27 Mayıs 2023

Bazı Kesitler

 *Halis Aydemir Hocanın tefsir derslerinden bazı kesitler:


-“Ben işimi Allah’a havale ediyorum. 

Ya Rabbi hayatımdaki değişkenleri, hayrıma olacak şekilde değiştir.”

Bu dua kişinin ileriye dönük en muazzam talebi. İlla bir hususta inat etmek, Yüce Yaratıcı’nın maişetine karşı gelmek, yanlış olacaktır. 

“Rabbim sen biliyorsun ben bilmiyorum. Ve senin gücüne,ilmine başvuruyorum. Güç de sende, bilgi de sende. Benim gücüm yetmez. Dolayısıyla ben şimdi diyorum ki; eğer falanca iş benim için daha hayrlı ve güzeldir diyorsan onu bana kolaylaştır, önümü aç. Taşlar denk gelsin, olaylar olacağı şekilde gelişsin. Ama benim dinim ve hayatım açısından beni olumsuz etkileyecekse onu benden uzaklaştır, sav benim başımdan. Hayr her neredeyse onu bana takdir et, beni onunla memnun et.”

 İşte bu Yüce Yaratıcı’nın maişetine kendini tamamen bırakış. İşte teslimiyet bu. Kulun İslam’ı an be an tatması bu. Koşulların değişkenliği bizim İslam’ı yaşamamız için birer araç. 


-İşten işe daldığın o zamanlarda SEN RABBİNİ UNUTMA, O’NU HATIRINDA TUT. Çek ödenmedi sıkıntı mı geldi, Rabbin’le bunu çözmeye çalış. Birinden zarar mı gördün, Yaratıcı’nla paylaş. Böyle birinin hayatında Rabbi var demektir, namazları dışında da namazı var demektir, zekatı dışında da infakları var demektir. Ve o kimse kötülüğü iyilikle savabilir. Bu üst nitelikli bir davranış biçimidir. Bunu başarabilmek bir anda olan bir şey değil, bu bahsettiğim süreçlerde biraz biraz yorulmakla oluyor diye sanıyorum. 


-Duygularımızı akıllarımızla yönetmeliyiz. 


-İnsan gerçekten hayranlık duyulacak yüce Yaratıcı’ya kıymet verip hayran olmaz ise bu kez Cenab-ı Allah onu hayranlık duyulmayacak türden basit şeylerin esiri haline dönüştürür. Bu Allah’ın sünnetidir. Allah bütün cömertliği ile nimetleri kulun önüne musahhar kılar ve kul bunu değerlendirirse (Allah’a hayranlıkla geri dönerse) Allah onun hidayetini artırır, takvayı nasip eder. 

-Onlar Allah’ı unutunca, Allah da onlara her şeyi hatta kendilerini bile unutturuyor. O yüzden ayetler bizim içindir ve bunca ayet bizim için itina ile konmuşken, bunu işleyecek istidatlar da bizde var edilmişken, bu kadar hazırlık bizim içinken, büyük bir sorumluluk ve görevle başbaşayız demektir. 


-Seni daha ana rahmindeyken bilen Rabb’inden başka kim vardı? Annen baban senin varlığından henüz haberdar değilken, sen bile kendini henüz bilmiyorken seni bilen kimdi? Henüz kimin karnında olduğunu bilmiyorken, icabında dünyaya gelmesen nerede kaldı diye sormayacakları, çok da üzüntü çekmeyecekleri kadar yabancıyken, ana rahminde senle çok yakından ilgilenen,ses ve ısı dengesini ayarlayan, o muazzam sistemde seni besleyen velin kimdi? (El-Veliyy)

Velisini fark edememiş kimse boşluktadır. Şeytan onu bir oraya bir bu tarafa çekiştirir durur. 


-Hz İbrahim’e babası “Çok güzel yontuyorsun, ellerinde harika bir sanat var” dediğinde Hz İbrahim şöyle cevaplıyor: “Yonttuklarıma bakma, peki bu elleri kim yaptı?”


-Hz Nuh’un oğlunun istikbarlığı ile ilgili: 

Oğlu, babası Nuh aleyhisselâmın onca uyarı ve çağrısına rağmen, suların her yeri kapladığı anda hala dağa sığınıp korunabilmeyi düşünüyor. Bir peygamberin oğlu, yüce Rabb’e karşı istikbar ediyor. Allah rahmetiyle son ana kadar kovalıyor ama insan o denli inat ile ısrar ile Rabb’i yeneceğine karşı iddiasını sürdürüyor. Bu, enteresan, uçuk, abartılı bir örnek. 


-İlim size Cenab-ı Hakk’tan daha çok sakınmayı, O’na hayranlıkla bağlanmayı, önünde saygıyla eğilmeyi sağlasın. 


-Kuranı Kerîm’de musibet ayetlerine bir bakın, bağlamlarından kopuk değil. Zaten hiç bir ayet peşisıra yada öncesiyle tamamen kopuk değildir. 


-Müslüman olmuş bir kadını dinliyordum. Ona Müslüman olmanın farkını sordular. “Müslüman olunca Yaratıcı’yla ilişkiye geçebildim” diyor. Demek ki mevcut dininde (sanıyorum Hıristiyan’dı) bir türlü Yaratıcı’yla irtibata, temasa geçememiş, hissedememiş. Şimdi geçtim, Müslüman olmanın en büyük güzelliği bu. İslam bunu kazandırdı, diyor. 


-Eğer yanlışı yanlışlarsan, Cenab-ı Hakk’ın doğruyu öğretmesine aday hale gelirsin. Ama eğer dışarıdan gelen baskıyla susar, yanlışı kabul edersen doğruyu öğrenmekten mahrum kalabilirsin. Doğruyu öğrenebilmek önce yanlışı söyleyebilmekten geçer. 


-Zebur’da geçtiği söylenen ifadelerden: Cenabı Allah Hz Davud’a sesleniyor ; “Ya Davud, sen de istiyorsun ben de istiyorum. Ancak benim istediklerimden gayrısı olmaz. Eğer kendi istediklerinin peşinde koşarsan, seni yorarım, yine de benim dediğim olur. Benim istediklerim peşinde koşarsan, senin istediklerini veririm. Sonuçta yine sadece benim istediklerim olur.” 

Burada Cenabı Hakk’ın mutlak iradesinin mutlak olarak her şeyi yönettiğini, kontrol ettiğini görüyoruz. 


-Bir insanın hayatında Kuran yoksa şeytan var demektir. “Şüphesiz biz şeytanları inanmayanların yoldaşları yaptık.” A’râf 27. 


-Etrafımızdakiler değiştiğinde biz de değişiyor isek, Cenab-ı Hak ile ciddi bir bağlantımız yok demektir. 


-Her ne infak ederseniz Rabbim onun yerini doldurur. Bu Allah’ın sünnetidir. 


-“Dünya Tarihine Yön Veren En Etkin 100 Kişi” adlı kitabı Amerikalı bir yazar yazmış. Listenin başında peygamber efendimiz (sav) var. Yazar diyor ki; Hz Muhammed’in hangi yönünü ele alsam her defasında O diğerlerini geride bırakıyordu (ister askeri alanda komutan olarak, ister devlet adamı ister din adamı ister aile reisi olarak ister tesis ettiği içtimai toplum olarak)

Ve Hz Muhammed’i birinci sıraya almamdaki en önemli sebep, O’nun başlattığı o süreç halen dalga dalga genişlemekte. Dolayısıyla insanlık üzerindeki etkisi hala canlıdır. Tekamüle ermiş veya inişe geçmiş değildir. Ben ne yaparsam yapayım hangi manipülasyona başvurursam vurayım O’nu ikinci sıraya atmam mümkün değildi. (Yazar kitabının girişinde böyle izahatta bulunmuş)


-Cenab-ı Hakk’ın huzuruna çıkmış insanlar, bağırıyorlar çağırıyorlar:

 “Ya Rabbi n’olur bizi dünyaya geri gönder. Biz şu anda çok iyi farkına vardık, bizi geri gönder.” Ama Cenab-ı Hakk’ın iddiası şu: “Ben olması muhtemel ondaki iyiliğin ortaya çıkmasına elverecek bütün seçenekleri, bütün ihtimalleri süpürerek ne varsa kulumu hayatta hiç birini geri bırakmaksızın hepsini (tüm fırsatları) tamamlarım.” Yani aleyhinde hiç bir hüccet bırakmaz. Ya Rabbi bana şunu yapsaydın ben de şöyle olurdum, dedirtmez. Cenab-ı Hak onu da yapmıştır ona. Artık buraya geçenler tam bir farkındalık ile hakikati özellikle terk etmiş olarak gelir. 


-“Kalpler Allah’ın zikriyle mutmain olur” Eğer kişinin kalbinde Cenab-ı Hak ile birliktelik varsa o zaman tatmin dediğimiz o hoşnutluk, mutluluk gerçekleşir. Etraftaki koşullar ne kadar zor olursa olsun Allah azze ve celle bir insanı içten mutlu ettiği zaman artık onun mutluluğuna diyecek yoktur. Çünkü bizim Yaratıcı’mız bütün sistemlerimizin hâkimi. O’nunla birliktelik mutluluktur. Tam tersini düşünelim; O’nun zikrinden uzak kimse sarayda da olsa mutsuzdur. 


-İyiler cehennemden çabucak uzaklaştırılırlar. (Takva ölçüsüne göre hızla) Günah hepimizin hayatında nasıl az veya çok varsa, cehennem de o kadar hayatımızın akibetinde bir geçiş süreci olarak karşımıza gelecek. Cehennemdekilerin aralarında diyaloglar geçer: “Ne tasadduk etti ne namaz kıldı.” “Biz namaz kılanlardan değildik.” Dolayısıyla namaz bizi cehennem eşiğinden kurtaran bir araç. O yüzden “Haydi felaha” diye çağrılırız. 

Muddessir suresinin 40-44 ayetlerinde cennettekiler cehennemdekilere sorar: “Sizi ateşe sokan nedir?” Cehennemdekiler de “Biz namaz kılanlardan değildik, biz miskini,yoksulu yedirenlerden de değildik” derler. “Biz ölümü, ceza gününü de inkar ediyorduk. Ve günaha dalanlarla birlikte biz de dalıyorduk.” Hayattaki en büyük tehlike dalmak. Yani farkındalığın kaybı. Buradan gelip geçenler olarak burada hep kalacağımız hissine kapılmak işte bu bir dalış, bu gaflet hayattaki en büyük risk. Buna karşı korunabilmek için bilinçte kalmak gerekir ve bu bilinçte kalış için de Cenab-ı Hak bize namazı öğretti. Bilincimizi zinde tutalım diye namazı günün içine belli aralıklarla yerleştirdi. Haftasonu tüm haftanın namazlarını komple kılmak olabilirdi ama bu kabul olmadı, vakti gelince farz oldu. Çünkü gün içinde bizim kendimizi yenilemeye ihtiyacımız var ki dalıştan kurtulabilelim. Peki namaz benim zindeliğimi nasıl sağlayabilir? Huşû ile. 


-Allah azze ve cellenin rahmeti, O’na saygılı, O’nu olanca azametiyle kibriyasıyla tanıyan, ve olanca küçüklüğüyle kendisi huzurda tevazuda bulunup yanlışlarından ötürü bağışlanma dileyen kimseleredir. Yoksa Cenab-ı Hakk’a diklenen, tenezzül edip huzuruna gelmeyen, Allah azze ve celle ile köprüleri atmış, kendi başına buyruk yaşayan, O’nun her vakit çağrısına kulak tıkayan, “Bunlar haram bunlar helal” dediklerini önemsemeyen kimselere Cenab-ı Hakk’ın rahmeti tersine döner. O’nun rahmeti, rahmete talip olanlaradır. (Sen O’nu saymaya saymaya yaşa, sonra da Allah çok affedicidir de. Öyle bir şey yok) Kulun haddini bilmesi gerekiyor, o zaman Cenabı Hakk’ın rahmeti, bereketi  devreye girer. 


-Olay artık zaman meselesidir. 


-Hayatta olumsuzluklarımız bitmiyorsa şayet, bu Cenab-ı Hakk’a olan saygısızlıklarımızın çokluğundandır. 


-Hak, hakikat tektir. Delalet çeşit çeşit rengarenktir. İşin ilginç yanı onlar (delalet) kendi aralarında da uyumludur. 

“Hakk’tan öte, delaletten başka ne var” Yûnus-32


-Kişi tövbe etmezse Cenab-ı Hak onu affetmez. Bir topluluk akletmezse, hidayeti seçmezse Cenab-ı Hak da onlara hidayet etmez. Bunları, Allah’ın sünneti, O’nun koyduğu ilkeler olduğu için biliyoruz. 


-İnsanın arkasında iradesi, niyeti olmadığı sürece bir amelden insanın getirisi olmaz. Niyet esastır. Eğer Cenab-ı Hak’tan umduğu bir şey yok ise bir hayra vesile olmak kişiye bir şey sağlamaz. O yüzden eski alimler “Ne yap et ufak işlerinde bile büyük niyet koy” diyorlar. İnsanın akıllısı sivrizekalısı hele ki dinde, böyle olur. Küçük ameller yapar ona bile büyük niyetler koyar. O niyet Cenab-ı Hak makamında önemlidir. Onun umduğu yatırım yaptığı o beklentiye göre karşılık verilir. O kadar niyet odaklı yaşa ki attığın her adımın bile niyetli olsun. 


-Hz Ömer bir gün bir adamın şu duasını duymuş: “Allahım beni azlardan eyle.” Nedenini sorduğunda adam, Kuran’a bir bak demiş, iyiler hep azınlık olan tarafta. Cenab-ı Allah diyor ki “Kullarımdan şükredenler çok azdır.” Ben de o azınlık tarafta olmak istiyorum. Kuran’ın penceresinden baktığımızda çoğunluğun tarafı tehlikede, yanlış. Çoğunluğu iman etmiyor, akletmiyor. Müttakîler, muhlisler azınlıkta. 


-Allah’ım senin kolay etmediğinden başka kolay yok. Bir kolayını ver de bana burada bir yol aç. 


-Kuranı Kerim’de Cenab-ı Hak özellikle İsrailoğulları’nı  ve dolayısıyla Hz Musa’yı çok zikrediyor (kardeşi Harun’u da) Müfessirler bunu şöyle değerlendiriyor: Herhalde onlarla çok benzeşen bir topluluğuz! Muhtemelen İsrailoğulları’nın düştüğü durumlarla benzer şeylerle karşı karşıya geleceğiz. Bize göre en çok ibretin bulunduğu topluluk olsa gerek. Biz her ne kadar İsrailoğulları’nı karşıtımız ve bizden en uzak bir topluluk olarak görsek de, demek ki bize en çok ibret, en çok örnek oluşturacak topluluk da yine onlardır. Bu bizim, onlar gibi tepkiler vereceğimizin, benzer sınavlarla karşı karşıya kalacağımızın bir alameti ise eğer o zaman biz de tehlikeye çok yakınız. 

Kuran’da Cenab-ı Hak kıssaların anlatışını hep ibret hedefine, neticesine, gayesine bağlıyor. “Andolsun onların kıssalarında akıl sahipleri için ibretler var.” Yusuf-111

İbret için anlatılıyorsa, bize de en çok anlatılan Hz Musa ise burada başka bir ders var demektir !!!

(EYVAH EYVAH) 


-İşlenmiş bir günah kişinin aklına geliyorsa mağfiret dilemeye devam etmelidir. Hz Ömer diyor ki “Allah setreylemiş, sen neden kendini ifşa ediyorsun?” Günahlarını sağda solda anlatıp durma, ilahi rahmetle orada kaybolsun gitsin. O’na anlat, af dile. Diliyorum ve düşünüyorum ki Allah azze ve celle katında o günahı siliyorsa bizim hafızamızdan da siliyor. Çünkü o acı veriyor bize. Bağışladığı bir şeyden dolayı kuluna daha fazla ızdırap vermez. O yüzden aklıma geldikçe diyorum ki ya Rabbi beni demek ki bağışlamadın, hatırlatıyorsun, acısını hissederek mağfiret diliyorum. (Böyle tahayyül ediyorum)


-Allah bizim duruşumuza göre bize muamele ediyor. O yüzden herkes kendi halini düzeltmeye baksın. Öz benliğimizde taşıdığımız iyiliğimizin veya kötülüğümüzün, samimiyetimizin veya fıskın tam karşılığını verecek ise, şu halde bize düşen kendi içimize dönüp samimiyetimizi ayarlamamız. Çünkü tam onun karşılığını bulacağız. 


-Hiçbir bağlantı kulun Cenab-ı Hakk’a olan bağlantısından daha üstün ve daha hatırlı değildir. 

-Domuz eti ne kadar haramsa israf da haramdır. 

-Alimler derler ki; kulların amelleri kesptir yani kazançtır. 

-Resulullah’ın (sav) şiire karşı olumsuz tutumu rivayetlerde var. 

-Cenab-ı Hakk Kitab’ında insana her şeyi son raddesine kadar madde madde koyan değil, ona akledebileceği , aklettiği takdirde sonuca götürebileceği yeterli veriyi sunuyor. Kıssalarda dahi bu böyledir. Bütün ayrıntılarını koyarak değil, bazı sahnelerin atlandığını görürsünüz. Ama kıssayı derleyecek yeterli muhteviyat vardır. (Bazen bir ayeti sonrasındaki ayetlerde daha iyi anlayabiliriz)


-Biz buraya ait varlıklar değiliz, sürgün ile gönderildik. Geçici bir süreliğine burada yaşıyoruz, her anımız sıkıntı doludur. Her anımızda bu yere olan uyumsuzluğumuz zıtlaşmamız var. O yüzden bu yer bizi yıpratır. Esas yurdumuz cennettir. Orayla uyumluyuz orada keyif alırız. 


-Kalbin pazarda yürürken bile Cenab-ı Hak ile ilişki halinde olsun. 


-6 Şubat depreminden evvel pandemi, ondan evvel darbe girişimi gibi üst üste önemli hadiseler yaşadık. Gençler “Dünyanın tam da böyle bir zamanına mı denk geldik, neden hiç bir şey düzgün gitmiyor” modundalar. Acaba haklılar mı diye insan düşünmeden edemiyor. Ama dönüp geri bakınca, bu dünya hep böyleydi. Bundan önce de 93 Harbi’nden, Rusların gelmesinden, Ermeni mezaliminden (Ermeni Kırımı) bahsediyorlardı. Yani önceki kuşaklar da güllük gülistanlık yaşamadılar. 

Bunlardan daha yakın bir zamanda 28 Şubat süreci yaşandı, gençler eğitimde korkunç durumlar yaşadı, eğitim hakları engellendi. Dolayısıyla dünyayı idealize etmek en büyük yanılgılardan biri ve bu büyük hayal kırıklığı oluşturuyor. Dünya koşulların sürekli değiştirildiği bir yer. Buna hazırlıklı, bunun şuurunda olmak lazım


-Rabbimizin bizi yaratmadaki muradı nedir? Rabbimiz bizi bu hayatta hangimiz daha güzel davranacak onu ortaya çıkarmak için yarattı. Bütün bu imkanlarımızın gayesi bu. Bazılarımız Rabbimize saygılı, Rabbimizin kullarına saygılı , haddini bilir bir hayat yaşayacak, bazılarımız saygısız bir yaşam sürecek. Bütün nimetlerden hesaba çekileceğiz. 


-Batı medeniyetleri pazusunu hayata dair değerlerden çok, teknik alanlarda gösteriyor, gücünü üstünlüğünü. Onun gölgesinde değerlerinin de üstün olduğu vehmini oluşturmak istiyor bizde. Kendi normlarını cilalı gösteriyor ve sanki bizim o normlara yetişmek gibi bir durumumuz oluşuyor. Aslında biz peşlerinden koşup duruyoruz ama asıl onların bizi geçtiği taraf teknolojik taraf. Değerler ve din değil. Biz hayata dair yanımızı güçlendirirsek daha omuz hizasında bir medeniyet ile karşı karşıya geliriz. Yoksa bu tarafımız aksak olduğu sürece “Bak ben daha modernim” deyip duracaklar. Bazılarımız diyecek ki “Aaa bak onlarınki doğru , öyleyse biz bizimkini onlarınkine uyarlamaya çalışalım” ve bir başkası diyecek ki “Biz yanlış anlamışız şimdiye kadar.” İşte bu yetişme psikolojisiyle aşağıda kaldığımız bir süreç. Üstünlük hep onlarda kalacak. 


-Zulüm hızlıca bulaşan bir şeydir. 


-Kuran-ı Kerim akıl etme fiilini kalbe yükler. Akletmenin öznesi kalptir. 


-Fen Bilimlerine “pozitif ilimler” denilince, Din Bilimleri de”negatif ilimler” oluyor. 


-İzlem ve iyileştirme, Ramazan tam bunun mevsimidir. İzlemler masaya yatırılır, nasıl geçti 1 yıl? Ve bu izlemlerin neticesinde hangi önleyici-düzeltici tedbirleri almak durumundayım, hayatım böyle gitmemeli. Ben iyileştirmeliyim. Biz buna ıslah diyoruz. Çoğu kimse bunu dışarıyı-çevreyi ıslah etmek olarak algılıyor. Halbuki ıslah etmek, kişinin kendisinden başlar. 


-Tecaüli Arif Sanatı , bir şeyi bilip de bilmiyormuş gibi davranma.

(Bunu ne çok yapıyoruz.)

-Bilmek ile bilinç hali (şuur) aynı şey değildir.


-Cenab-ı Hak, kullarıyla ilişkisini, rahim bağına gösterdikleri vefa ile birleştirmiş. Cenab-ı Hak rahme kendi Rahim isminden vermiş. “Benim ismimden bir isim verdim” diyor. Rahim bağına dikkat etmek, kişinin Cenab-ı Hak ile olan bağına verdiği önemle aynı şey. Burayı önemsemediğinde, Cenab-ı Hak da kendisiyle olan bağlantıyı gevşetiyor. Anne babamızı kardeşlerimizi vs biz seçmedik. Rabbim madem ki onları bana sen takdir ettin, öyleyse önemsiyorum ciddiye alıyorum ve bağlantıyı koruyorum, demek senin takdirine boyun eğiyorum demek. Ama şeytanın yaptığı gibi “Hayır istemiyorum böyle akrabalardan utanıyorum vs” gibi cümleler onları aşağılamıyor, kendisiyle onlar arasında o köprüyü kuran Yüce Kudret’in takdirine bir baş kaldırı. Ve bunun ilk örneğini şeytanda görüyoruz. Şeytan Adem’i kabullenemedi. Cenab-ı Allah dilediğini yaratır. Onların belli sıkıntıları da olabilir. Ama O verdiği için benim için çok değerliler. 


-Kandil gecelerine özel bir ibadet var mıdır? 

Kuran’ın özellikle işaret ettiği Kadir Gecesi var. Şabanın orta gecesi gibi zayıf hadislerden mülhem bir anlayış var (Yani esinlenmiş). Bir kısmı da senei devriye olarak Resulullahın doğumunu hatırlamaya onu yâdetmeye dair geceler var. Kadir gecesini bir yanda tutarsak, diğer gecelere dair Resulullah nasıl ibadetler yapardı, sahabe ne yapardı gibi sorulara cevapsız kalıyoruz. Çünkü elimizde sahabenin icra ettiği, Resulullahın onlara öğrettiği bir durum yok. Ama herhangi bir gecede yapabileceğimiz ibadetleri yapabiliriz, en önemlisi günahlarımızı düşünüp mağfiret dilemek. 


-Hak gelince batıl zail olur.” İsra-81 Hakkın böyle baskın yanı vardır. Gençlerimizin sorgulaması bizi korkutmasın. Sıkıntı şu, üst kuşak bu soruların cevaplarına sahip değil. Çünkü kendi döneminde ne sorguladı ne araştırdı. Sadece var olanı muhafaza etmekle, taklitle yetindi. Ama alttan gelen sorgulayıcı gençler bu süreci ben inanıyorum ki lehimize çevirecek. Çünkü onlar akledip gerçekten içselleştirerek İslam’a sahip çıkacak, bu sefer onların önünde batı dünyası da duramayacak. Sorgulayarak geliyor çünkü. Takliden sahip çıkanlar bunu korkarak yapıyor ve çocuklarına bunu baskıyla tutturmaya çalışıyorlar. Oysa tahkik özgüven demektir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder