KONU: RUH
(Bursa/Görükle Gençlik Merkezi
6.Ağustos.2021 tarihli söyleşiden kesitler)
-“Resulüm! Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: “Ruh rabbimin emrindendir ve size pek az bilgi verilmiştir.” (İsra-85)
Bizim genel manada bilgilerimiz az ama ruhla ilgili özellikle az. Çok az şeyler biliyoruz, Cenâb-ı Hakk'ın bildirdiği kadarıyla.. Ruh bizim aslında kendi öz varlığımız yani kendimiz.
Bu kendi öz varlığımız olan ruh; yerini bulabildiğimiz bir şey değil. Bedenimizin neresinde, nasıl bir öze sahip bilmiyoruz. Bildiğimiz; bu ruh denen varlık insanın ta kendisi!
-Nice ve nasıl bir bağlantıyla beden dediğimiz bu yapıya bindiğimiz ve onu kullandığımız hususu, esrarını koruyor.
-“Ve ona ruhundan üfledi.” (Secde-9)
Kim bu Allah Azze ve Celle’nin ‘Ruhum’ dediği ve kendisinden Hz. Âdem Aleyhisselâm'a üflediği kişi. Kur’an-ı Kerim'de, Cenâb-ı Hakk’ın bu “Ruhum” diye bahsettiği kişiyi tıpkı Hz. Âdem Aleyhisselâm'a onun üzerinden üflediği gibi Hz. Mesih'i yaratırken de Hz. Meryem'in yanına gönderdiğinde görüyoruz. Cenâb-ı Hakk dedi ki: “Ona ruhumuzu gönderdik; ruh ona tam bir insan şeklinde göründü.” (Meryem-17)
Cenâb-ı Hakk'ın “Ruhumuz” dediği o varlığı, Hz. Meryem'e gönderdiğinde görüyoruz. Ruh düzgün bitir beşer şeklini aldı. Yani bakınca Hz. Meryem Aleyhisselâm, karşısında düzgün bir beşer gördü. Herhangi bir biçimde, önüyle, arkasıyla, üstüyle, altıyla ruhani bir varlık değil normal bildiği, gördüğü herhangi bir insan gibi tastamam düzgün bir insan gördü.
-Bazı kimseler, Cenâb-ı Hakk'ın, o “Ruhum” diye bahsettiği varlığa dair hâşâ “Allah azze ve cellenin bir ruhu varmış” gibi yorumluyor. Allah Azze ve Celle bedene ve ruha sahip değil, biz kullar gibi değil ki. Cenâb-ı Hakk’ın “Ruhum” dediği varlık, kulum dediği varlık gibi. Yani “Ruhum” dediği varlık da Cenâb-ı Hakk’ın kulu ve Allah Azze ve Celle’nin emrinden olan bir varlık. Ve Allah Azze ve Celle onu Hz. Meryem'e gönderdi. Vaktiyle ondan Hz. Âdem Aleyhisselâm’a üfledi. Nitekim Hz. Meryem'e geldiğinde de Hz. Âdem Aleyhisselâm'a üflediği gibi Hz. Meryem'e de üfleyecek. Böylece Hz. İsa’nın yaratılışı da Hz. Âdem'in yaratılışında da Cenâb-ı Hakk'ın bu ruhtan üflemesini görüyoruz.
Hz İsa’nın durumu da yaratılış bakımından Allah Azze ve Celle katında Hz Âdem'in gibidir.
-Cenâb-ı Hakk'ın ruhtan üflemek suretiyle bizlere canlılık kazandırdığı bir varlığa sahibiz. Yoksa Allah Azze ve Celle’nin Zât’ının yapı taşından, kendisinden çözülüp kopmuş ve bizlere dağılmış değiliz, dolayısıyla ilahi bir öz taşıyor değiliz.
-“Ruh ve meleklerin saf saf olup durduğu o gün, ancak Rahmân’ın izin verdikleri konuşur ve konuşan da doğruyu söyler.” (Nebe-38)
Kıyamet günü Allah Azze ve Celle’nin huzurunda diğer melekler nasıl saf
tutuyorlarsa o ruh da orada saftadır, hizasını almış ve hatta konuşamamakta.. Allah Azze ve Celle’nin müsaadesi olmaksızın bıçak açmaz, ses çıkaramazlar. Dolayısıyla O Zât-ı İlahinin kendisi değil onun, O’na aidiyetinden ötürü Cenâb-ı Hakk, ona “Ruhum” diyor bize kulum dediği gibi. Ve Allah Azze ve Celle Hz. Meryem'e onu gönderiyor, eğer Cenâb-ı Hakk’ın zâtı olsa, “ben Allah’ım” derdi. Ama “Ben, senin Rabb’inin sana gönderdiği bir elçiyim.” dedi. (Meryem-19)
-Cenâb-ı Hâk Hz.Adem’e suret verdiğinde meleklere dedi ki: “Onun şeklini tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim vakit siz de hemen onun için secdeye kapanın. Bunun üzerine meleklerin hepsi secde ettiler.” (Hicr-29-30)
-Ruh konusuna dair kişinin merakı, hakikat yolcusu olduğunun göstergesidir. Hakikat yolcusu olmayan kimse, bu konularla ilgilenmek istemez; beden ruh ilişkisi, yaratılışın başlangıcı, hatta kendi yaratılışını -doğum günü dışında- irdelemek istemez. Çünkü gelişi iyicene bellemek, gidişi düşündürecektir. Hâlbuki burada hep kalmak isteyen, o bedenden çıkmak istemeyen tipler bu mevzuları uzaktan uzağa ilgisiz ve alakasız görmek ve kaçınmak isterler.
-“İşte böylece sana da kendi buyruğumuzla bir ruh (Kur’an) vahyettik.” (Şura-52)
Kur’an-ı Kerîm’i Ruhu’l-Emîn indirdi yani emin olan ruh, yani Cibril aleyhisselâm.
-Bizler Hıristiyanlar gibi Ruhu’l-Kudüs'ü tanrılaştırıp Cenâb-ı Hakk’ın yaratması değil de Cenâb-ı Hakk'ın yanı sıra bir varlıkmış gibi, hep var olagelen bir varlıkmış gibi, kutsallığını ilahlık olarak algılayıp Cenâb-ı Hakk'ın bir bakıma şerîki yani tesliste, üçlemede, üç bileşenden biri gibi görmek suretiyle onu ilahlaştırmayız. Öyle bir yaklaşımımız anlayışımız ve algımız da yok.
Ruhu’l-Emîn (Ruhu’l-Kudüs, yani Cibril Aleyhisselâm) herhangi bir ulûhiyet vasfına sahip değildir. Allah'ın kuludur, Allah'ın emrindedir. Allah’ın emrine asi gelmez.
-Cenâb-ı Hakk'ın yarattığı varlıklar O’nun kullarıdır. Bizler de kuluz, melekler de öyle ve Ruhu’l-Emîn de öyle. Hiçbirimiz Cenâb-ı Hakk’a kulluktan yüksünmeyiz, Mesih de dâhil.
-İnsanın “Bu ahiret hayatım için keşke bir şeyler gönderseydim” (Fecr24) diyeceği o hayata intikal etmeden ruhumuz, bu dünyada bindiği bu geçici bedeninin de bir araç olduğunu bize her an hatırlatıyor!
Prof. Dr. Hfz. Halis AYDEMİR
https://www.youtube.com/live/t5VS8Yvr-cI?si=wNiPQeZfyz2rs-Ow
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder