YÂSÎN SÛRESİ
(Trt Radyo-Günebakan Programı Ankara 5.Ağustos.2022)
-“Ölülerinize Ya’sin okuyun”
Böyle bir rivayet var. Biz hadis ilmi açısından rivayetleri gündeme getirmeden önce sıhhatiyle ilgileniriz. Bu rivayetin hadis ilmi açısından çok parlak bir yanı yok; yani hem İmam Buhari’nin hem İmam Müslim’in sahihlerine aldığı müttefekun aleyh dediğimiz birinci kategori, en kuvvetli hadisler, onlardan biri değil. İkinci kategoriye de girmiyor; yani İmam Buhari’nin aldığı İmam Müslim’in almadığı. Üçüncü kategoriye de girmiyor; yani İmam Buhari’nin almadığı ancak İmam Müslim’in aldığı. Daha alt kategorilerde kalmış bir rivayet ve sözgelimi İbni Hibban sahihine almış. Fakat bu sefer de İbni Hibban bu hadisi ölülerinize Yasin okuyunuz, şeklinde değil de “Ölmek üzere olanlarınıza okuyun” şeklinde anlıyor. Bunu neden böyle anlıyor? Çünkü uygulama ile bağdaştırabilmek için. Çünkü Hz Peygamber döneminde ve sahabi döneminde böyle yaygın bir uygulama yok sahada. Ama bu rivayetten filiz veren bir ümit ile gerek milletimiz gerek ümmetimiz Yasin Sûresi’ni hem ölmek üzere olanlar, hem ölmüş olanlar için okuyarak Allah azze ve celleden mağfiret umuyor. Gerek de okuyan insanlara o esnada bir rahmet olarak yansımasını umuyor, bu bir beklenti. Ümidin önü kapatılmaz. Zayıf bir rivayet de olsa oradan bir filiz verdi ya, oraya olağanüstü bir ümitle bağlanmışız. Dilerim Allah azze ve celle ölülerimize rahmet eder, bizim hem dualarımızı hem okuduklarımızı bir cari amel gibi sonuçlandırır. Tabi bu Allah’ın takdirinde olan bir şey. Esas olan kişinin hayattayken okuması. Aynı sûre içerisinde şöyle bir ayet de geçer; “diri olanı uyarasın diye”. Gerek Yasin Sûresi gerek diğer sûrelerin tamamı hayatta olan ve irade sahibi olan insanı muhatap almıştır. Onu uyarır ona istikamet gösterir. Davranışını, yemesini içmesini, giyim kuşamını, hayattaki bütün davranış süreçlerini ve karar süreçlerini, Yaradan’a duyduğu saygı ile yönlendirmeye ve düzeltmeye davet eder. Hayatını Yasin Suresi’nden, onun içeriğinden, anlamından uzak geçirmiş bir kimsenin, ardından kendisine okunacaklara bel bağlayarak buradan gitmesi kendisi açısından çok risklidir, talihsiz bir durum olabilir.
——————————————————
YÂSÎN SÛRESİ 77. Ayet-i Kerîme
(Trt Radyo- Günebakan Programı
Ankara 28.Ekim.2022)
-“İnsan kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmez mi? Oysa bak, şimdi o, açıktan açığa bize karşı duran biri olmuştur.” Yâsîn-77
İnsan, kendisinin aslında anne ve babasından gelen katışık bir nutfe olduğunu zaten biliyor, buna uygun yaratılmış. Hayvanlar böyle düşünemiyorlar, dünyaya nasıl başladıklarını, yavru oldukları dönemi ve belki bir gün gelip öleceklerini kestiremiyorlar. Böyle bir yaradılışları, potansiyelleri yok. Ama insanda bu olduğu halde, böylesi zayıf, çaresiz bir ceninden ortaya çıktığı halde bir de bakmışsın hasım kesilmiş. Dünkü yarattığımız bebe bugün bize hasım kesilmiş, diyor Cenâb-ı Hâk. Bunun örneği babalar ve oğullarda da vardır; Daha dünkü bebek bizi beğenmiyor bize fikir vermeye kalkıyor, derler. Çocukla baba arasındaki bu karşılaştırmayı bir de Yaradan ile kul arasında düşünün. Anne baba çocuğu sadece büyütüyor, Cenâb-ı Hâk ise onun cenin oluşuna hem tanık olduğu gibi aynı zamanda da onu yaratan kudret. “O sizi en iyi bilendir. Hani siz annelerinizin karnında ceninlerdiniz. Cenâb-ı Hâk sizi biliyordu.” Bu denli Cenâb-ı Hâkk’ın yaratıp bildiği bir varlıkken, kalkıp O’nunla dikleşmeye, O’na karşı büyüklenmeye kalkışan insan. Dün cenindi, yavruydu. Yarın da yaşlı olup ölecek ve Yaradan’ına geri dönecek. Yaradan onu huzurunda tekrar diriltecek ve ona hesap soracak. Bütün peygamberlerin gelip insanlara anlattığı şey bu. Doğumları üzerinden Var Eden’i hatırlattılar, ölümleri üzerinden bu Var Eden’e geri dönüşlerini hatırlattılar. Tek istedikleri doğumla ölüm arasında düzgün bir hayat yaşamaları, kimseye zulmetmemeleri, Cenâb-ı Hâkk’a da saygısızlık ederek zulme bulaşmamaları.
İnsan bundan kurtulmak için diyor ki; ben şuan yaşıyorum, yarınlarda öleceğim bunu da kabul ediyorum. Ama yeniden dirileceğime ikna olmuyorum. Bu muhal bir şey. Bu kemikleri tekrar kim canlandırabilir? Ben toprakta unufak olacağım (ya da bugünkü tabirle karbon olacağım) dolayısıyla tekrar can bulmayacağım. O bakımdan kimse bana hesap sormayacak. Bana herhangi bir mesuliyet yüklemeye kalkma. Var Eden’e karşı sorumlu davranmıyorum. O’nun bana hesap sorması imkansız.
Peki insanın o kemikleri en başta nasıl can aldı, hayat buldu? İkinci seferi için olanaksız dediğin şeyin ilk seferindeki oluş halini nasıl açıklıyorsun? Kemik bile değildin. Anne babanın birlikteliğinden, rahimde can buldun, kemik oldun,deri oldun, et oldun. İlk inşaamızda bizi yoktan var eden Yüce Kudret için ikinci inşaa mı olanaksız olacak? İlkini nasıl var ettiyse, ikinci inşaası da onun sorumluluğundadır. Zaten yaptığı bir şeyi ikinci defa olası görmemek hiç mantıklı değil.
Bazı insanlar ölüme doğru giden bu süreç zihinlerini kurcaladığında, ölümü yokluk olarak görüyorlar, gözlerini yumacakları ve artık varlıklarını hiç hissetmeyecekleri bir an olarak tarif ediyorlar. Yeniden yaradılışı inkar edip, peygamberlerin getirdiği hayatı sorumlu yaşama fikrine kendisini kapatıp, cehennemi cenneti gözden çıkarıyorlar. Oysa ki ne hep buradaydık, ne de hep burada kalacağız.
“Kendi yaratılışını unutup bize örnek getirmeye kalkışıyor ve ‘Şu çürümüş kemiklere kim can verecekmiş?’ diyor.
De ki: ‘Onları ilk başta yaratmış olan diriltecek. O yaratmanın her türlüsünü bilir.’“ Yâsîn-78,79
Akleden bir insan, gerçekleştirilebilmiş olan bir şeyin yeniden gerçekleştirilebilmesini onaylar, bu aklın tasdik ettiği bir şeydir.
————————————————-
YÂSÎN SÛRESİ 80.-81. Ayet-i Kerîme
(Trt Radyo- Günebakan Programı
Ankara 4.Kasım.2022)
-“O Allah ki size yeşil ağaçtan ateş var etti; siz bu ateşten yakıp durmaktasınız.”
Bizler biliyoruz ki bu yeşil ağaç hayatımızın bir parçası, çağlar boyunca ağacı da ağaçtan çıkan ateşi de kullandık. Kuşkusuz yeryüzünün hayata uygun yanını bu ağaçlar temsil ediyor. Uzayda herhangi bir gezegenin üzerinde ağaçlar görsek, hemen oranın yaşama elverişli olduğunu söyleriz. Çünkü ağaçlar uygun sıcaklık demek, ağaçlar uygun atmosfer demek, uygun toprak ve canlılık demek. Bu kadar ağaç varsa diğer canlılar da var demek, bakterilerinden tutun diğer bütün canlılar. Bir gezegenin hayata elverişli olduğunun en güzel göstergesi gibidir ağaçlar.
