“Hakkını Vermek İçin Haddini Bilmek Gerek”:
Bu ifadeyi hepimiz biliriz. Kişi haddini bilmelidir, deriz. Ancak unutmamalıyız ki kişilerin haddi olduğu gibi her şeyin bir haddi ve hududu vardır. Bir şeyin haddini bilmeden hakkını veremeyiz! Sahi had ve hudut (normlar) ne demektir? Bir şeyin haddi ve hududu o şeyin olması gerektiği kadarı, şekli ve sınırlarıdır.
Dolayısıyla bir şeyin hakkını vermek istiyorsak olması gerektiği şekilde ve olması gerektiği kadar yapmalıyız. Yoksa eksik kalır ve yetersiz olur; işte buna “tefrit” denir.Olması gerekenden fazlasını yahut farklısını yapmak ise o şeyin haddini aşmaktır; işte buna da “ifrat” denir.
İslam’ın ölçüsü ve çerçevesi Allah’a dayanır:
Allah (c.c.), Hz. Muhammed’i (s.a.s.)göndererekİslamdinini 23 senede insanlığa öğretmiştir. Resulüne bir yandan Kur’an’ı indirirken diğer yandan da Cibril (a.s.) üzerinden dinin nasıl uygulanacağını tek tek göstermiştir. Bu yüzden, nasıl iman edeceğimiz ve nasıl salih amellerde bulunacağımıza dair her konunun ölçüsü ve çerçevesi Kur’an ve sünnetten öğrenilir.
İfrat ve tefritin kaynağı cehalettir:
İslam’da bir konuda ifrata ve tefrite sapmamak için o konunun nasıl ve ne kadar olması gerektiğini bilmek icap eder. Bilgi olmadan bir meselenin azını yahut fazlasını göz kararı tespit etmek mümkün değildir. Böylesi kabaca bir yaklaşım ile ortalama almak ve bunu mutedil saymak doğru ve isabetli bir yöntem değildir. Bu yüzden her konunun ölçüsünü ve çerçevesini öğrenerek ona göre fazlasına ifrat, azına tefrit diyebiliriz. Yoksa göreceli ve keyfî durumlarla karşılaşırız.
Söz gelimi bir kimseye, cumadan cumaya namaz kılmak mutedil, her gün beş vakit namaz kılmak ise aşırılık olarak gelebilir. Bir başkası bayramdan bayrama namaz kılmayı orta bir yol sayabilir. Öte yandan birileri, Ramazan’ın her günü oruç tutmayı aşırı bulup bir gün tutup bir gün tutmamayı dengeli bir yaklaşım olarak görebilir. Dikkat edilirse ifrat ve tefrit mevzusu bir aritmetik ortalamadan sapma konusu değildir. Aynı şekilde öznel bir yaklaşımla bir optimum arayışı da değildir. Çünkü esas olan, ölçüye uygunluktur.
İslam, insana mükemmel ölçütler sunar:
İfrat da tefrit de ancak ölçü merkeze alınarak tespit edilebilir. İslam dini açısından bunun çok basit bir nedeni vardır. O da İslam’ın mükemmel olduğu gerçeğidir. Nitekim Allah (cc) 23 yıllık risalet sürecinin sonunda şöyle buyurdu: “...Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim...” (Maide-5/3) Bu noktada kemal kavramına dikkatle eğilmemiz gerekir. Bir şeyin mükemmeli o şeyin “en iyi” olduğu durumdur. Biraz daha azı daha iyi olmadığı gibi biraz daha fazlası da daha iyi değildir; her iki durumda da kötüleşmeye başlar. Tıpkı bir resmin mükemmel hâli gibi... Bir fırça darbesi daha vuracak olsak resim daha iyi olmaz bozulmaya başlar. Çünkü mükemmelden ötesi de berisi de eniyiden uzaklaşmak anlamına gelir.
Mükemmellik iyiliğin ve güzelliğin doruk noktasıdır. Daha fazla süsleyeyim dersek artık çirkinleşir. İşte Allah’ın dini İslam mükemmel olduğu için “içinden bir şeyler çıkarılarak”daha güzel bir din elde edilemeyeceği gibi “üzerine bir şeyler eklenerek” de daha iyisine ulaşılamaz. Her iki durumda da İslam’ın mükemmelliği kaybolmuş ve artık bozulmuş olur. Ortaya yeni ve kötü bir din anlayışı çıkar. Ya insanlara hidayet etmekte eksik ve yetersiz kalır ya da onlara ağır gelir; fazla ve gereksiz olur. Her iki durumda da insanları sırat-ı müstakimden uzaklaştırır.
İnanç konularında ifrat ve tefrit:
İfrat ve tefrit, inançta olabileceği gibi amelde de olur. İnanç konularında ifrat ve tefrite kaçmak elbetteki daha vahim sonuçlar doğurur. Çünkü salih ameller sağlıklı bir inanç üzerine inşa edilir. Tıpkı bir binada olduğu gibi şayet temel sağlam olmazsa üzerine inşa edilen tüm katlar yıkılır ve yerle bir olur. O yüzden ifrat ve tefrite öncelikle inanç konularında dikkat etmek gerekir. Bunun da yolu İslam inancının haddini ve hududunu dikkatlice öğrenmekten ve akledip içselleştirmekten geçer.
Korkunç bir tefrit:
“Melekler Allah’ın kızlarıdır!”
Allah’ı tanımayan, mutlak kudretini, azametini ve eşsiz büyüklüğünü bilmeyen bir kimsenin Allah hakkında ifrata ve tefrite düşmesi tehlikesi vardır. Böylece meleklerini Cenab-ı Hakk’ın kızları yahut peygamberlerini O’nun oğulları sayabilir. Nitekim müşrikler, melekleri Allah’ın kızları olarak iddia edip elleriyle yonttukları putlar üzerinden bu meleklere kulluk etmiş, yakarmış ve niyazda bulunmuşlardır. Cenab-ı Hak, onlara şöyle sordu: “Rabbiniz erkek çocukları size seçip ayırdı da kendisine meleklerden kız çocukları mı edindi? Gerçekten çok büyük bir söz söylüyorsunuz.” (İsra-17/40.) Rabbimiz eşsiz ve benzersiz iken O’nu bu yücelikten indirip çocuk isnat etmek, Allah hakkında korkunç bir nakısa ve dehşetengiz bir tefrittir.
Gökler parçalanası yer yarılası bir tefrit: “Allah’ın oğlu var”:
Hristiyanlar, Allah’ın (cc) peygamberi olan Hz. İsa’yı (a.s.) Cenab-ı Hakk’a oğul olarak isnat etmiş ve ona sığınıp dua ve ibadet etmişlerdir. Bu durum günümüzde hâlâ devam etmektedir. Nitekim Cenab-ı Hak, onları şöyle uyardı: “Ey Kitap ehli! Dininizde sınırları aşmayın ve Allah hakkında ancak hakkı söyleyin. Meryemoğlu İsa Mesih, ancak Allah’ın peygamberi, Meryem’e ulaştırdığı (emriyle onda var ettiği) kelimesi ve kendisinden bir ruhtur. Öyleyse Allah’a ve peygamberlerine iman edin, ‘(Allah) üçtür’ demeyin. Kendi iyiliğiniz için buna son verin. Allah ancak bir tek ilahtır. O çocuk sahibi olmaktan uzaktır. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.” (Nisa-4/171.)
Kullar hakkında ifrat, Allah hakkında tefrit:
Yukarıda verdiğimiz Allah hakkındaki tefrit örneklerini çoğaltmak mümkündür. Nitekim pek çok batıl din ve inanışta Allah’a özgü olan mutlak hüküm ve otorite; gaybın sahibi olması, hayrı ve şerri takdir etmesi, her an kullarıyla beraber olması, onların her söylediklerini duyması ve her yaptıklarını görmesi gibi hususlar Allah’ın kullarına da pay edilmiş ve yakıştırılabilmiştir. Bu yaklaşımlar Cenab-ı Hak hakkında tefrit iken kullar hakkında ise ifrattır. Yani Allah’ın hakkını eksiltip kulların haddini aşırmaktır.
Batıl inanç ve hurafeler:
Konusunu ettiğimiz bu yaklaşım üzerinden çokça batıl inanç ve hurafeler türetilmiş ve kişiler ifrat ile yüceltilmiştir. Bunlar yer yer gaybı bilmekle, yer yer Cenab-ı Hakk’ın takdirine müdahale etmekle, Allah’ın hükmüne ortak olup değiştirmekle, Allah gibi her an her yerde insanlarıgözetlemekle,nerede olurlarsa olsunlar insanların yardım çağrılarını ve seslenişlerini duymakla ve onlara yetişip yardım edebilmekle vasıflandırılmaktadır! Hatta bu kimseler cehennemden azat edip cennet vadinde bulunmakta ve beratlar dağıtmaktadır.
Allah katındaki bu etkin ve hatırlı güçlerini(!) çeşitli isim, rütbe ve unvanlar ile pekiştirmeye çalışmakta ve dini istismar ederek insanlar üzerinde etki oluşturup bunu ranta dönüştürmektedir. Böylece etraflarında güçlü çekim alanları oluşturup bireyi kendilerine teslimiyete davet etmektedirler. Hâlbuki Allah’tan gayrısına teslimiyet yoktur!
En ağır ifrat ve tefrit tecrübesi
En son kanlı 15 Temmuz darbe girişimindeki FETÖ örneğinde gördüğümüz üzere bu ve benzeri hurafe ve batıl inanışlar üzerinden bireyler mankurtlaştırılmış ve her ne denirse yapmaya hazır hâle getirilmiştir. Gassalın elindeki meyyit misali bir teslimiyet öğretisi ile kitleler emre amade kılınmış, buradan sağlanan güç ile bir milletin iradesi gasp edilmeye çalışılmış ve bu uğurda en şeni cinayetler işlenmiştir.
Amelin ölçüsünde ifrat ve tefrit:
İfrat ve tefritin yaşandığı bir diğer boyut ise eylem boyutudur. Dinî uygulamalar Resulüllah’ın (s.a.s.) sünneti ile sahaya indirilmiş, ölçüsü ve çerçevesi ortaya konarak fiilen tatbik edilmiştir. Bu itibarla Resulüllah’ın sünnetindeki ölçüyü aşmak da çerçeveyi taşmak da ifrat örnekleridir. Nitekim Allah’ın Resulü (s.a.s.), ashabı içerisinde ölçüyü aşmış bulunanları uyarmış ve sünnetindeki ölçüye dikkat çekmiştir. Bunlardan Abdullah bin Amr (r.a.), geceleri kıyam (gece ibadeti) ile gündüzleri de sıyam (oruç) ile geçirmeye adanmışken Resulüllah tarafından uyarılmıştır. (Buhari, Savm, 1976.)
Bir ibadeti Sevgili Peygamberimizin (s.a.s.) yapmış olması yetmez, ne kadar ve ne sıklıkla yaptığı da önemlidir. Bunlara dikkat etmeyince doz aşımı tehlikesi ortaya çıkar. Bu da kişiye yarar değil artık zarar vermeye başlar. “Fazla mal göz çıkarmaz.” yaklaşımı tıbbi konularda geçerli olmadığı gibi dinî konularda da geçerli değil- dir. Öte yandan bir ibadetin ölçüsünden geri kalmak ve eksik yapmak ya da hiç yapmamak da tefrit örnekleridir. Söz gelimi beş vakit namazı kılmayıp sadece cumaları kılmak ya da ramazanın yarısını tutmak gibi yaklaşımlar tefrite kaçan uygulamalardır. Zira bunlar ölçünün gerisinde kalan tutum ve davranışlardır.
Amelin çerçevesinde ifrat ve tefrit:
Eylem planında daha tehlikeli ve zararlı olan ise Resulüllah’ın (s.a.s.) sünnetinden çerçevesi itibarıyla taşmaktır (ifrat). Yani Sevgili Peygamberimizin ibadet namına yapmadığı bir şeyi ihdas edip uygulamaya koymaktır. Bunlara aynı zamanda bidat denir. Ahir zaman ümmeti için kıyamete kadar Allah’a yakınlaşmak ve O’nun rızasını kazanmak için yeterli olacak yegâne dinî uygulamalar Resulüllah’ın sünnet-i seniyyesi iken bunu fazla bulup bazı ibadetleri kaldırmaya çalışmak (tefrit) ya da yeterli görmeyip yeni yeni ila- veler yapmaya kalkışmak (ifrat) doğru değildir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) buyurmuştur ki: “Kim bizim bu işimizde olmayan bir şeyi ihdas ederse o red- dedilmelidir!” (Buhari, Sulh, 2697.)
Benzer bir girişim, Resulül henüz hayattayken baş göstermiş ve kimi sahabiler Hz. Peygamber’in ibadetlerini azımsayıp yenilerini icat etmek istemişlerdir. Bunlardan biri şöyle demiştir: “Ben kadınlardan uzak duracak ve asla evlenmeyeceğim!” Allah Resulü de onları çağırıp şöyle ikaz etmiştir: “Siz mi şöyle şöyle söylediniz?” Onlar, evet deyince buyurdu ki: “Aranızda Allah’tan en çok çekineniniz ve en takvalı olanınız benim! Hâlbuki ben kadınlarla evleniyorum! Kim benim sünnetimden yüz çevirirse artık benden değildir!” (Bu- hari, Nikâh, 5063.)
Nebevi sünnet: Minimumu kolayken maksimumu zor değil:
Resulüllah’ın uygulamasında farzlar, sünnetler ve nafileler sıralanmış olup asgarisini yapmak isteyenler için de daha fazla sevap kazanmak isteyenler için de çeşitli seçenekler sunulmuştur. Buna rağmen bunlardan ötesine yol aramaya çalışmak ve İslam dinine yeni ibadetler dâhil etmeye kalkışmak ifrattır ve asla kabul edilemez! Çünkü İslam dininin sahibi ancak Allah’tır ve bu din, O’nun biz kullarına öğreterek mükemmel kıldığı ve bu hâliyle bizden razı olduğu kadarıyla ve şekliyledir. (Maide, 5/3.) Bundan ötesi de (ifrat) berisi de (tefrit) kabule şayan değildir. Cenab-ı Hak dinde bir zorluk oluşturmadığını Kur’an-ı Kerim’de haber vermiştir. (Hac, 22/78.) Muradının kolaylık olduğunu, kullarına zorluk çıkarmayı özellikle istemediğini açıkça ifade et- miştir. (Bakara, 2/185.) Öte yandan Allah’ın Resulü (s.a.s.), kendi sünnetinde bulunmayan kimi ilavelerle dini zorlaştırmaya karşı bizleri sertçe ikaz etmiştir. (Nesai, İman, 5034.)
Kaş yapayım derken göz çıkarmak (!)
Allah’ın Elçisi’nin (s.a.s.) mümtaz örnekliğini (üsve-i hasene), ölçüsünü aşarak (doz aşımı) yahut çerçevesini taşarak (bidatler) daha fazla sevap kazanacağını ve Allah’a daha çok yakınlaşacağını sanmak tam bir vehimdir, yanılgıdır. Aksine böyle davranan kimselerin helak olmasından korkulur. Çünkü Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), böylelerini çağlar öncesinden üç kez tekrar tekrar şöyle uyarmıştır: “Abartıp haddi aşanlar helak olmuşlardır! Abartıp had- di aşanlar helak olmuşlardır! Abartıp haddi aşanlar helak olmuşlardır!” (Müslim, İlim, 2670.)
Cenab-ı Hak, cümlemizi Resulüllah’ın sünnetine, hem ölçüsü hem de çerçevesi itibarıyla titizlikle riayet edenlerden eylesin. (Âmin)
Prof. Dr. Hfz. Halis AYDEMİR
“Kuran ve Sünnet Perspektifinden İfrat ve Tefrit”
Diyanet Dergisi | Temmuz 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder