28 Şubat 2025

En Belirgin Karekteristiğimiz

  Mü’minler namaz hali üzere görülürler. Yani bizim Mü’min olarak dışarıdan en görülür yanımızın fotoğrafıdır namaz.

“Sen onları rüku ederken,secde ederken görürsün.” (Fetih-29)

  O yüzden namaz en belirgin karakteristiğimiz. Bundan yoksun olmak çok tedirgin edici olmalı. 

  Bir şehrin müftüsüne (Erzurum’da) sormuşlar namaz kılmayanlar kafir midir? O da “Öyle bir şey diyemeyiz ama kafirler namaz kılmaz” demiş. 

  Namaz kılmayanlar kafirdir demeye dilimiz varmasa da, kafirlerin namaz kılmadığını biliyoruzMü’minlerden namaz kılmayanlar da istikbar sürecine girmiş olurlar. 


Prof. Dr. Halis AYDEMİR

Kıssalardaki İbretler

  Kur'an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak özellikle İsrailoğulları’nı ve dolayısıyla Hz Musa’yı çok zikrediyor. (kardeşi Harun’u da) Müfessirler bunu şöyle değerlendiriyor: Herhalde onlarla çok benzeşen bir topluluğuz! Muhtemelen İsrailoğulları’nın düştüğü durumlarla benzer şeylerle karşı karşıya geleceğiz. Bize göre en çok ibretin bulunduğu topluluk olsa gerek. Biz her ne kadar İsrailoğulları’nı karşıtımız ve bizden en uzak bir topluluk olarak görsek de, demek ki bize en çok ibret, en çok örnek oluşturacak topluluk da yine onlardır. Bu bizim, onlar gibi tepkiler vereceğimizin, benzer sınavlarla karşı karşıya kalacağımızın bir alameti ise eğer o zaman biz de tehlikeye çok yakınız. 


  Kur'an’da Cenab-ı Hak kıssaların anlatışını hep ibret hedefine, neticesine, gayesine bağlıyor. “Andolsun onların kıssalarında akıl sahipleri için ibretler var.” (Yusuf Sûresi
-111)

  İbret için anlatılıyorsa, bize de en çok anlatılan Musa aleyhisselam ise burada başka bir ders var demektir!!!


Prof. Dr. Halis AYDEMİR

Akletmeyi Bırakırsak

  Akletmekten uzaklaşmış, Yaradan’ın nimetlerinin az da olsa, çok da olsa karşılıksız verilmiş olağanüstü bir lütuf olduğunu düşüneceğine, daha fazlasına sahipken “bana Allah az verdi diyerek” isyana yönelen, Allah azze ve celle ile barışık olmayan tipler üretiyor şeytan. Hepimize aynı doneleri uygulayarak aynı mecraya sürüklemek istiyor. Hepimizi Cenâb-ı Hâk ile arası bozuk, isyan etmeye meyyal ve hep O’nu sorgulayan tiplere dönüştürüyor. 

  Akletmeyi bırakıp, hep duygularımıza odaklanınca kulluk sorumluluğumuzu da unutabiliyoruz. 


*Halis Aydemir*

Cenâb-ı Hakk’a Hüsnüzan


  Mümin Rabbini zat ve sıfatlarıyla layık olduğu biçimde tanıdığında daha sağlıklı bir Allah inancına sahip olur. Böylece Ona karşı daima hüsn-ü zan besler.
  Cenâb-ı Hakk'a duyduğumuz o güveni, O'na bağlılığımızı devam ettirmeliyiz.
  Cenâb-ı Hâk verdiği imtihanlarla bizim O'nun hakkındaki zannımızı ne denli koruyup korumayacağımızı yokluyor.

“Kulumun bana zannı neyse Ben, O’yum.”
“Kul, Ben’i nasıl biliyor?” 
Kul Cenâb-ı Hakk'ı iyi biliyorsa, kendisini koruyacağını, kendisiyle beraber olacağını, ona destek çıkacağını; o iyi yönde, istikamette olduğu sürece onu zayi etmeyeceğini, kuluna zulüm etmeyeceğini, mağdur etmeyeceğine dair 
hüsn-ü zanda bulunuyorsa ilahi rahmetten ve mağfiretinden istifade edecektir.

  Su-i zan beslediğinde ise, korktuğu olumsuzluklarla karşılaşacaktır. O zaman kul, Cenâb-ı Hakk'ın kendisi hakkında iyi bir planı olduğunu, bir çıkış kapısı açacağını, dolayısıyla da bunun beklentisiyle kapıyı çalması gerektiğini bilmeli.
  Öyleyse eğer Cenâb-ı Hâk hakkında kulun zannı iyi ise işler ne kadar tersine giderse gitsin kul önüne çıkan engebelerden geçe geçe, “Sen’in o üstün rızana kavuşacağız belli ki...” diyerek Cenâb-ı Hâk hakkında iyi bir zan ile yol almalıdır.
  O yüzden tam bir çaresizlikle, bilinmeze doğru yol alırken bile ümidimiz dorukta olacak. İmtihanım bitmediyse hala, demek henüz benden beklenen olumlu tepkiyi vermemişim ya da bende olan yanlışı değiştirememişim demek ki. Cenâb-ı Hâk düzelmemi bekliyor.

Halis Aydemir

Diklenmeyi Nasıl Göze Alıyoruz

  Allah azze ve celle  müstekbirleri sevmez. 

(Dinleyici notu: İstikbar, Allah'a istiğna ve isyan, insanları küçük görme, onlar üzerinde zorbalıkla egemenlik kurma anlamını da ihtiva eden büyüklenme. 

Bu niteliklere sahip olan kendini büyük ve üstün görüp gerçekleri kabul etmeyen, hakka karşı inatla direnen  kişiye de müstekbir denir.)


  Biz “müstekbir değilmiş gibi” yaparak, Cenab-ı Hakk’ı sahipleniyormuş gibi yaparak bir yere varamayız. Böyle bir kesim var. Yani dindarlığı da elden bırakmıyor, Allah azze ve celleyi birliyor, tabelayı asıyor ama beklenti dünya odaklı!!! 

  Allah azze ve cellenin hükümlerine karşı da seçici, bazılarını çıkarmış ya da mücadele içerisinde. Allah azze ve cellenin buyruklarından istemediğini devre dışı bırakan, hangi çeşidiyle olursa olsun teslimiyet dışında kalan her türlü yaklaşım içinde istikbar barındırır. 

  Bütünüyle reddedici olanlar da, yer yer seçici olanlar da, bazı istisnalar ile Müslümanmış gibi olanlar da istikbar barındırır. Çünkü Allah azze ve celle katında makbul olan bütünüyle teslimiyettir, yani istisna etmeksizin. “Huzuruna çıktığımda bunun hesabını nasıl veririm” korkusuyla… 


  Örneğin sigorta, düzenli bir gelir.. Bunlar insanı tehlikeye sokabilen, istikbara sevk eden şeyler. Tam da Allah’ın kulunu istikbar edecek mi diye sınadığı şeyler bunlar. 

  Sağlık mı, kendini iyi hissetmene yarar. Eğer gafletine girersen Allah’a karşı diklenirsin bu da istikbara girer. Mal, mülk, servet mi, bunlar da kendini güçlü, kendine yeter saymaya yarar, eğer gafletine girersen istikbara yönelirsin. 

  Yeryüzündeki imkanların hep Allah’a karşı kulu yoklayan sınayan bir görevi var. “Rabbim beni bu nimetle ne bakımdan sınıyor?” diye soruyorsak doğru cevabı arıyoruz demektir. Ama yok, “Bu bize nasıl keyif veriyor, nasıl rahatlatıyor, bizi iyi gezdiriyor, ne de iyi serinletiyor” diye, dünyada bize sağladığı yararlar üzerinden onların esas işlevlerini anlamaya kalkarsak, bu seküler bakış açısı. Cenâb-ı Hâkk’ın öğrettiği böyle değil. Hasan el-Basri demiş ki; “Allah-u Teala baktın ki sana bolca veriyor, baktın ki önünü iyice açtı. Seni demek ki bu açıdan sınamaya yöneldi. Bunu böyle okumalısın.” 


(Ya Rabbi, beni bu açıdan sınıyorsun belli. Bana mal, mülk, servet, evlat, mevki, kariyer, itibar verdin. Baktım ki annem, babam yaşlılık demlerinde yanıma geldi, ya Rabbi demekki bunlarla beni sınıyacaksın) 

  İşte bunların hepsi sınava bakan yüzüyle esas işlevli. 


  Kuran-ı Kerim’de baktığımız zaman, kişinin ahiretten kopması Cenab-ı Hak’tan kopmasına, Cenab-ı Hak’tan kopması istikbarına, istikbarı da onu cehennemlik yapmaya götürür. Müstekbirlerin hepsi cehennemi boyluyor. Bu, müstekbir olmayan için büyük ümit var demek. 


  Kula istikbar yakışmıyor. 

  Kulu istikbara en çok sevk eden şey ilimdir. İnsanların çoğu para zanneder. İlim paraya da hükmeder. Bilgi her şeyin üstünde bir şeydir. 


  Şu küçücük varlığımızla O’na diklenmeyi nasıl göze alıyoruz? Oturun bir hesap edin. 


  “Yerlerde göklerde kim varsa O’nun kuludur ve kulluk etmekten geri durmuyorlar. Bense dikleniyorum" diye kendinize bunu üst üste söyleyin bakalım, ne hissedeceksiniz? 


Prof. Dr. Halis AYDEMİR

27 Şubat 2025

Özgürlük Allah’ın Sevgisindedir

  Allah azze ve celleden gayrı vazgeçemeyeceklerimizin hepsi aslında bizim prangalarımızdır. Özgürlük sadece Allah azze ve cellenin sevgisindedir. Kul başkaca nelerden vazgeçemiyorsa bunların tutsağı olarak Allah’a sırtını dönmeye mahkum olacaktır. 

  Kul Cenab-ı Hakk’ın sevgisine yöneldi mi sığındı mı eşyadan vazgeçebilir hale gelir, hatta insanlardan da vazgeçebilir. Bu özgürlüktür. Artık ne kaybettiklerine üzülecek ne de bulduklarına sevinip şımaracak bir durumdadır. O, Cenab-ı Hakk’ın sevgisiyle yaratanın da yönetenin de O olduğunu bildiği için hayatın an be an sınav adımları üzerinde ilerletildiğinin farkındadır. Vazgeçilmezi olarak Allah azze ve cellenin sevgisini merkeze yerleştirmiş, girdileri çıktıları sadece izlemektedir. 


Prof. Dr. Halis AYDEMİR

Yâ’Sîn Sûresi’nden Kısa Notlar

YÂSÎN SÛRESİ

(Trt Radyo-Günebakan Programı Ankara 5.Ağustos.2022)


-“Ölülerinize Ya’sin okuyun” 

Böyle bir rivayet var. Biz hadis ilmi açısından rivayetleri gündeme getirmeden önce sıhhatiyle ilgileniriz. Bu rivayetin hadis ilmi açısından çok parlak bir yanı yok; yani hem İmam Buhari’nin hem İmam Müslim’in sahihlerine aldığı müttefekun aleyh dediğimiz birinci kategori, en kuvvetli hadisler, onlardan biri değil. İkinci kategoriye de girmiyor; yani İmam Buhari’nin aldığı İmam Müslim’in almadığı. Üçüncü kategoriye de girmiyor; yani İmam Buhari’nin almadığı ancak İmam Müslim’in aldığı. Daha alt kategorilerde kalmış bir rivayet ve sözgelimi İbni Hibban sahihine almış. Fakat bu sefer de İbni Hibban bu hadisi ölülerinize Yasin okuyunuz, şeklinde değil de “Ölmek üzere olanlarınıza okuyun” şeklinde anlıyor. Bunu neden böyle anlıyor? Çünkü uygulama ile bağdaştırabilmek için. Çünkü Hz Peygamber döneminde ve sahabi döneminde böyle yaygın bir uygulama yok sahada. Ama bu rivayetten filiz veren bir ümit ile gerek milletimiz gerek ümmetimiz Yasin Sûresi’ni hem ölmek üzere olanlar, hem ölmüş olanlar için okuyarak Allah azze ve celleden mağfiret umuyor. Gerek de okuyan insanlara o esnada bir rahmet olarak yansımasını umuyor, bu bir beklenti. Ümidin önü kapatılmaz. Zayıf bir rivayet de olsa oradan bir filiz verdi ya, oraya olağanüstü bir ümitle bağlanmışız. Dilerim Allah azze ve celle ölülerimize rahmet eder, bizim hem dualarımızı hem okuduklarımızı bir cari amel gibi sonuçlandırır. Tabi bu Allah’ın takdirinde olan bir şey. Esas olan kişinin hayattayken okuması. Aynı sûre içerisinde şöyle bir ayet de geçer; “diri olanı uyarasın diye”. Gerek Yasin Sûresi gerek diğer sûrelerin tamamı hayatta olan ve irade sahibi olan insanı muhatap almıştır. Onu uyarır ona istikamet gösterir. Davranışını, yemesini içmesini, giyim kuşamını, hayattaki bütün davranış süreçlerini ve karar süreçlerini, Yaradan’a duyduğu saygı ile yönlendirmeye ve düzeltmeye davet eder. Hayatını Yasin Suresi’nden, onun içeriğinden, anlamından uzak geçirmiş bir kimsenin, ardından kendisine okunacaklara bel bağlayarak buradan gitmesi kendisi açısından çok risklidir, talihsiz bir durum olabilir. 

——————————————————


YÂSÎN SÛRESİ 77. Ayet-i Kerîme

(Trt Radyo- Günebakan Programı 

Ankara 28.Ekim.2022)


-“İnsan kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmez mi? Oysa bak, şimdi o, açıktan açığa bize karşı duran biri olmuştur.” Yâsîn-77

İnsan, kendisinin aslında anne ve babasından gelen katışık bir nutfe olduğunu zaten biliyor, buna uygun yaratılmış. Hayvanlar böyle düşünemiyorlar, dünyaya nasıl başladıklarını, yavru oldukları dönemi ve belki bir gün gelip öleceklerini kestiremiyorlar. Böyle bir yaradılışları, potansiyelleri yok. Ama insanda bu olduğu halde, böylesi zayıf, çaresiz bir ceninden ortaya çıktığı halde bir de bakmışsın hasım kesilmiş. Dünkü yarattığımız bebe bugün bize hasım kesilmiş, diyor Cenâb-ı Hâk. Bunun örneği babalar ve oğullarda da vardır; Daha dünkü bebek bizi beğenmiyor bize fikir vermeye kalkıyor, derler. Çocukla baba arasındaki bu karşılaştırmayı bir de Yaradan ile kul arasında düşünün. Anne baba çocuğu sadece büyütüyor, Cenâb-ı Hâk ise onun cenin oluşuna hem tanık olduğu gibi aynı zamanda da onu yaratan kudret. “O sizi en iyi bilendir. Hani siz annelerinizin karnında ceninlerdiniz. Cenâb-ı Hâk sizi biliyordu.” Bu denli Cenâb-ı Hâkk’ın yaratıp bildiği bir varlıkken, kalkıp O’nunla dikleşmeye, O’na karşı büyüklenmeye kalkışan insan. Dün cenindi, yavruydu. Yarın da yaşlı olup ölecek ve Yaradan’ına geri dönecek. Yaradan onu huzurunda tekrar diriltecek ve ona hesap soracak. Bütün peygamberlerin gelip insanlara anlattığı şey bu. Doğumları üzerinden Var Eden’i hatırlattılar, ölümleri üzerinden bu Var Eden’e geri dönüşlerini hatırlattılar. Tek istedikleri doğumla ölüm arasında düzgün bir hayat yaşamaları, kimseye zulmetmemeleri, Cenâb-ı Hâkk’a da saygısızlık ederek zulme bulaşmamaları. 

İnsan bundan kurtulmak için diyor ki; ben şuan yaşıyorum, yarınlarda öleceğim bunu da kabul ediyorum. Ama yeniden dirileceğime ikna olmuyorum. Bu muhal bir şey. Bu kemikleri tekrar kim canlandırabilir? Ben toprakta unufak olacağım (ya da bugünkü tabirle karbon olacağım) dolayısıyla tekrar can bulmayacağım. O bakımdan kimse bana hesap sormayacak. Bana herhangi bir mesuliyet yüklemeye kalkma. Var Eden’e karşı sorumlu davranmıyorum. O’nun bana hesap sorması imkansız. 


Peki insanın o kemikleri en başta nasıl can aldı, hayat buldu? İkinci seferi için olanaksız dediğin şeyin ilk seferindeki oluş halini nasıl açıklıyorsun? Kemik bile değildin. Anne babanın birlikteliğinden, rahimde can buldun, kemik oldun,deri oldun, et oldun. İlk inşaamızda bizi yoktan var eden Yüce Kudret için ikinci inşaa mı olanaksız olacak? İlkini nasıl var ettiyse, ikinci inşaası da onun sorumluluğundadır. Zaten yaptığı bir şeyi ikinci defa olası görmemek hiç mantıklı değil. 


Bazı insanlar ölüme doğru giden bu süreç zihinlerini kurcaladığında, ölümü yokluk olarak görüyorlar, gözlerini yumacakları ve artık varlıklarını hiç hissetmeyecekleri bir an olarak tarif ediyorlar. Yeniden yaradılışı inkar edip, peygamberlerin getirdiği hayatı sorumlu yaşama fikrine kendisini kapatıp, cehennemi cenneti gözden çıkarıyorlar. Oysa ki ne hep buradaydık, ne de hep burada kalacağız. 


“Kendi yaratılışını unutup bize örnek getirmeye kalkışıyor ve ‘Şu çürümüş kemiklere kim can verecekmiş?’ diyor.

De ki: ‘Onları ilk başta yaratmış olan diriltecek. O yaratmanın her türlüsünü bilir.’“ Yâsîn-78,79

Akleden bir insan, gerçekleştirilebilmiş olan bir şeyin yeniden gerçekleştirilebilmesini onaylar, bu aklın tasdik ettiği bir şeydir. 

————————————————-

YÂSÎN SÛRESİ 80.-81. Ayet-i Kerîme

(Trt Radyo- Günebakan Programı 

Ankara 4.Kasım.2022)


-“O Allah ki size yeşil ağaçtan ateş var etti; siz bu ateşten yakıp durmaktasınız.”

Bizler biliyoruz ki bu yeşil ağaç hayatımızın bir parçası, çağlar boyunca ağacı da ağaçtan çıkan ateşi de kullandık. Kuşkusuz yeryüzünün hayata uygun yanını bu ağaçlar temsil ediyor. Uzayda herhangi bir gezegenin üzerinde ağaçlar görsek, hemen oranın yaşama elverişli olduğunu söyleriz. Çünkü ağaçlar uygun sıcaklık demek, ağaçlar uygun atmosfer demek, uygun toprak ve canlılık demek. Bu kadar ağaç varsa diğer canlılar da var demek, bakterilerinden tutun diğer bütün canlılar. Bir gezegenin hayata elverişli olduğunun en güzel göstergesi gibidir ağaçlar. 

Uzayda gezegenler arasında bir tanecik görünen bu mavi kürenin üzerinde ağaçlar yaratılmış, özenle hayat için yaratıldığı besbelli olan çok özgün çok özel bir ortamda yaşıyoruz. Cenâb-ı Hâk içinde bulunduğumuz masmavi semanın yerinden yemyeşil ağaçlar çıkarıyor, bu durum toprağın da canlı olduğunu gösteriyor. Nasıl bizim derimizden tüylerimiz bitiyorsa (bu derimizin canlı olduğunu gösterir -ki derimiz de topraktan zaten) topraktan da rengarenk canlılık fışkırıyor. Cenâb-ı Hâk bu ayeti kerimede bu yemyeşil ağacı sizin için var eden benim buyuruyor. Ağaç kuruyup yeşilliği gitse de onu yakıt olarak kullanıyoruz. 

-Bir başka hususu da ayetten okuyabiliriz. Ağacın yeşilliği ile ateş arasındaki ilişkiyi bu ince ayrıntıyı yeni yeni zamanlarda çözebildik. Bitkilerin fotosentez yapması bize sürekli sıcaklık,ateş sağlıyor. Biz solunum yapan canlılar sürekli havadaki oksijeni alırız. Oksijeni yakarız. Böylece vücut ısısını oluştururuz. Her birimiz şuanda birer soba gibi oksijen yakıyoruz, bunu sürekli yapıp duruyoruz. Aslında Cenâb-ı Hâkk’ın ayette söylediğinin dün anlaşıldığından bugün daha fazlasına tanık olduğumuzu anlıyoruz. Şuan canlıysak bu bütün fotosentez yapan bitkilerin bize sağladığı oksijen sayesindedir. Bu dengeli ortamı size kim sağladı sanıyorsunuz? Alemde bu kadar çok gezegeni incelediğimiz halde, buradakine benzer bir yer görmüyoruz. Belli ki burası çok özel. Bize özgü hazırlanmış. Sıradan olsaydı, tesadüflerin üretebildiği bir şey olsaydı çok sayıda olurdu, benzerleri olurdu. Ama bize musahhar kılındığı o kadar açık ki. 

Size kalsaydı tek bir ağacını bitiremezdiniz. (Neml-60)

Yani biz insanlara Cenâb-ı Hâkk taa 1400 sene önce Hz Peygamber’e (sav) indirdiği vahiyde böyle meydan okuyor. Bakın bunca zaman geçti bizler bırakın bir tane ağacı yerden bitirebilmeyi, tek bir tane canlı hücreyi bile ortaya çıkarmayı iddia etmek şurada dursun aklımızdan dahi geçiremeyiz. Hastanedeki ortamı düşünün bir yandan bize hava veriyorlar bir yandan damardan serum veriyorlar. Aynı onun atmosfer içerisinde çözünmüş ortamını Cenâb-ı Hâk bize yaşatıyor, ağzımıza hava veriyor, kanımıza canımıza su veriyor. Atmosfer bir kuvöz ortamı gibidir, Cenâb-ı Hâkk’ın kuvözünde bebeler gibi yaşıyoruz. Bu denli itinayla halihazırda biz sizi yaratıp,yaşatıp dururken, kalkmış “ölürsek bizi kim yaratabilir kimse yaratamaz” gibi olağanüstü vahim bir karşı iddiada bulunuyorsunuz. Sizler hiç mi akletmiyorsunuz? 


-“Gökleri ve yeri yaratan Allah onların benzerini yaratmaya kādir değil mi?” Yâsîn-81

Gökleri ve yeri yaratan Cenâb-ı Hâk insanı yaratamaz mı bunu mu söylemeye çalışıyorsunuz? Göklerin ve yerin yaratılışı insanın yaradılışından daha büyük bir hadisedir. Yaradılış zaten senin karşında, gökler ve yer önünde zaten. Sen miniminnacık varlığınla yeniden yaratılamam diyorsan akletmiyorsun demektir.

Velin Kimdi?

  Seni daha ana rahmindeyken bilen Rabb’inden başka kim vardı? 

Annen baban senin varlığından henüz haberdar değilken, sen bile kendini henüz bilmiyorken seni bilen kimdi? Henüz kimin karnında olduğunu bilmiyorken, icabında dünyaya gelmesen “nerede kaldı” diye sormayacakları, çok da üzüntü çekmeyecekleri kadar yabancıyken, ana rahminde senle çok yakından ilgilenen, ses ve ısı dengesini ayarlayan, o muazzam sistemde seni besleyen velin kimdi? (El-Veliyy)


  Velisini fark edememiş kimse boşluktadır. Şeytan onu bir oraya bir bu tarafa çekiştirir durur. 


*Halis Aydemir*

Sınanmak İçin Yaratıldık

  Cenâb-ı Hâk bizi sınamak için yarattıysa o zaman bunun çok ciddi sonuçları olacaktır. İşte bu içimizde oluşan ürperti, üzerimizdeki sorumluk ve ağırlık, Mülk Sûresi’nin kendi ağırlığı kadar daha hemen girişinde üzerimize çökmektedir:

 Mülk 2: 
“Hanginiz daha iyi amel yapacaksınız diye, bunu sınasın ibtila etsin diye Allah sistemi (ölümü ve hayatı) yarattı.”

  Sizi kesinlikle sınayacağız başka türlüsünü düşünmeyin. Hanginiz daha güzel amel yapacaksınız diye Allah kullarını yaratmıştır. Hayatın yaratılışındaki bu espri gözden kaçırıldığı sürece insan yanlış, amaçsız işlerle uğraşmaya, yaptığı işin neticesiz çıkmasına mahkum olmaya devam edecektir. 

  
Ahsen-i amel (iyi amel) Allah’ın öğrettiği kadarıyladır, elçisinin hayatında gördüğümüz kadarıyladır. Daha da fazlalaştırmak, daha öteye bir yol almak, karmaşık hale getirmek ona daha güzellik katmaz. 

Resûlullah’ın kâmil olan en güzel örnek olduğu düşünülünce, fazlası ağır gelir. Ayetteki ahseni amele olan vurgu bizi güzel bir örneğe yönlendirmeli. Güzel örnek de doğrudan vahiylerin gönderildiği elçidir. O’nun (sav) ibadetlerini hangi sınır ve çerçevede yaptığına odaklanmak gerek. 


*Prof.Dr.Halis AYDEMİR*

Mülk O’nundur!

  Mülk 1: “Mülk elinde olan Allah ne yücedir, ne üstündür. O her şeye gücünü yetirir.”


  Ayet-i Kerime’de Cenâb-ı Hâk zâtını övüyor. Kuran’da bu sıkça işlenir. Neden her şey Allah’ın dediği gibi oluyor? Çünkü mülk O’nundur. Allah azze ve celle diyor ki “Ben sırf gücü kontrol ediyorum diye abes ve anlamsız işler yapan, ahlaki boyuttan yoksun biri değilim. Ben aynı zamanda adalet sahibi, hikmet sahibi olan biriyim. Bu hikmetler de yüceliğimin ayrı bir unsuru."


  Bu Kudret’in kendisini Rahim, Rahman ve Adil olarak tanımlaması bizim için müjdelerin en muazzamıdır. 


  Sistemi kontrol eden iyi biriymiş, dolayısıyla tehlike yok. Bu düşmelerimin bir anlamı olmalı. Beni yaratan bana zulmetmek istemiyor. Halîm davranıyor, tövbelerimizi kabul ediyor. Şefkatiyle kendisine çağırıyor, bizim ona karşı nice kusurlarımız olmasına rağmen. 


*Prof.Dr.Halis AYDEMİR*

Allahım Sana Sığınırım

  Sığınma, istiaze ve dua... Yaratan’la aramızda metafizik boyutta bir ilişki, bu olağanüstü bir şey. 


  Cenâb-ı Hâk Kendisine sığınanı yarı yolda bırakmaz; kul bile kendisine sığınanı bırakmazken. 


  ALLAHIM SANA SIĞINAMAMAKTAN SANA SIĞINIRIM. ÂMİN

Kimler Hidayetle Buluşur?

  Zikrin ardına düşen, gerçeğin ardına düşen, Yaratıcısına karşı saygılı olan kimseler hidayetle buluşmuşlardır.

  Ben gerçeği istiyorum, hidayet istiyorum diyen kimseler, hele hele bunun için Rabbine seslenen kimseler asla zayi edilmez. Tarihte de, şimdi de bu böyledir.

  Cenab-ı Hak kendisine saygıyla eğilen, sevgiyle bağlanan kimseleri hidayette muvaffak kılıyor. Hiç bir şekilde kendisine karşı zoraki bir bağ, zoraki eylemler istemiyor. Cenab-ı Hakk’a ancak içten gönüllü bir sevgiyle bağlananlar tutunabilir. 

  Allah azze ve celle ancak ve ancak muhlis olan, samimi olan, içi dışı bir olan kimselere hidayet eder. 


Prof. Dr. Halis Aydemir

Ailene Namazı Emret

  Cenâb-ı Hâkk’ın Kuran-ı Kerîm’de öğrettiği gibi salih bir şekilde yaşayıp, Allah’a sığınıp, orada güvenlik aramak varken; çocuklarımız için hayali bir kurgu oluşturuyoruz, sığ bir dünya kuruyoruz. “Bizler çocuklarımız için, çocuklarımız bizler için olacaklar ve onlara iyi bir gelecek bırakarak hayatı devredeceğiz.” diyoruz. 

Bu şeytanın neredeyse her insana yutturduğu basit bir bilmeceden ibaret. Bu kurgunun içinde Yüce Yaratıcı’nın her şeye kudretinin yettiği inancı yok. Bu kurgunun içinde, hayatın zorluklarla dolu olduğu, tedbirin kendi başımıza alınması gerektiği, Allah’a güvenerek olursa “İşin Allah’a kalmış, sokaklarda kalırsın, perişan olursun” biçiminde, arka planda tamamen seküler bir yaklaşım var!!!

  
Tâhâ 132: “… ailene namaz kılmayı emret. Ve bunun üzerinde sabırlı bir şekilde dur.” 

Yani pes etme. 

“Bugün emrettim, yarınlarda emrettim ama kılmıyor, ben de yakasını bıraktım” diyorsun ama Cenâb-ı Hâk yakasını bırak, tamam yeter, diye emretmiyor. 

  Sen çocuklarına bir iyilik yapacaksan onları ateşten koru. Onu gerçekten korumak istiyorsan ona namazı emret.


 “20 yıldır her sabah kaldırmaya çalışıyorum ama kalkmıyor hocam ne yapacağım?” 

Öyleyse 21. Yılı da aynı şekilde geçireceksin. Ayette sana “Artık bırakabilirsin” demiyor. 


  Artık senin hanende değil, başka evde yaşıyorsa, bundan sonra sorumluluğun kalktı mı? Kalkmadı. 

Eğer Allah’ın elçisine (sav) bakarsan, namazda eğer Hz. Ali’yi görmediyse doğrudan Fâtıma’nın evine gider ve neden namaza kalkmadıklarını sorardı. Onların namazı konusunda bu denli sabırlı ve titiz bir bekçiydi; çünkü Yüce Yaratıcı’nın emri ortada. 


 Çocuğun namazı terk ettiği halde sen onla iyi olamazsın. Çocuğun namazı terk ettiğinde, sen onunla iyi isen, artık o senin hayatında 

Cenâb-ı Hâk ile yarışa başlamış demektir. Artık Cenab-ı Hakk’ın bir emri çocuk dolayısıyla yere düşmüş ve çocuğun hatrı Cenab-ı Hakk’ı dengelemektedir. “N’apalım, şimdilik idare ediyoruz.” demek bir ödündür, bu ödünün ileride neyi getireceği bilinmez. 


  Senin ailen hususunda birinci yükümlülüğün onlara namazı emretmek. “Ben sanıyordum ki birinci yükümlülüğüm akşam eve yiyecek götürmek” Hayır değil. “Biz senden rızk istemiyoruz; üstelik seni de biz rızıklandırıyoruz.” diyor ayeti kerime. Seni de biz yedirip giydiriyoruz. 


  Eğer bir baba ailede Allah’ın halifesi olmak istiyorsa, ailede Allah’ın sözünün temsilcisi olmak istiyorsa, o babanın sorumluluğu ailede namaz kılınmasını gözetmektir. 

  Şunu unutma sonuç müttakîlerin olacaktır. Bu düzeyde sakınma sahibi olan, hayatında Allah’ın buyruklarını öncelemiş olan, çocuğu namazı terk ettiğinde artık onunla problemli hale gelmiş “Sen Allah’la mesafelisin yavrum, ben de seninle mesafeliyim. Sen O’nunla arayı açtıkça benimle de böyle olacaksın” diyebilen. 

O çocuk bilecek ki “Babam bana karşı şuan soğuk çünkü ben Allah’a karşı soğuk duruyorum. Ben Allah’ın emrini yapmadıkça babam bana ısınamıyor. Çünkü ben babamın hayatında, eğer konu Allah’sa, bir hiçim.” 

  Çocuk bundan emin olduğu gün, biz o sınavdan geçmişiz demektir. 

Ama çocuk “Yok, babam bana canını verir. Ben namaz kılmasam da katlanır buna. Ben düğünümü içkili de yapsam katlanır. Babam dindar bir insandır ama çocuklarına çok düşkündür.” 

Çocuğun izlenim ve deneyimleri buysa; o zaman Yüce Yaratıcı’yı geride bırakan öne çıkmış bir “tanrıdan” söz ediyoruz demektir. Kendisi tanrı değil ama, buyrukları Yüce Yaratıcı’yı geride bıraktığı için Allah ona şerik diyor, ortağım diyor, haberimiz yok !!!


Prof. Dr. Halis Aydemir 

(Şûrâ Sûresi Tefsir Dersleri’nden)


Şûrâ Sûresi


https://youtube.com/playlist?list=PL470HxBGbzVAOGj3hechVBXmcm-uXpp27