Uzayda gezegenler arasında bir tanecik görünen bu mavi kürenin üzerinde ağaçlar yaratılmış, özenle hayat için yaratıldığı besbelli olan çok özgün çok özel bir ortamda yaşıyoruz. Cenâb-ı Hâk içinde bulunduğumuz masmavi semanın yerinden yemyeşil ağaçlar çıkarıyor, bu durum toprağın da canlı olduğunu gösteriyor. Nasıl bizim derimizden tüylerimiz bitiyorsa (bu derimizin canlı olduğunu gösterir -ki derimiz de topraktan zaten) topraktan da rengarenk canlılık fışkırıyor. Cenâb-ı Hâk bu ayeti kerimede bu yemyeşil ağacı sizin için var eden benim buyuruyor. Ağaç kuruyup yeşilliği gitse de onu yakıt olarak kullanıyoruz.
-Bir başka hususu da ayetten okuyabiliriz. Ağacın yeşilliği ile ateş arasındaki ilişkiyi bu ince ayrıntıyı yeni yeni zamanlarda çözebildik. Bitkilerin fotosentez yapması bize sürekli sıcaklık,ateş sağlıyor. Biz solunum yapan canlılar sürekli havadaki oksijeni alırız. Oksijeni yakarız. Böylece vücut ısısını oluştururuz. Her birimiz şuanda birer soba gibi oksijen yakıyoruz, bunu sürekli yapıp duruyoruz. Aslında Cenâb-ı Hâkk’ın ayette söylediğinin dün anlaşıldığından bugün daha fazlasına tanık olduğumuzu anlıyoruz. Şuan canlıysak bu bütün fotosentez yapan bitkilerin bize sağladığı oksijen sayesindedir. Bu dengeli ortamı size kim sağladı sanıyorsunuz? Alemde bu kadar çok gezegeni incelediğimiz halde, buradakine benzer bir yer görmüyoruz. Belli ki burası çok özel. Bize özgü hazırlanmış. Sıradan olsaydı, tesadüflerin üretebildiği bir şey olsaydı çok sayıda olurdu, benzerleri olurdu. Ama bize musahhar kılındığı o kadar açık ki.
Size kalsaydı tek bir ağacını bitiremezdiniz. (Neml-60)
Yani biz insanlara Cenâb-ı Hâkk taa 1400 sene önce Hz Peygamber’e (sav) indirdiği vahiyde böyle meydan okuyor. Bakın bunca zaman geçti bizler bırakın bir tane ağacı yerden bitirebilmeyi, tek bir tane canlı hücreyi bile ortaya çıkarmayı iddia etmek şurada dursun aklımızdan dahi geçiremeyiz. Hastanedeki ortamı düşünün bir yandan bize hava veriyorlar bir yandan damardan serum veriyorlar. Aynı onun atmosfer içerisinde çözünmüş ortamını Cenâb-ı Hâk bize yaşatıyor, ağzımıza hava veriyor, kanımıza canımıza su veriyor. Atmosfer bir kuvöz ortamı gibidir, Cenâb-ı Hâkk’ın kuvözünde bebeler gibi yaşıyoruz. Bu denli itinayla halihazırda biz sizi yaratıp,yaşatıp dururken, kalkmış “ölürsek bizi kim yaratabilir kimse yaratamaz” gibi olağanüstü vahim bir karşı iddiada bulunuyorsunuz. Sizler hiç mi akletmiyorsunuz?
-“Gökleri ve yeri yaratan Allah onların benzerini yaratmaya kādir değil mi?” Yâsîn-81
Gökleri ve yeri yaratan Cenâb-ı Hâk insanı yaratamaz mı bunu mu söylemeye çalışıyorsunuz? Göklerin ve yerin yaratılışı insanın yaradılışından daha büyük bir hadisedir. Yaradılış zaten senin karşında, gökler ve yer önünde zaten. Sen miniminnacık varlığınla yeniden yaratılamam diyorsan akletmiyorsun demektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder