KONU: YAKARIŞ
(Bursa/Görükle Gençlik Merkezi 28.Şubat.2020 tarihli söyleşiden kesitler)
Konu başlığımız olan ''yakarış'' Allah azze ve celle ile iletişimde artık epeyce ileri versiyonlarında, kişinin yaşadığı bir duygu hali. Kulun bu yakarış haline istekliliği, sadece kuldan yana olan bir şey de değil. İşin doğrusu Cenab-ı Hak da isteklidir; hatta kullardan çoğu isteğini kaybedebilir. Allah azze ve celle isteğini kaybetmez. Yani siz bıkıp masayı yıkmadıkça, Allah azze ve celle bıkıp, size olan çağrısından yana vazgeçmez. Dolayısıyla, bu ilişkide bir kopan oluyorsa veya bu ilişki kopuyorsa bu kesinlikle kuldan yana kopuyordur. Allah azze ve celle, zaten hep kulunu beklemektedir. Kul ne kadar günahkar olursa olsun, kul ne kadar mesafeyi açmış olursa olsun,o kadar çok yanlışa düşmüş, bunalmış olursa olsun Allah azze ve celle beklemektedir.
Ayette Cenab-ı Hak; ''tedarraun'' diyor ''yakararak'' (A’râf /55 Alıntı) Rabbinize yakararak seslenin!
Bu dua biçimi kula yakışır… Niye peki kul yakararak Cenab-ı Hakk’a seslensin ki? Yani hiçbir suçu yoksa, hiçbir yanlış yapmamışsa, böyle Cenab-ı Hak kendisini bununla tatmin mi etmek istiyor? denilirse…
Deriz ki; Böyle bir kul yok ki... yani hiç yanlışı olmayan yok! Dolayısıyla, dümdüz, omuz hizasında sanki, öyle Cenab-ı Hakk’a sesleneceğimiz bir “Kul ve Allah İlişkisi” düşünemeyiz. Çünkü bildiğimiz bütün kullar günahkardır. Günahkar olunca da suç işlemiş olanın tavrı elbetteki “tedarrau” olur. Yakarma, pişmanlık, utangaçlık, nedamet..
Cenab-ı Hak ile ilişkileri tekrar başlatmak için bir yalvarmaya, yakarmaya, sızlanmaya,o mahcubiyet ile kapıyı çalmaya başlamak.. İşte böyle bir durumda kul ne kadar günahkar olursa olsun Cenab-ı Hak onun gelmesinden mutludur.
Kişi, “Beni de hala Cenab-ı Hak çağırıyor mu?” derse... Bu kişi, içinde bu düşünceyi geçirdiği anda şeytan ona:
—Yok canım, sen kırk kere yıkansan senden pislik gitmez. Cenab-ı Hak istemez… Diye onun ümidini kırmayı kast edecektir. Çünkü onu ümitsizliğe çevirince kendisi gibi “İblis” yapar. İblis; bir anlamı itibariyle de ümitsizlik, ümitsiz kalan, ümitsiz kalmayı başaran anlamında.. Şeytan, kişi ümide girmesin ister. Cenab-ı Hak da diyor ki;
(Zümer/53 Alıntı) “Ey bu düzeyde israf etmiş, yanlış yapmış, bu kadar uzaklaşmış kimseler.. Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Allah, bütün günahları affeder!”
Bazıları diyor ki; Allah günahları affedince haksızlık olmuyor mu şimdi yani... Biz günahları işlemedik Cenab-ı Hak o günahları işleyenleri affedeceğini söylüyor bu haksızlık!
Bunu Hristiyanlar da söylüyor, diyorlar ki; “Allah günah affetmez, ederse zulüm olur.”
Bizimkiler de benzer bir şekilde; “Allah, bir kuluna senin günahını affediyorum derse zulmetmiş olur.” diyorlar. Kime zulmetmiş oluyor afedersiniz; günah işlememiş olana zulmetmiş oluyor. Çünkü o günah işlemedi, bu işledi, işleyeni affedilince ona zulmetmiş oluyor (!)
Eğer ilişki biçimi şöyle olsaydı yani bu bir fabrika düşünün. O fabrikaya işçiler belli bir katkı sunmuşlar. O katkılarıyla sermaye oluşmuş, iş kurulmuş, işi yöneten de herkese bu anlamda eşit davranmalı birinin yapmadığı bir şey de suçundan ötürü affetmemeli.
Biz bir sermaye koymadık, bir defa bunu bilmeliyiz. Göklerin ve yerin yaratılışında hiçbir sermaye ve kendi yaratılışımızda hiçbir sermaye koymadığınız için, bize verilen her nimet ''lütuf''tan ibarettir. Allah azze ve celle birimize fazla verse, bize az verdiği için haksızlık etmiş olmaz. Yani siz dışarıda birilerine bir şey verirken, ikramda bulunurken, birilerine ikramınızdan fazla vermeniz o diğerlerine haksızlık olarak görünmez; bu bir boyutuyla. Gelelim diğer boyutuna... Nerden biliyoruz kolay olduğunu; belki de suçtan geri dönmenin öyle bir zorluğu vardır ki, bu zorluğu başaran kimse affedilmeyi, tıpkı hiç suç işlememiş kimse düzeyine gelebilmeyi sağlayan bir zorluğu çekiyordur, bunu bilmiyoruz. Yani bedel ödemeden affedilmek gibi düşünmeye kalkıyoruz. Hristiyanlar böyle düşündüler, diyorlar ki; “Müslümanlıktaki affedilmek bu Cenab-ı Hakk’a zulüm”
Peki onlar kendilerini nasıl affettiriyorlar? Onların çok zekice bir çözümleri var, diyorlar ki; “Allah bu mantıksal sorunu çözmek için oğlunu, beşer suretinde hayatın içerisine gönderdi ve bir bahaneyle oğlunu insanların günahlarına karşılık olmak üzere cezalandırdı.” Oğlu, bu denklemi bildiği için Cenab-ı Hakk’ın kulları affettirebilmek için oğlunu arada kullandığını bildiği için,
-O da bunun bir parçası o da Allah'ın oğlu sonuçta (!)
Bu acıyı göze aldı çekti yeter ki kullarını affedebilmenin bahanesi olsun ve hepsinin kefaretini canıyla ödedi. Dolayısıyla sen eğer affedilmek istiyorsan, o bu oğul yoluyla affedileceksin. O yüzden Mesih kurtuluşun yegane yoludur, başka affettiremezsin kendini. Hıristiyanlık teolojisi ''teslis'' bunun üzerine oturur; yoksa affedilmenin yolu yok (!) diye bakıyorlar mevzuya. Halbuki deminki sahneye geri dönün. Allah azze ve celleden uzaklaşıp, günah işleye işleye ve güya zevkle gidilen yolun geri dönüşü de olabildiğince zor olabilir. -Ki yaşayanlar bilir; iyileşmenin, kötü alışkanlıklardan vazgeçmenin, kendini ıslah etmenin, kötüden ve kötü ortamlardan ayrılıp iyiliğe doğru adım atmanın da çok önemli bariyerleri vardır, hem psikolojik bariyerleri vardır, hem toplumsal bariyerleri vardır. Allah azze ve celle merdiveni inmiş kişiye tekrar basamak basamak çıksın diye merdiveni önüne koymuş ve onu bu zorlukların neticesinde tekrar aynı düzeye kavuşturuyor olabilir, bunların hiçbirini bilmeden Cenab-ı Hak kulunu bağışlayamaz, bağışlarsa zulüm olur, diyemeyiz. Örneğin hacca gidip Cenab-ı Hak’tan mağfiret dileyen birinin anasından doğduğu günkü gibi dönmesine “hadi canım” demek çok kabaca ve satih bir yaklaşım olabilir.
Adam bu kadar günahtan sonra vazgeçip iyileşmeyi göze alıyor düzelmeyi göze alıyor. En basit bir kötü alışkanlığı mesela sigarayı düşünün bedeli ne kadar ağır oluyor bilenler bilir. Yani çoğu diyor ki keşke hiç içmeseydim. Yani içtik içtiğim yılların zevki de zehir zıkkım oldu, şunu bırakana kadar burnumdan geldi, çok acı çektim, çok zorlandım, çok beter olduk diyor; bırakmayı başarmışsa eğer. Hatta bir kısmı ile konuşursunuz; otuz senedir içmiyorum diyor ama hala işkencesi devam ediyor, birisi sigara yakınca canı çekiyor. Böyle bir amcamız vardı diyordu ki “hala biri yaktımı bende bir hareketlilik başlıyor,hala zorlanıyorum”
Dolayısıyla kötü alışkanlıkların bedelinin bırakılırken de ve o çevreden ayrılırken de o insanların hangi zorluklarla iyileşmeye adım attıklarını, Cenab-ı Hakk’ın onlara nasıl bir kefareti yaşattığını bilmeden kolaylıkla öyle tövbe ediyorum ve günahlar bitiyor sanarak, Allah'ın vaadini yani tövbe vadini -ki hepimize lazım bu tevbe- ve bunu yaşayan insanları ve anlatan insanları, başta Resulullah olmak üzere küçümseyici ifadeler kullanmak; aslında meseleyi anlamamış olmak değilse eğer hadsizlik olsa gerektir.
Allah azze ve celle kulun dönüşüne sevinir, Cenab-ı Hak kulun dönüşünden mutludur. Bunu hep böyle düşünmeli ama Cenab-ı Hak kulun dönüşünden mutludur diye demin bahsettiğim merdiveni kulun önüne koymayacak anlamına gelmez. Geri dönmesinden Cenab-ı Hak mutlu ama bu merdiveni çıkmasını, direnmesini ve engelleri aşmasını istiyor başarmasını istiyor ve başardıkça da mutlu..
Yakarmamız, yalvarmamız, pişmanlığımız… Bu öyle bir düzeye kadar gelmeli ki; Hazreti Adem bunun ölçüsünü kendi dönüşünde ifade ediyor diyor ki;
—Ben yanlışı kendim yaptım, biz yanlış yaptık, ondan sonra şöyle söylüyor, eğer bağışlamazsan yani iş oraya, tut ki bağışlamadın...
(A’râf /23 Alıntı) Lütfen buna çok dikkat edin! Hazreti Adem'i Adem yapan, Cenab-ı Hak katında tövbekar yapan budur.
(A’râf /23 Alıntı) Biz ziyan edenlerden oluruz!
Bu nasıl bir yakarma? Manası şu;
Sen bizi bağışlamazsan gidecek başka kapımız yok. Bu kayıpla kalırız. Bu kaybettiklerimizle böyle ziyan içerisinde kalırız. Eğer Sen bağışlamazsan bir B planımız yok! Dolayısıyla A planı, tek plan, yegane plan ve yegane çare ALLAH'tır! Tövbenin psikolojisi bu olmalıdır. Gerçekte budur. Kul bu gerçeği gördüğü ve yaşadığı zaman tövbekar olur.
“Ben yaptım. Kesinlikle ben yaptım, yani affetmezsen hakkın var ama affetmezsen benim başka şansım yok. Sen haklısın, ben yanlış yaptım.
Bana hatırlattın, uyardın, içimden bu bilinci düşünceyi hepsini verdin. O suçlarımı işlediğim yılları biliyorum. Şimdi içimden konuşmalar geçiyor, duygularımın hepsi geçiyor, ben yanlış yaptım.” Kul yanlışını,günahını böyle ikrar etmeli.
(A’râf /23 Alıntı) “Rabbimiz; biz kendimize yanlış yaptık.”
Bunu Hazreti Adem ve eşi birlikte seslendiriyor.
Aslında günahlar da bizim bu kendimizi bir şey zannetmemizi yer yer düzelten bir etkiye sahip. Bu yönüyle güzel, normalde günah güzel olan bir şey değildir, istenerek de yapılmaz bilerek de olmaz.Ama bir güzel tarafı varsa oradan dönüşü. Bazılarınız bunu yaptıkça azaltmayı ve kendini kontrol etmeyi ve iyileşmeyi sağlayarak ilerliyor,bazıları da batıyor iyice çoğaltıyor, iyice çoğaltıyor.
—Kurtulabilirsin hadi vazgeç diyenlere...
—Ya ben böyle gitmek istiyorum diyor... Ben bir buyruk sahibini takmak istemiyorum diyor. Bu sefer istikbara, büyüklenmeye mevzuyu günah fiilinden Allah azze ve celleye diklenmeye daha şuur düzeyinde bir olaya, büyüklenmeye taşıyor ve insanların çoğu maalesef böyle yapıyor.
(A’râf /55 Alıntı) “Rabbinize dua edin yakarın, yakararak ve korkarak...”
Allah azze ve celleyi sevdiğimiz ve kaybetmeyi göze alamadığımız için bir de Cenab-ı Hak'tan çekindiğimiz ve korktuğunuz için bu ikisini de içimizde uyandırabilmeliyiz. Bu ikisi olmaz ise Allah azze ve celleden bağışlanma dilemeye O'na yalvarmaya ve yakarmaya kendimizi yöneltemeyiz. Kendimizi yönetemeyiz. Cenab-ı Hak'tan korkmuyorsak neden korkmamız gerektiğine dair düşünsel bir yolculuk yapmalıyız.
Allah azze ve cellenin makamına karşı korku hissine sahip olmak... Bugün yarın bana yahut sevdiklerime bir sıkıntı gelebilir.Allah'la ilişkimi iyi tutmaz isem daha bu dünyada iken başıma çok sıkıntılar gelebilir. O yüzden ben böyle vurdumduymaz yaşayamam benim ne halim var ki Cenab-ı Hakk’a böyle meydan okuyarak, bu çok büyük bir tehlikeyi göze almak olur akleden kimse bu düşüncelere başvurur. Cenab-ı Hak ona yardımcı olur. Bu düşünceleri özellikle uyandıramıyorsa bile doğal olarak uyandırmasını sağlar.
Ne olur? Kaza geçirir… Ne olur? Bir deprem ortamında kalır içinde o korkular oluşur...
Hayatın çok kırılgan olduğunu görebilmek iyi bir şey. Allah azze ve celle kulda korkuyu yaratan O, Allah azze ve celle kulda sevgiyi yaratan O, ve bu iki coşkun ve çok temel duyguyu sanmayın ki uluorta yaşayalım diye verdi! Bunları Cenab-ı Hakk’a karşı kendi kulluğumuzu ve hatta varlığımızı bu yolculuğumuzu yönetebilmek için bize nasip etti. Bunları nimet saymalıyız. Elbette hayat çok kırılgan, bu doğru ve elbette her an ölebiliriz.
Her ölenin bir bahanesi var ama işin ilginç tarafı hepimiz ölüyoruz. Dolayısıyla korkuyu makul şekilde canlandırabilmek ve hayatı yöneten Cenab-ı Hakk’a karşı sorumluluğa dönüştürebilmek bizim ödevimiz. Bunun diğer istikametini de yapabiliriz korkuyu ciddiye almayabiliriz, umursamayabiliriz, arkaya atabiliriz.
Makul ve sahici olduğu halde gerçekçi göründüğü halde önemsemeyebiliriz.
Bakmışsın, seksene, doksana gelmiş hala ileri doğru bakıyor. Ona çaktırmadan ''Amca hani ölürsen…'' falan desen
—Benim babam yüz otuzda ölmüştü, diyor. Korkusunun hakkından gelmeyi başarmış.
Biz ise; ‘’korkumuzu da sevgimizi de canlı tutmalıyız”
Cenab-ı Hakk’a karşı sevgimizi, O'nun küskünlüğünü göze alamayacak şekilde… O’nsuz kendimizi yalnız hissedecek düzeyde canlı tutmalıyız.
Şairin biri nasıl ifade etmişti; “Allah'ım Sen benim ünsiyet kaynağımsın” diyor.
O kadar hoşuma gitmişti ki..Yani insanlar ünsiyet ararlar. Yurtta oda arkadaşı, okulda arkadaş, evde kardeşler, anne baba.. Ama akleden insan, asıl ünsiyeti Cenab-ı Hak ile o demin bahsettiğim yakarma, konuşma, Cenab-ı Hak ile buluşma,bizim ihtiyaç duyduğumuz ve Allah'la başardığımız takdirde çok sağlam bir zemine inmişiz demektir, artık kalıcı bir ünsiyete kavuşmuşuz demektir. Yalvararak yakararak yanlış yaptıkça sevgisini kaybetmekten korkarak..
Cenab-ı Hak müminleri Allah'ın azabına karşı ürperti ile yaklaşan kimseler olarak tarif ediyor.
(Me’âric /27) Yani bana her an azab edebilir korkusuyla kendisini kontrol ediyor. Bunun daha ileri durumlarında sevgi öne geçer. Cenab-ı Hak ile iyi ilişkide, Allah azze ve cellenin sevgisini kazanmanın ve O'nu sevmenin heyecanı, bu kez O'nu kaybetmeme itinasına dönüşür, özenli davranmaya başlar. Beşeri ilişkilerde de böyledir, çok severse artık ona karşı özen hassasiyetini yükseltir. Onu rahatsız edecek şeylerden uzak durmaya başlar. ''Böyle yaparsam o hoşlanmıyor bundan, o yüzden evi de şöyle yaptım, o yüzden şurayı da şöyle düzenledim. Çünkü o bunlara dikkat eder; bana karşı olan sevgisi saygısı ilgisi azalmasın diye.
https://www.youtube.com/live/YOA5KIJzoiY?feature=share
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder