İnsân Sûresi Tefsir Derslerinden Notlar
-Rabbimiz önce Gafûr olmasını vadetti ve sonra Şekûr olmasını. Çünkü kulların önce mağfirete ihtiyacı var. Düşe kalka hayatlarında bir ıslah süreci yaşadılar. Günahları azaltıp salih ameli yaşamaya çalıştılar. Bu, “iyilerin” tutturabildiği bir trend. Ama sıfır kusurda değiller. Mağfirete ihtiyaçları var. Rabbimiz Şekûr’dur, yani olağanüstü karşılık verir, orantısızdır. Hiç amelle orantısını kuramazsın. Amel neree , Cenab-ı Hakk’ın verdiğine bak dersin. Amel sadece bir bahane kalmış. Kulun Allah’ın lütfuna kavuşması tamamen ilahi bir ihsandır. “Bizim Rabbimiz öyle Gafûr öyle Şekûr” diye diye ölüme gitmeli.
-“Bize burada (cennette) yorgunluk değmiyor.”
Onca eğlenceyi dünyada yaşasak yoruluruz. Eğlencenin en güzeli dahi olsa, yemeklerin en lezzetlisi dahi olsa bir süre sonra bedenimiz yorgunluğunu ortaya koyar, dinlenmek istiyorum der. Cennettekiler eğlenceye yorgunluk arası bile vermiyorlar :)
Bu bahsettiklerimiz, iki ortam arasındaki en dikkat çekici ifadelerden biri. Dünyada en iyi servete,kariyere, imkana da sahip olsanız, bunu eğlenceye,zevke,hazza dönüştürmeye kalktığımızda bedeniniz bir doyum ile önünüzü kesiyor. Demo bir örnek içerisindesiniz çünkü. Her tarafta kısıtlar dolu. Yorgunluk ve bıkkınlık bu kısıtlardan ikisi. Cenab-ı Hak onları nasıl her bir eğlenceden daha farklısına, sürprizine taşıyorsa yaratmada sınırı olmayan Allah (cc) onları orada şımartıyor. Öyle bir konak sahibi ki asla monotonluğa ve sıkkınlığa, bıkkınlığa yer bırakmıyor. Her an yeni yeni eğlence,zevk, lezzet ve şehvetlerle yaşatıyor.
-Cennet dendiğinde aklımıza gelen ilk kelime ya ÇABA olmalı ya TAKVA olmalı. Takva zaten içinde iman+çaba+adanmışlık barındırıyor.
“İşte amel edenlerin karşılığı ne kadar güzel.”
-Cennettekilere “hadi bir de senin hikayeni dinleyelim” dediğimizde, “Allah uğruna ne güzel şeylere katlanmışsın, senin de hikayen çok güzelmiş” deriz, her birinden ayrı ayrı güzel hikayeler duyulur. “Ya sen doğru düzgün sınanmamışsın bile, öylesine şans eseri buraya gelmişsin. Biz ne yaşam hikayeleri duyduk, seninki rahat olmuş” diyeceğimiz bir tane kişi bulunmaz.
Cenab-ı Hak bu neticeyi çabalarınızın karşılığı olarak tarif ediyor.
-Yemeğe olan arzusu, iştahı, iştiyakına rağmen, başkalarıyla paylaşanlar Allah azze ve cellenin cennetlerindeler.
“Ben böyle bir adam tanıyorum; yediğini içtiğini paylaşır ama imanlı biri değil” diyenlere rastlarız. Biz her türlü iyiliği Allah adına başlatırız. İyiliği Allah uğruna olunca iyilik sayıyoruz.
-Dürüstlük insanlar arası ilişkide kalmaktan ibaret değildir. Rabbine karşı dürüstlüğü yaşamayan ve O’nu tanımayan kimselerin dürüstlüğünden bahsedemeyiz. Komşusunun, iş arkadaşının hakkını tanıyan ama Cenab-ı Allah’ın hakkını tanımayan bir kişinin dürüstlüğünden iyiliğinden söz edilemez.
-Ne infak ederseniz Allah (cc) onun yerini doldurur. Siz ne infak ederseniz edin, Allah’ın rızası,hoşnutluğu uğrunda infak edersiniz, yani sizin derdiniz bu.
-“Yemeği yedirenler”
Yedirmeyi içselleştirmek seküler toplumlarda neden yok da Mümin toplumlarda var? Çünkü işin ucunda
İlahi Aşk’ı, Cenab-ı Allah’ı razı edebilmenin derdi ve sevdası var.
-İnfak edip aklanıp paklanalım, Cenab-ı Hak günahlarımızdan arındırsın. Biz hep karz-ı hasen (güzel borç) psikolojisiyle infak ediyoruz. Sanki temizlenmeyi bekleyen günahlarımız yokmuşçasına, ekstradan veriyoruz psikolojisiyleyiz. Halbuki kişi günahlarına yoğunlaşırsa, mağfiret umudu daha ağır basacaktır ve infakına niyeti daha çok yansıyacaktır.
-“Biz o çetin,sıkıntılı günün endişesiyle, günahlarımızdan arınmak için böyle infakta bulunuyoruz, sizi yedirip içiriyoruz. Sizden bir karşılık beklemiyoruz. Bir teşekkür dahi istemiyoruz.”
İşte bu niyetleri ile Allah (cc) o günün şerrinden onları korudu. Arınmak paklanmak istiyorsan, tövbelerinin nasuh olmasını istiyorsan infakta,tasaddukta bulun. Zamandan infak etmek de olur. Allah sana her ne imkan nasip ettiyse bunların herbirinden infak etmek birer sadakadır. Allah yolunda bir becerinin öğretilmesi bile, belli vakitlerde bir mesai harcayıp bilmeyenlere Allah rızası için öğretmek de sadakadır.
-Allah’tan (cc) gayrı vazgeçemeyeceklerimizin hepsi aslında bizim prangalarımızdır. Özgürlük sadece Allah’ın sevgisindedir. Kul başkaca nelerden vazgeçemiyorsa bunların tutsağı olarak Allah’a sırtını dönmeye mahkum olacaktır. Kul Cenab-ı Hakk’ın sevgisine yöneldi mi sığındı mı eşyadan vazgeçebilir hale gelir, hatta insanlardan da vazgeçebilir. Bu özgürlüktür. Artık ne kaybettiklerine üzülecek ne de bulduklarına sevinip şımaracak bir durumdadır. O, Cenab-ı Hakk’ın sevgisiyle yaratanın da yönetenin de O olduğunu bildiği için hayatın an be an sınav adımları üzerinde ilerletildiğinin farkındadır. Vazgeçilmezi olarak Allah sevgisini merkeze yerleştirmiş, girdileri çıktıları sadece izlemektedir.
-Cenab-ı Hakk’ın güya rahmetine sığınıyoruz düşüncesiyle, O’na karşı korkusuzluğumuzu besliyoruz. Rahmetinden aldığımız cesaret ile yine O’nun azabına karşı cesaretimizi çoğalttıyoruz. Bu korkunç bir durum ve kendi içinde çelişkili. Cenab-ı Hakk’a korkumuzu besleyecek olana sarılmalıyız. Rahmeti ancak ümidimizi beslemeli, korkusuzluğumuza yol açmamalı. Korkular azaldıkça günahlar çoğalır.
-Hayırseverlik, iyilikseverlik, insaniyet ve benzeri tanımlar altında Cenab-ı Hakk’a sorumluluğun dışında kalan her türlü erdem tanımı aslında sakat ve temelsizdir. Bunlar seküler bir boyutta sunulmaya çalışılıyor, bir o kadar sahte ve fake kalmakta.
-Cenab-ı Hakk’ın sarih (açık) ifadelerini öylece kabullenmeli, bilemediğimiz kısımları da anlamaya çalışmalıyız. Anlamadığımız yerde açık olan ifadeleri örselemeye başlarsak bu sefer anladığımıza benzetmiş veya bilmediğimiz kısımlardaki düşündüğümüz senaryoya çözüm aramış gibi oluruz.
-Ölülerdik, Allah bize hayat verdi, sonra bizi tekrar öldürecek,sonra bize tekrar hayat verecek. Biz yeryüzüne gelmeden önce baya bir zaman geçmiş. O aralar neredeydik? Milyarlarca yıl geçmişte esamem bile anılmazken yokmuşum hiç! Allah azze ve celle sonra beni yarattı. Her nerede idiysem ben yine ona döneceğim, yabancı bir yere gitmiyorum. Geldiğim yere gidiyorum meçhule değil. Biz O’na aitiz, O bizi var etti ve yine O’na dönmekteyiz. Dolayısıyla, nasıl ana rahmi cenin için özellikle tasarlanmış bir kapsül ise, (Cenab-ı Allah “kararin mekin” demiş. Yani kalınabilecek rahat yer. Muazzam bir ses yalıtımı ısı yalıtımı ile cenine has hazırlanmış) kabir de bizim yol güzergahımızdaki tanımlı, önceden hesaplanmış, hazırlanmış bir alandır. Yani nasıl anne karnında yaratılırken Rabbimiz bizi mekin, sağlam yere yerleştirdiyse, kabrin de buna karşılık gelen bir başka yerleştirildiğimiz alan olduğunu ve rahim kadar kabrin de bu iş için hazırlanmış özenle tasarlanmış bir yer olduğunu düşünmemiz gerek. Çünkü çoğu insanın zihninde bir çukura bırakılmak, atılmak gibi, değersiz bir şekilde yok olmaya, hiçe bırakmak gibi yer alıyor ama hayır! Bırakıldığı andan itibaren, oradaki bu iş için görevlendirilmiş şeyler hemen icabına ve yapması gereken şeye girişiyorlar. Allah azze ve celle diyor ki; Siz yeri öyle kupkuru cansız görüyorsunuz ama biz ona bir su indirelim kıpırdanır, kabarır. Farklı farklı canlılar oradan çıkar. Dolayısıyla sen toprağa bırakıldığın durumu talihsiz falan görme. O, bu tanzim edilmiş sürecin, zincirin tam da olması gereken kısmında yer alıyor. Dolayısıyla kabre gönül huzuru ile gireceğiz. Yani orası rahim gibi bir yer ama tabi amel boyutu ayrı. Fakat beden eşleşiyor.
Tam da olması gereken zamanda olması gereken yere girmiş gibidir. Çünkü Cenab-ı Hak sıralamayı böyle koydu. O aşamadan sonrası da var. Sonra Cenab-ı Hak dilediğinde tekrar onu alıp çıkaracak. İnsanlar oradan dağılacaklar. Allah bizi iki kez meyyit, iki kez hayy (canlı) kılıyor. Şuan bu 4 basamaktan ikincisindeyiz. Dördüncü aşama son aşama, ondan sonrası yok
-BİRR/EBRAR: Doğruluk, dürüstlük, içtenlik ve iyi davranışların kişiyi getirdiği kavram. Bu kişiler berr olan EBRAR kimseler. Bir kişinin kalbi ve dili arasında tam bir içtenlik oluşursa Birr’e kavuşur. Ayrıca sevdiklerinizden infak etmedikçe Birr’e eremezsiniz. (Ayeti kerimede “sevdiğinizden” demiyor, “sevdiklerinizden” diyor. İyi ki öyle diyor, yoksa her sevdiğimizi infak etmek anlamı taşırdı)
Birr’in olmazsa olmazı, sevdiklerinden infak etmek!
Sıdk, kişiyi Birr’e iletmiyorsa, o zaman o gerçek bir sıdk değildir, sözde kalan bir şeydir.
Zorlu sıkıntılı dönemlerde sabırlı davrananlar da Birr sahibidir.
(KENDİME NOT:
EBRAR’dan olabilmek için ne yapıyorsun?)
Ya Rabbi ölürken bizi Ebrar’ların arasına kat, başka türlü bizi öldürme ya Rabbi. Ebrar gürûhuna bizi muvaffak eyle.
Ebrardan olamazsak şayet, kaybetmiş oluruz, dürüstlüğümüzün hakiki bir karşılığı olmaz. Yolda gördükleri Ebrar’ın dalgasını geçen, alay konusu eğlence konusu yapan seküler kimselerin muradı dünyadır. Müminler bu yolda sabır ve sebat ederler. Allah’ın (cc) vaadettiklerine tutunan bu kimseler dünyada elbette aşağılanabiliyorlar. Bu, peygamberlerin de istisnasız başına gelen bir şey. Ama ahirette de Mü’minler gülecekler. Son gülen iyi güler.
-Rabbimizden bize verilen veya verilmeyenlerin hepsi sınamak içindir. Ödül-ceza olarak görmeyeceğiz. Kişi her durumda sınanır. Rabbi ona ikramda bulunursa nimetler verirse “Rabbim bana çok değer veriyor” der. Olaya, “Cenab-ı Hak beni sınıyor, elime bu imkanları veriyor bende sorumluluk doğuyor. Ben de bunların sorumluluğuyla O’na karşı kulluğumu icra etmeliyim” şeklinde bakıp, sınanıyorum diyeceğine, kendisinin ödüllendirildiğini okur. Kendisine çok değer verildiğini, yine kendisinden biliyor. “Ben çok iyiyim ki Allah bana bunları veriyor.” diyor. Bu doğru bir okuma biçimi değil. Cenab-ı Hak diyor ki iyilikle de sınasak yanlış okumayı başarıyor, kötülükle de sınasak yanlış okumayı başarıyor. Bu, hep benmerkezci okuyan, Allah’ı kendi hizmetkarı sanan bakış açısına dönüşebilir. Bu çok tehlikeli bir şey. “Ben iyiyim ki Allah da bana iyilikte bulunuyor. Yaptıklarım doğru ki Allah da bana böyle iyi davranıyor” diyerek kendini aklıyor. Ama insan bunu yapıyor. Eğer Allah sınamak için onun rızkını kıssa (dünyadaki asıl akış sınamak üzere) bu sefer de der ki “Allah beni aşağıladı. Değer vermiyor” İşte bu tepkilerle ziyanda olmak yerine aklederek kalbimizi kullanırsak, doğruyu yanlışı ayırt edebiliriz.
-Resulullah efendimiz (sav) Rabbimizden kendisini makam-ı mahmuda erdirmesi için dua etti. Ve biz ümmetinden de buna dua etmemizi istedi. Biz de o yüzden özellikle ezanlarımızda dua ediyoruz;
“Ya Rabbi O’nu makamı mahmuda erdir” diye. Hz İbrahim bile “Ya Rabbi beni rahmetlinle salih kullarının arasına kat.” diye dua etti.
-NEZR ETMEK: Dinen mükellef olmadığı halde, kişinin farz veya vâcip türünden bir ibadeti yapacağına dair Allah'a söz vermesi
Ayeti kerimede “O kullar adaklarını, verdikleri sözleri yerine getirirler” diyor. (İnsan Sûresi-7)
Nezre vefa gösterenler. Bunları biz ekstra olarak kendimize adadık, yapmasak da olur demezler. Allah’a adadıkları için sorumluluk duyarlar. Hiç bir mücbir sebep yokken nezrettiklerini yerine getirirler.
(Nezirini hafife alma. Sen bunu Allah’a söz verdin)
https://youtube.com/playlist?list=PL470HxBGbzVBE_vd7Hpr2RrBiP1frAH2C
——————————————————
İNSÂN SÛRESİ
8.Nisan.2023 tarihli dersten notlar:
-İnsân 23: “Biz sana Kuran’ı indirdik.”
Öyle bir Kuran indirdik ki. Yani biz sana öyle değer verdik ki, gözünü daha başka yerlere çevirmene gerek yok.
Hz Ebubekir’in deyimiyle; “Allah bir insana Kuran’ı nasip etmiş de hala fakirlikten şikayet ederse, Allah fakirliği iki kaşının arasına kıyamete kadar yazsın”
Allah’ın bu lütfuyla o kadar zenginliğine rağmen kalkmış hala fakirlikten şikayet ediyor, diye. Bu ayette de böyle bir espri var, biz sana Kuran’ı indirdik. Kalkıp da şimdi başkalarının projelerine, başkalarının o dünyevi heyecanlarına girme, Rabbinin kitabını adım adım izle. Cenab-ı Hakk’ın kuralları değişmez. Hayatı üzerine oturttuğu sistem bellidir. Dünyaya yönelen kaybeder, Cenab-ı Hak’ın rızasına yönelen kazanır. Dünyaya rağbetini,arzunu kışkırtacak ve O’nu unutturacak karşı propagandanın etkisine girme, sözünü dinleme, peşine düşme.
İnsân 24: “Öyleyse Rabbinin hükmüne sabret. Ve onlardan hiç bir günahkarın sözüne itaat etme.”
Görevini yerine getir, sorumluluğuna sahip çık, işini güzelce yap, devam et, vazgeçme. “Allah bir adamın içinde iki tane kalp yaratmamıştır.” Yani 2 tane kalbimiz yok ki biriyle dünyaya yönelelim, diğerini de Cenab-ı Hakk’a tahsis edelim. Ya Rabbi sana bu kalp sevgisiyle bağlanacağım, diğeriyle de ötekileri yaşayacağım. Bende ikisi de var. Bu günümüz Müslümanlık tipine uyuyor. Adam her ikisini de yaşıyorum diyor. Allah yolu deyince de en önde o. Dünya yolu deyince de en önde o.
Biz mutediliz diyor. Nasıl bir itidalse bu. Öyle birbirine zıt iki tane amacınız olmaz. Enerjiniz heder olur. Kul paramparça olur. Kişinin muradı (asıl amacı) bir tane olabilir. Peki bu insanlar dünyayı yaşamayacak mı, maişet kazanmayacak mı, evlat sahibi olmayacaklar mı? Bunlar kısa hedefler. Bunlar büyük muradın bir parçası olabilir ancak.
Ayette dikkatimi çeken bir şey var. Bir insanın demiyor da bir adamın diyor. Bazı müfessirler diyor ki, Allah kadını istisna etti çünkü yeri geliyor kadının içinde iki tane kalp olabiliyor. Allah bir yandan bize bir hakikati söylerken diğer yandan sözün yanlışa girmesine müsaade etmiyor. Çünkü O en doğruyu konuşandır. Dolaysızla biliyoruz ki ilke herkes için geçerli. Kadınlar için de erkekler için de dünya ahiret yol ayrımı aynı.
-Karşı rüzgara tahammül, bizim kendi ifade gücümüz. Varlığımızın ispatı bu. O yüzden şair diyor ya;
Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın. / Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın. (Necip Fazıl Kısakürek)
Bu sürecin kodu böyle; kulun alternatiflere rağmen Allah’a yönelmesi, O’na duyduğu sevgiyle motive olması. Arzuların, hevesin, itibar beklentisinin, şehvetin “bana gel bana gel” çağrısına rağmen Cenab-ı Hakk’a duyduğu muhabbet ile hakka sebat etmesi.
-Sabah akşam Cenab-ı Hakk’a yalvaran kimselerle beraber ol. Onlar Cenab-ı Hakk’ın rızasını umuyorlar. Gözünü onlardan ayırma. Demek ki niyeti,muradı, istikameti tutturabilmek için araçlara sarılmak lazım. Nerede bulunduğuna dikkat etmek lazım. Kimlerle hemhal olduğuna bakmak lazım. Gider berikilerin yanına, onların malına mülküne servetine uzun uzun bakakalırsan bu sefer oranın etkisine girmeye başlarsın, içinde oradaki arzuların uyanması başlar. Cenab-ı Hakk’a yalvaran,O’na kulluk eden bu insanlarla beraber olursan kendini yönetmen, istikamet üzere kalman kolaylaşır. “Kalbini bizim zikrimizden gafil bıraktığımız bu adama itaat etme.” Baktın Allah’ı bilmiyor. Allah’ı hatırına getirmiyor. Bütün işleri seküler. Nerede ne yiyilir,ne içilir,nasıl daha çok para kazanılır vs 1 ay otursan kalksan bunlar konuşuluyor. Hayatı Allah’a saygılı olarak yaşamak gibi bir refleksi, bir takvası yok. İşleri eninde sonunda boşa çıkacak olan hevası peşine düşmüş bu kimseleri her çağda bulabiliyoruz, ismini vermeye gerek yok. Her çağda örneği var.
https://www.youtube.com/live/n_dHkqHGodM?feature=share
————————————————————
İNSÂN SÛRESİ
Üsküdar-13.Mayıs.2023 tarihli dersten:
İnsân Sûresi-24,25
“Sabah akşam Rabbinin adını an. Gecenin bir kısmında O’na secde et ve uzun gece boyunca O’nu tesbih et.”
-Cenâb-ı Hâkk’a secde etmenin bedenimizdeki, ruhumuzdaki hangi durumları resetlediğini, yenilediğini ve bizi belki nice tedavi araçlarıyla bile sonuçlandıramayacağımız bir biçimde rahatlattığını bilemiyoruz; bunu ancak bu şekilde tatbik eden biri bilebilir.
-Kul Rabbini yâd etsin diye, hatırlasın diye namaz var; yani namaz randevu gibi, buluşma noktası gibi. Cenâb-ı Hâk tabi kul nerede olursa olsun onunla beraber
(Hadîd Sûresi-4)
Kulun da Cenâb-ı Hâk ile beraber olabilme bilinci (-ki bu bir irade gerektiriyor, bu bir farkındalık gerektiriyor) bu olağanüstü bir şey.
“Unuttuğunda Rabbini an!” (Kehf-24)
Eğer unutmaya karşı Cenâb-ı Hâkk’ı hatırda tutabilme sürecini yönetebilirsek, kul hep Cenâb-ı Hâk ile beraber olabilme neticesine gelebilir. Bunu ne kadar başarabiliriz? O’nu anmak demek; gelişeduran her olayın asıl O’nun müsaadesi ile ve belli bir amaca dönük olarak yaşatıldığı bilincinden kopmamak.. O’nun gerçek hükümran olduğu bilincinden kopmamak.. Allah azze ve cellenin zikri böyle bir şey.
-Cenâb-ı Hâkk’ın maiyeti (birlikteliği) bize ne getirir? Güç kuvvet getirir, ferahlık getirir, bütün zorlukları aşabilme becerisi getirir. Çünkü size yapılan her şeyin bilinçli, kontrollü ve özellikle yapıldığının farkındalığını yaşıyorsunuz. Bu örselemez, bu korkutmaz ürkütmez. O’nun müsaadesi, bilgisi olmadan da herhangi bir el sizin hayatınızın akışına dokunamıyor, rahatsınız o bakımdan. Bu Mü’minin geldiği korunaklı, huzur dolu Allah azze ve cellenin maiyetindeki yeri. Buradan uzaklaştıkça, sekülerleştikçe sahipsiz, perişan halde savruluyoruz. Şeytan bu halde bize ağırlıklar bindirdikçe bindirir.
-Mü’minler ahirete yakinen iman halindedirler. Yani gözüyle görürcesine. Artık ahireti gaye edinecek kadar hisleriyle,bilinciyle onu ciddiye almış. Hayalini kuracak kadar. Düşüncelerine indirebilecek kadar. Bugünden tahayyülünü yapacak kadar. Ama ahireti şuur dünyamıza kadar indiremediğimiz zaman (ötede kaldığı zaman) bu sefer kâfirlerle benzeşen yanı kalıyor bize. Bu kez yakın olanı murad etme durumuna düşebiliyoruz. Daha kötüsü; elimizdeki dini değerleri de yine bu yakın olan uğrunda harcayabilme lüksüne de giriyoruz.
-Ahireti ötelemek kişiyi müminler içinde dahi olsa zamanla küfre doğru götüren bir sürece iletebilir.
-Küfrün temel motivasyon kaynağı dünyayı sevip esas almalarıdır.
-Dünya sevgisi, bize ahiret hayatından daha yakın olan dünya hayatına duyulan tutku ve ihtiras insanı vahşileştirebilir mi?Kur’an-ı Kerîm’e göre insanı temelde vahşileştiren, Cenâb-ı Hâkk’a karşı diklenmeye sevk eden, daha fazla dünyalık kazanarak üstünlük kurmaya ve caka satmaya sevk eden motivasyonların temelinde dünyanın sevgisi, dünyanın talebi, hevesi vardır. Cenâb-ı Hâk bunun adına da dünya demedi. “İvedi olanı istiyorlar” dedi. Yani ivedi olarak önden verilmiş olan (acila)
Diğer tarafta ise ahira olan var yani sonsuz ve ebedi olarak verilecek olan. Geri alınmayan. Dolayısıyla acila olan dünya hayatını sevenler ahira olan sonsuz hayatı terk ediyorlar umursamıyorlar.
“Kim bu geçici dünyayı isterse burada istediğimiz kimseye dilediğimiz şeyleri veririz; sonra da onu cehenneme göndeririz; oraya kınanmış ve kovulmuş olarak girer. Kim de âhireti ister ve bir mümin olarak âhiret için ona yaraşır bir çabayla çalışırsa işte böylelerinin çabaları karşılık görecektir.” (İsrâ Sûresi-18,19)
-Resulullah efendimizin (sav) odasında hasır örtülü bir yatak, bir tarafta da asılı bir post.. Kendisi böyle sâde yaşadığı gibi hanımlarının da sâde bir hayat sürmelerini ve buna rıza göstermelerini arzu ediyordu. Her türlü imkâna kavuştuğu bir dönemde olmasına rağmen Resûlullah (sav) bu standardından yukarı çıkmadı. Dünyaya değer vermediğini kanıtlayarak dünyadan ayrıldı. Gönüllü bir fakirlik yaşadı. “Dünyadan gelip geçiyormuş” modunda. Gün gelmiş annelerimizle de bu yüzden bozuşmuş. Onlar bir tık yukarı standarda çıkmak istemiş, Resulullah (sav) yanaşmamış. Gözbebeği kızı Hz Fâtıma istemiş, Resulullah (sav) yine yanaşmamış. Hangi korkuyla dünyaya karşı bu kadar tedirgin duruyor derseniz; çünkü küfürdeki motivasyonun temeli dünya arzusundan besleniyor. Eğer dünyadan daha fazla almaya arzu edersen bir bakmışsın o seni değiştirmiş. Dün olmayan imkanların getirdiği mücâhid ruh, bugün olan imkanların söndürdüğü bir şeye dönüşmüş olabilir. Eroin gibi dünyanın kendisi böyle bağımlılık yapan bir şey. Dolayısıyla belli bir mesafede, muradını oraya kaydırmayacak düzeyde, olanca kazanmasına rağmen muradını ahirette tutabilecek bir haleti ruhiyeyi koruyabilmiş Allah’ın Resulü (sav)
Gelen ayetlerden anlaşılıyor ki; dünyayı murad etmeye bir tık yaklaşmak gibi bir hadise Allah’ın Resul’ünü tüm eşleriyle sorunlu bir duruma sokmuş. Mesaj Resulullah’ın (sav) hanesi üzerinden kıyamete kadar tüm Mü’minlere yansıtılmış.
-Murad dediğimiz vektör gibi bir şeydir; ya yönü dünyaya doğrudur ya ahirete doğrudur.
-Bu dünyada mal ile sevinmeyi istemek yerine bize indirilen Kitap ile sevinip onunla amel ederek hemhal ol ve namazı ikame ederek Allah (cc) ile birlikte ol.
https://www.youtube.com/live/jql0fhpx9qM?feature=share
——————————————————-
İNSÂN SÛRESİ
Üsküdar-10.Haziran.2023 tarihli dersten:
-Cenâb-ı Hâk, Resûl’ü Hz.Muhammed'e (sav) “Biz sana Kur'an indirdik” diye söyleyip kalbinin kendi kitabıyla mutmain olmasını istedi. İsterse talebi az olsun. Bu herkes için geçerlidir.
-Kim hidayete layık bunu en iyi bilen Allah azze ve celledir.
-Allah azze ve celle kullarının çekip gitmesinden; değil kapısında beklemesinden razı olur...
-Allah kulunun yanlıştan dönüşüne; uzak bir yoldan gelen bir insanın sevdiğine kavuşmasından daha çok sevinir.
-Medine'de İslam devleti kurulunca çoğu kişi sadece menfaatleri gereği İslam'a teslim oldular. Güç kimde ise o tarafa yönelerek İslam’ı tercih ettiğini söyleyen bu gruplar çok geçmeden içselleştirmedikleri dinlerinden gerisin geri küfre döndü.
-Hidayete tutunan, Allah'a gönülden sevgi ile bağlanmış kullar az sayıdadır.
-Hakk'a taraf olmanın sıkıntılarını, stresini ancak Cenâb-ı Hâk ile bağını kuvvetlendirirsen aşabilirsin.. Çünkü sen kalıcı tarafa yönelmişsin..
-İman ettik deyince ne kadar bu imanın arkasında duracaksın diye deneneceksin! Sakın balığın karnındaki Yunus (as) gibi olma!
-Her an katledilecek bir şekilde duruştur Hakk’ın tarafında olmak... Şehadet böylelerine gelir zaten...
-Adanmışlık ile geçen hayatın varsa ahiretinden de özel olacak..
-Allah'tan özel bir birliktelik isteyenler ciddi bir yoklamadan geçecekler. Hazır mısın?
-İslam'ın ilk şehidi bir kadındı. Hakk'ın tarafında olmaktan vazgeçmeyen!
-Süreci zor olan ama Allah'ın kontrolünde olan bir yolculuk ancak Hakkı’ın tarafında olmaktan geçer!
-Müminin evladı da kendisi de imana adım atarken bu yolun zor olacağını ama sonunda kazananın onlar olacağını bilerek gelirlerse kararlılık sergilerler. Yoksa çok çabuk çözülürler. Hemde ilk sınavda!
-Cennet hüsnü kuruntu sahiplerinin yeri değil; Allah sevgisiyle hayatını adamış, O'nun gönderdiği Kitabını öğrenmiş, ayet ayet Cenâb-ı Hâkk’ın varlığına tanıklık etmiş olanların yeridir.
-İlahi hikmet küfrün tahammülsüz karakterini müminler üzerinde sınava dönüştürüyor.
https://www.youtube.com/live/k7pCZgOWawA?feature=share
—————————————————-
İNSÂN SÛRESİ
Üsküdar/14.Ekim.2023 tarihli dersten notlar:
-Cenâb-ı Hak,
Resûlullah (sav) İslam'ı anlatırken yaşadığı çaresizlik ve sıkıntılar içindeki duruma Kur’an-ı Kerîm’in indirilişinin teselli olduğunu söyledi.
-Cenâb-ı Hakk’ın sevdiklerinin birtakım sıkıntılar içinde olması bu kimselerin yollarının yanlış olduğunu değil bilakis belli bir taktirle böyle yaşanmasının gerektiğinin göstergesi olduğunu bize ifade eder.
-Cenâb-ı Hakk’ın amelleri yapmada kullarından istediği azim az da olsa devamlı olmaktır.
-Küfür yaklaşımı karanlıktan kendi varlığını sürdürdüğü için ancak hidayeti ortadan kaldırmayı ister. Aslında yokluk üzere kurduğu teze karşılık anitez getiremediği inkâr etme yolunu böylece tutar.
-'Herkes olmak istediğini yaşasın' fikri aslında peygamberlerin getirdiği misyonun bizatihi kendisidir. Yoksa küfür tarafının müminlerle barış içerisinde yaşayıp onlara saygı göstermesi diye bir durum yoktur.
-Küfrün düşünce sisteminin içinde dünya merkezli bir yaşam olduğu için müminlere tahammül edecek durumda olmaları mümkün değildir.
-Kâfirler fıtratına uygun yol olan Hakk'ı kabul edip yaşamayı göze alamadığı için kendi sistemine bunu hatırlayacak iyilik hâlinin hiçbir şeyini istemezler.
-Akla gelecek her türlü cürümün merkezinde dünyayı murat edip sevecek bir sevgi vardır.
-Dünyayı geçici bir numune olarak görenler amaçlarını tek bu dünya üzerine kurmazlar.
-Dünyayı murat etmek peygamberler eşlerini dahi gündemden düşürecek duruma getiriyorsa iyi düşünmek lazım!
https://www.youtube.com/live/Fqn6PqbMXO8?si=8GiAm1aQ7MDV7yGL
—————————————————-
İNSÂN SÛRESİ
Üsküdar/11.Kasım.2023 tarihli dersten notlar:
27.Ayet-i Kerîme: “Şu insanlar, geçici dünyayı seviyorlar, ileride kendilerini bekleyen zor günü ise umursamıyorlar.”
-İnsanı bütün yanlışlara sevk edip kötüleşmesine etki eden yaklaşımda dünyayı tek hedef haline getirmek vardır.
-Dünyayı murad etmek aslında bakî olanı değil ivedi olanı istemek demektir.
-Allah (CC) kişilerin dünya ve ahireti murad edip etmediklerini ve en önemlisi neyi istediklerini belirlemede sevgi ölçeğini kullanır.
-Dünyayı ne kadar değerli bulursan; yer seni çekim gücüyle o kadar çeker.
-Dünyaya hapis olmakla ona tutkuyla bağlanmak aynı şey gibidir.
-Bir insan dinini kimlik olarak alsa da dünyayı murad edip tutkuyla bağlanmasından dolayı değerleri uğrunda savaşamaz.
-Savaşmak yazıldığı halde peygamberlerinin yanında savaşamayanların tek sebebi dünyayı murad etmeleridir.
-Yüzyüze ve cepheden cepheye savaşamayanların hâllerindeki dağınıklık ancak dünyayı murad etmelerindendir.
-Cenâb-ı Hakk’ın otoritesinden kullar çıkamazlar.
-Dünyayı murad etmek kişilerin iradelerinin dışında olan bir durum değildir.
https://www.youtube.com/live/U__eBxrFApU?si=on1aFfpYgouVB3Na
——————————————————
İNSÂN SÛRESİ
Üsküdar/9.Aralık.2023 tarihli dersten notlar:
28.Ayet-i Kerîme: “Onları biz yarattık, yaratılışlarını sapasağlam yaptık. Dilediğimizde yerlerine benzerlerini de getiririz.”
-Dünyayı murad etmek kişileri geçimsizliğe götürür.
-Dünyayı murad ederek buradan kazanım elde edenler aslında ahiret adına kendilerine cimrilik içindedirler.
-Yahudilerin bakış açılarında cimrilik olduğu için kendileri dışındaki kim varsa onlara da aynı gözle bakarlar. Hatta onlar Allah'ın infak emrine bile karşılık olarak 'Allah'ın eli sıkıdır' derler.
Prof. Dr. Hfz. Halis AYDEMİR
https://www.youtube.com/live/ZH3HpDnlpQ8?si=zUIqw-w9IDGMEPtf
—————————————————-
İNSÂN SÛRESİ
Üsküdar/ 13.Ocak.2024 tarihli dersten notlar:
29.30.31. Ayet-i Kerîme: “Şüphesiz ki bunlar birer öğüttür; artık dileyen rabbine bir yol tutar. Ancak Allah’ın (bir şeyi) dilemesi sayesinde dileyebilirsiniz. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. Allah dilediğini rahmetine dahil eder. Zalimlere gelince onlar için elem verici bir azap hazırlamıştır.”
-Zikrin peşine düşmek bir bilinç hâliyle gerçekleşir. Yaratılışının önünü açıp hayatı anlamlandırmak için fıtratın kendisi zaten Hakk'a doğru çıkar.
-Fıtratın yolu Hakk'a çıkarken kişi kendi engelleriyle (kibriyle) o yoldan ayrılabilir.
-Allah azze ve cellenin insana verdiği akletme mekanizması kişiyi doğrudan Hakk'a götürür.
-Kendi seçiminle Hakk'ı öğrenip içselleştiren bir yolculukta gidersen Yaradan asla bu hâlini boşuna çıkarmayacak.
-Allah azze ve celle ayetleri içten ve dıştan anlayıncaya kadar herkese gösterecek!
-Zikrin, Hakk'ın peşindeysek eğer, uyarılar o zaman bize etki eder.
-İnsan ya Rabbine ya da bir başkasına yol edinir. Cebir yok. Tamamen adil!
-Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı kula “dileyebilmesini yani özgür iradesini vermesi” sadece insana özgüdür.
-Sınırlı ve süreli olan bir alanın içinde yaşarken Allah azze ve cellenin kudreti de kendisinde. Yani kahır O'nun...
Prof. Dr. Hfz. Halis AYDEMİR
https://www.youtube.com/live/nBbAnh8iECI?si=SWSOC2eQLplX9S1t
—————————————————-
İNSÂN SÛRESİ
Üsküdar/ 10.Şubat.2024 tarihli dersten notlar:
29.30.31. Ayet-i Kerîme: “Şüphesiz ki bunlar birer öğüttür; artık dileyen rabbine bir yol tutar. Ancak Allah’ın (bir şeyi) dilemesi sayesinde dileyebilirsiniz. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. Allah dilediğini rahmetine dahil eder. Zalimlere gelince onlar için elem verici bir azap hazırlamıştır.”
-Karakterimizi adeta bir hamur gibi biz şekillendiriyoruz. Ne olmak istediğimize biz karar veriyoruz. Allah azze ve cellenin emaneten verdiği irademizi ister fücura (günaha) yönelerek küfredenlerden olacağız istersek hidayete tutunup şükredenlerden olacağız.
-İnsan dünyaya geldiği coğrafyanın, ailesinin, eşinin, ortamının, arkadaşlarının vb. çevresel faktörlerin mahkumu değildir. Firavunun kadını olmak küfre sebep olmadığı gibi (Nuh’un) peygamber eşi olmak da hidayete vesile olmadı. İradeleriyle tercih ettiler.
-Her biriniz kendinizden sorumlusunuz. Evladınız, ana-babanızdan da olsa kendinizden gayrısından mükellef değilsiniz. En fazla tavsiye edebilirisiniz, hiç kimseye zorla hidayet edemez, kişiye rağmen kimsenin iradesini ele geçiremezsiniz.
-Kişiye rağmen iradeyi ele geçirmek mümkün değildir. Ancak kişi kendi rızasıyla iradesini devredebilir. Bu da sorumluluğundan kurtulma isteğindendir.
Prof. Dr. Hfz. Halis AYDEMİR
👇🏻👇🏻👇🏻
https://www.youtube.com/live/bWRE9kbtHro?si=PXFsiGaQvs8ocJzK
——————————————————
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder