‘Orada avazlarının çıktığı kadar yüksek sesle feryat edecekler: “Rabbimiz! Ne olur, bizi buradan çıkar ve dünyaya geri gönder de, daha önce yaptıklarımızın yerine sâlih ameller işleyelim!” Allah da onlara: “Size, düşünüp öğüt alacak bir kişinin, düşünüp öğüt alabileceği bir ömür vermedik mi? Hem size uyarıcı bir peygamber de gelmişti. O halde tadın azabı! Artık zâlimler için hiçbir yardımcı yoktur” buyuracak.’
(Fatır-37)
“Biz size, öğüt alacak bir kimsenin öğüt alacağı bir ömür yaşatmadık mı?”
Bu hayatın özeti ve tanımı, yıllarla ilişkili bir şey değil. Bakın Allah azze ve celle “Biz sizi kırk sene yaşatmadık mı?” Demiyor. “Biz sizi on sene,elli sene yaşatmadık mı?” demiyor. Orada dese ki: “Biz sizi yetmiş sene yaşatmadık mı?” Biz, okuyunca âyeti “Aman Allah’ım! Babam şu yaşta öldü, o zaman yirmi senesi eksik, Daha çok bir şeyler yapabilirdi, zaten hacca gidecekti vesaire” diye bu işin zaman boyutuyla alakalı bir itirazımız olabilirdi. Cenâb-ı Hak sayılı bir zamandan ifade etmiyor. “Öğüt alacak bir kimsenin öğüt alacağı…” diyor. Yani senin öğüt alacağın olsaydı Bizim verdiğimiz ömür, illa o öğüdü aldığını ortaya çıkaran bir ömürdü. Öğüt almadan çıktığına göre sen asla öğüt almayacak bir tipsin yani seni yüzyıllar da yaşatsak öğüt almayacaksın. Bizim sistemimiz böyle dakik ve fire vermeyen bir işlemden geçiriyor insanı. Bize dönüp, Cenâb-ı Hak dedi ki bu âyeti Cenâb-ı Hak ile onlar arasındaki diyalog olarak okudukça hep derdim ki: “Ya Rabbi! Ama adamlar çok istekli yani dönseler de mi olmaz?”
Başka bir âyette Cenâb-ı Hakk dedi ki: “Hayır, bu sözlerinde de samimi değiller! Aslında onlar öteden beri gizledikleri iç yüzleri, günahları, mü’minlere kurdukları tuzaklar bütün açıklığıyla karşılarına çıktığı için böyle söylüyorlar. Yoksa dünyaya geri döndürülecek olsalar, yine kendilerine yasaklanan kötülükleri yapmaya girişir, aynı inkârlarında diretirler. Çünkü onlar gerçekten yalan söylüyorlar”
(Enam-28)
Yani biz onları geri döndürürsek o yasakladığımız biçimdeki yaşam yaklaşımlarına, tarzlarına yani “Yaratıcıyı yok sayan, O’na saygısız bir biçimde yaşayan” hallerine geri dönerlerdi. Onlar kesinlikle yalan söylüyorlar.
Yıllar sonra, düşünüyorum şimdi; Allah Azze ve Celle’nin bundan gayrı bir biçimde bizi sınaması zaten mümkün değildi. Yani Cenâb-ı Hak öyle bir sınama yapacak ki ama bu, fireli olacak ve bize diyecek ki: “Belki işte yani geri dönen olabilirdi.” Eğer yaratan O’ysa ve var ettiği varlığa bahşettiği iradeyi ki bize müstakil kişilikler bahşetmiş. Bunu biz yapabilmeyi aklımızdan bile geçiremiyoruz.
Bunlar Biz dünya'ya geri döndürürsek de aynı şeye devam edecekler. Çünkü Biz’im verdiğimiz ömrün tanımı şu “öğüt alacak bir adam, buradan öğüt alarak çıkar.” Allah onlarda bir hayır bilmeyegörsün, bildi mi kesinlikle onlara da işittirir, onları da hidayete muvaffak kılar.
“Allah onlarda (inkârcılarda) bir hayır görseydi elbette kendilerine işittirirdi, eğer işittirseydi yine reddederek yüz çevirirlerdi.” (Enfal-23)
Prof. Dr. Halis AYDEMİR
Gençlerle Söyleşi-76’dan Alıntıdır.
https://www.youtube.com/live/Dh2QBsSLfy4?si=4Ms7ip8yhq1LkP0R
—————————————————-
Aynı konuya dair hocamızın başka bir dersinden notlar:
“Öğüt alacak bir kimsenin öğüt alacağı kadar bir ömrü yaşatmadık mı?”
Demek ki öğüt alacak olanın öğüt aldığı bir ömrü yaşıyoruz. Bu ömürden öğüt almaksızın çıkanlar asla öğüt almayacaklar demektir. Yani sınırlı ve sonlu bir alanda sınanıyoruz ama kalıcı ve sonsuz bir netice ortaya çıkıyor. Öğüt alacakların hepsi alıyor bu öğüdü. Öğüt almayacaklar almıyorlar ve onlara ikinci bir ömür verseniz de artık öğüt almayacak bir tip oldukları için bir şey değişmiyor.
Hakkın üstünü örtüp alışkanlık haline getirmemesi için Cenâb-ı Hâk kişinin ayağını çeldirir, düşürür, hayatında engeller çıkarır. Minik minik azaplar ile onu sıkıntı içerisine sokar, büyük azaptan (yani ahiretteki azap) önce; vazgeçsin,dönsün diye. Kulun Cenâb-ı Hâkk’a sırtını dönmesi, artık O’nun emir ve yasaklarını umursamayacağı bir hayat tarzına başlaması ve kalbiyle çatışmaya başlaması; eğer bunu ısrarla sürdürürse işin sonu Allah azze ve celleye karşı isyana ve küffara kadar uzanabilir. Cenâb-ı Hâk bu kötü sona kul varmasın diye yolda onu belli engellerle durdurur, düşürür, düşündürür; dönsün diye. İlahi rahmete bak ki; kulu O’nu tanımamaya, umursamamaya niyetedip bir yaşam tarzına girmiş ama Cenâb-ı Hâk onu çağırıyor “Gel,gel” diye. Ancak bunun bir sınırı var mı; elbet namütenahi değil. Yani Cenâb-ı Hâkk’ın bu çağrısı süresiz ve asla bitmez değil. Allah azze ve celle kesinlikle ne kadar çağırırsa çağırsın, kulunun artık dönmeyeceği, Rabbine asla boyun eğmeyeceği, Allah’ın ilminde belli olacağı kadar bir ömürde onu yaşatır, bu ömür tamamlandığında artık öğüt almayacak biri olduğu kesinleştiğinde bu kişi artık yalancı (kezzâb) olarak yazılır. Ve bu kişiler ahirete varınca deşifre edilirler ve lanetlenirler, Allah’ın rahmetinden uzaklaştırılırlar.
Prof. Dr. Halis AYDEMİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder