerini de yere yutturdu. 

  Dolayısıyla Kitab’a vâris olmak son derece büyük şeref, ancak bu yolun sonu değil, bu büyük bir sorumluluğun başlangıcı. 

  Bu yola hiç girmesek ne olur? Sorumluluğunu yerine hiç getirmemiş, taşın altına elini koymamış, görmezden gelmiş yok saymış, ıraz etmiş, Allah’ın en beter bulduğu vurdumduymaz akletmez tiplerden olur. 

  “Madem öyle ben bu Kitab’ın altına hiç girmeyeyim. Bu büyük bir sorumluluk. Alakasız durayım.” diyenler, en suçlu kimseler. Verilen nimetlerden (göz, kulak, kalp vs) hepsinden sorumluyuz. Dolayısıyla bu ilim süreci zorunludur.


Prof. Dr. Halis AYDEMİR

Fâtır Sûresi -28

 “Allah’tan kulları içinde ancak ilim sahibi olanlar korkar.”

(Fâtır Sûresi-28)


  Ayet bu yönü itibariyle, Cenab-ı Hak karşısında iyi bir kulluk sergilemek isteyenlerin muhakkak ilimle iştigal etmesi gerektiğini ortaya koyar. Kitap, ilmin kaynağıdır. Kişinin "Cenâb-ı Hâkk’tan korkuyorum" diyebilmesi için Kitab’ı izlemesi gerek.

  Ayet-i kerimede “tilavet” kelimesi geçer, tilavetin okumak anlamı olduğu gibi, burada izlemek, peşi sıra gitmek demektir. 

  Korkumuzu, takvamızı sergileyeceğimiz bilgiler ancak Kitab’tadır. Kitab’la ilgisi olmadığı halde Allah’tan korktuğunu söyleyenlerin korkusu askıdadır, hayata yansımamıştır. 


Prof. Dr. Halis AYDEMİR

Fâtır Sûresi - 10

 “Kim izzet isterse bilmeli ki izzet tamamıyla Allah’a aittir. Güzel sözler O’na yükselir; rızâsına uygun iş ve davranışları da O yüceltir. Sinsi sinsi kötülük tasarlayanlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzakları altüst olur." (Fâtır Sûresi-10)


  İzzet sahibi kimselere yakın durmak insanlar için çok önemlidir. Bu bir fayda temin eder. 

 Kişiyi cehennemden kurtaran kelime-i tayyibe nedir? La ilâhe illallah’tır. 

  Güzel söz yükselir, doğrudan Allah’a erişir. Kişinin güzel amelleri de kişiyi yükseltir. Önce söylem-sonra eylem. 

  Kişi söylediği sözün arkasında durmazsa güzel söylemlerinin anlamı kalmaz. Kişi bu ikisini birlikte gerçekleştirirse Cenab-ı Hakka yakınlaşır ve izzetinin gölgesine sığınmış demektir. Bundan ayrı sigorta aramak anlamsız kalır.


Prof. Dr. Halis AYDEMİR

Nahl Sûresi - 64

  “(Ey Resulüm) Biz (sana) bu kitabı iman edecek kimselere bir hidayet, bir rahmet olsun diye indirdik.

(Nahl Sûresi-64)


  Hidayet ve rahmet ancak iman edenlere… Yani üstüne alınanlara!
"
Bana diyor Rabbim! Bana sesleniyor, bana hitap ediyor. Beni çağırıyor" diye hep kendisini anlayanlar. Ne ayet duysa, ne uyarı, ne çağrı, ne müjde yahut tehdit duysa herbirinde "bana söylüyor Rabbim" der ve sorumluluğunu kuşanır, gereğini yerine getirir. Kafir ve fasık ise üstüne alınmaz başkasına söylüyor gibi davranır. 

  Kul Kuran-ı Kerim’i açıp bağrına basacak “bana göndermişsin ya Rab” diyerek sahiplenecek. 


Prof. Dr. Halis AYDEMİR

28 Temmuz 2023

İsra Sûresi - 81


"Hak gelince batıl zail olur." 

(İsra Sûresi-81)

  Hakkın böyle baskın yanı vardır. 

Gençlerimizin sorgulaması bizi korkutmasın. Sıkıntı şu, üst kuşak bu soruların cevaplarına sahip değil. Çünkü kendi döneminde ne sorguladı ne araştırdı. Sadece var olanı muhafaza etmekle, taklitle yetindi. Ama alttan gelen sorgulayıcı gençler bu süreci ben inanıyorum ki lehimize çevirecek. Çünkü onlar akledip gerçekten içselleştirerek İslam’a sahip çıkacak, bu sefer onların önünde batı dünyası da duramayacak. Sorgulayarak geliyor çünkü. Takliden sahip çıkanlar bunu korkarak yapıyor ve bunu çocuklarına baskıyla tutturmaya çalışıyorlar. Oysa tahkik özgüven demektir.


Prof. Dr. Halis AYDEMİR

İnsan Sûresi-23,24

  İnsân Sûresi-23 : “Biz sana Kuran’ı indirdik.”

  Öyle bir Kuran indirdik ki. Yani biz sana öyle değer verdik ki, gözünü daha başka yerlere çevirmene gerek yok. Ebubekir Radıyallāhu anh’ın deyimiyle; “Allah bir insana Kuran’ı nasip etmiş de hala fakirlikten şikayet ederse, Allah fakirliği iki kaşının arasına kıyamete kadar yazsın.” Allah’ın bu lütfuyla, o kadar zenginliğine rağmen kalkmış hala fakirlikten şikayet ediyor, diye. 


  Bu ayette de böyle bir espri var, biz sana Kuran’ı indirdik. Kalkıp da şimdi başkalarının projelerine, başkalarının o dünyevi heyecanlarına girme, Rabbinin kitabını adım adım izle. Cenab-ı Hakk’ın kuralları değişmez. Hayatı üzerine oturttuğu sistem bellidir. Dünyaya yönelen kaybeder, Cenab-ı Hak’ın rızasına yönelen kazanır. Dünyaya rağbetini, arzunu kışkırtacak ve O’nu unutturacak karşı propagandanın etkisine girme, sözünü dinleme, peşine düşme. 


  İnsân Sûresi-24: “Öyleyse Rabbinin hükmüne sabret. Ve onlardan hiç bir günahkarın sözüne itaat etme.”
  Görevini yerine getir, sorumluluğuna sahip çık, işini güzelce yap, devam et, vazgeçme. 

“Allah bir adamın içinde iki tane kalp yaratmamıştır.” Yani 2 tane kalbimiz yok ki biriyle dünyaya yönelelim, diğerini de Cenab-ı Hakk’a tahsis edelim. Ya Rabbi sana bu kalp sevgisiyle bağlanacağım, diğeriyle de ötekileri yaşayacağım. Bende ikisi de var. Bu günümüz Müslümanlık tipine uyuyor. Adam her ikisini de yaşıyorum diyor. Allah yolu deyince de en önde o. Dünya yolu deyince de en önde o. 
  Biz mutediliz diyor. Nasıl bir itidalse bu. Öyle birbirine zıt iki tane amacınız olmaz. Enerjiniz heder olur. Kul paramparça olur. Kişinin muradı (asıl amacı) bir tane olabilir. Peki bu insanlar dünyayı yaşamayacak mı, maişet kazanmayacak mı, evlat sahibi olmayacaklar mı? Bunlar kısa hedefler. Bunlar büyük muradın bir parçası olabilir ancak. 

  Ayette dikkatimi çeken bir şey var. Bir insanın demiyor da bir adamın diyor. Bazı müfessirler diyor ki, Allah kadını istisna etti çünkü yeri geliyor kadının içinde iki tane kalp olabiliyor. Allah bir yandan bize bir hakikati söylerken diğer yandan sözün yanlışa girmesine müsaade etmiyor. Çünkü O en doğruyu konuşandır. Dolayısıyla biliyoruz ki ilke herkes için geçerli. Kadınlar için de erkekler için de dünya ahiret yol ayrımı aynı. 


Prof. Dr. Halis AYDEMİR

İnsan Sûresi - 22

  İnsan Sûresi - 22: “Bunlar sizin ödülünüzdür, çabanız boşa gitmemiştir.”

  Cennet dendiğinde aklımıza gelen ilk kelime ya ÇABA olmalı ya TAKVA olmalı. Takva zaten içinde iman+çaba+adanmışlık barındırıyor. 


  “İşte amel edenlerin karşılığı ne kadar güzel.” (Ankebut-58)


  Cennettekilere “hadi bir de senin hikayeni dinleyelim” dediğimizde, “Allah uğruna ne güzel şeylere katlanmışsın, senin de hikayen çok güzelmiş” deriz. Cennettekilerin her birinden ayrı ayrı güzel hikayeler duyulur. “Ya sen doğru düzgün sınanmamışsın bile, öylesine şans eseri buraya gelmişsin. Biz ne yaşam hikayeleri duyduk, seninki rahat olmuş” diyeceğimiz bir tane kişi bulunmaz. 

 Cenâb-ı Hâk bu neticeyi çabalarınızın karşılığı olarak tarif ediyor. 


Prof. Dr. Halis AYDEMİR

İnsan Sûresi-8,9,10

  İnsan Sûresi 8,9,10 : “Onlar, kendileri (yemek) istedikleri halde yiyeceği yoksula, yetime ve esire ikram ederler. (Ve şöyle derler:) “Biz sizi Allah rızâsı için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. Biz, dehşetli, çetin bir günde rabbimizden korkarız.”


  Yemeğe olan arzusu, iştahı, iştiyakına rağmen, başkalarıyla paylaşanlar Allah azze ve cellenin cennetlerindeler. 


 “Ben böyle bir adam tanıyorum; yediğini içtiğini insanlarla paylaşır ama imanlı biri değil” diyenlere rastlarız. Bizler ise her türlü iyiliği Allah adına başlatırız.İyiliği Allah uğruna olunca iyilik sayıyoruz. Dürüstlük insanlar arası ilişkide kalmaktan ibaret değildir. Rabbine karşı dürüstlüğü yaşamayan ve O’nu tanımayan kimselerin dürüstlüğünden bahsedemeyiz. Komşusunun, iş arkadaşının hakkını tanıyan ama Cenab-ı Allah’ın hakkını tanımayan bir kişinin dürüstlüğünden iyiliğinden söz edilemez.


  Ne infak ederseniz Allah azze ve celle onun yerini doldurur. Siz ne infak ederseniz edin, Allah’ın rızası, hoşnutluğu uğrunda infak edersiniz, yani sizin derdiniz budur. 


  “Yemeği yedirenler” 

Yedirmeyi içselleştirmek seküler toplumlarda neden yok da Mümin toplumlarda var? Çünkü işin ucunda İlahi Aşk’ı, Cenab-ı Allah’ı razı edebilmenin derdi ve sevdası var. 


  İnfak edip temizlenelim, Cenab-ı Hak günahlarımızdan arındırsın. 

  Biz hep karz-ı hasen (güzel borç) psikolojisiyle infak ediyoruz. Sanki temizlenmeyi bekleyen günahlarımız yokmuşçasına, ekstradan veriyoruz psikolojisiyleyiz.Halbuki kişi günahlarına yoğunlaşırsa, mağfiret umudu daha ağır basacaktır ve infakına niyeti daha çok yansıyacaktır. 


 “Biz o çetin, sıkıntılı günün endişesiyle, günahlarımızdan arınmak için böyle infakta bulunuyoruz, sizi yedirip içiriyoruz. Sizden bir karşılık beklemiyoruz. Bir teşekkür dahi istemiyoruz.” 


  İşte bu niyetleri ile Allah o günün şerrinden onları korudu. 


  Arınmak paklanmak istiyorsan, tövbelerinin nasuh olmasını istiyorsan infakta, tasaddukta bulun. 

  Zamandan infak etmek de olur. Allah sana her ne imkan nasip ettiyse bunların herbirinden infak etmek birer sadakadır. 

  Allah yolunda bir becerinin öğretilmesi bile, belli vakitlerde bir mesai harcayıp bilmeyenlere Allah rızası için öğretmek de sadakadır. 

  Hayırseverlik, iyilikseverlik, insaniyet vb tanımlar altında Cenab-ı Hakk’a sorumluluğun dışında kalan her türlü erdem tanımı aslında sakat ve temelsizdir. Bunlar seküler bir boyutta sunulmaya çalışılıyor ve bunlar bir o kadar sahte ve fake kalmaktadır.


Prof. Dr. Halis AYDEMİR